BİNLERCE YIL TEK BİR GÜN GİBİDİR

       Kutsal kitapların bildirdiği Tufan kıssasının, değişik çeşitlemelerle, yeryüzünde yaşamış olan hemen her kültürün destanlarının birer parçası olduğu bilinen bir gerçektir. Bu gerçeğin ötesinde, destanlarda yer alan büyük su baskınları ile kutsal kitapların bildirdiği Tufan kıssaları, ortak bir kaynakta birleşiyorlardı. Mezopotamya’da açılan arkeolojik kuyularda, bölgenin tarihini gittikçe daha geriye, ta insanlığın başlangıcına kadar izlemeye imkan veren yazıtlar bulunuyordu. Antik NİNOVA (Kuzey Irak’ta) kütüphanesinde bulunan bu yazıtlardan seslenen Kral ASSURBANİBAL (M.Ö. 668-627), “Tufandan önceki bilmece gibi yazılmış taş kitabeleri anlıyorum” diyerek tarihsel bir gerçek olan Tufan hadisesine işaret ederken, aynı haberin içeriğinden gelen, Tufandan önceki dönemlerden kalmış taş kitabelerin bulunulup okunulması haberi de, sözkonusu bu Tufanın, her şeyi yok etmediği ve Yazı’nın, Tufandan önce de var bulunduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Bunun yanında;

“İnsanlığın bilmediği çok şeyi öğrendi ve öğretti. Hatta o, insanlar için haber getirdi, kitap getirdi Tufan öncesi zamanlardan”

dizeleri de, ADEM (a.s) gerçeğine işaret ediyordu.

Yeryüzündeki ilk insan ve de ilk peygamber olan ADEM (a.s)’in “NUH Tufanı’nı oğlu ŞİT aleyhisselama haber verdiği” bilinmektedir. Bu haberden nice sonra yaşanan Tufan hadisesinden kurtulanların, kendilerinden sonraki nesillere aktardığı Tufan ile ilgili haberler, kuşaktan kuşağa anlatıla anlatıla bir efsane olarak parlatılmış ve mitolojilerin kahraman-lık destanı haline sokulmuştur. Yalnız bir farkla ki, o da, kutsal kitapların Tufan Peygamberi olarak bildirdiği NUH (a.s)’un isminin yerini, destanların farklı uyarlamalarında farklı isimler almış, çoğu zaman olduğu gibi iyi olan kötüye, doğru olan da sahteye çevrilmiştir. Oysa, büyük düşünür MEVLANA’nın da dediği gibi “Bilinmelidir ki piyasada tedavülde kalp bir para varsa, alışveriş aracı olarak kullanılmış olan bir altın para da vardır”.
Bu nedenle, arkeologlarla birlikte Mezopotamya’ya (İki Irmak Arası Ülkesine), yani TUFAN’IN GERÇEKLEŞTİĞİ BÖLGEYE dek uzanacak olursak, yaşamımızın soluğunun Tufandan kurtulanlarla birleştiğini duyarız. Bu etkiyi hissedince de “binlerce yıl tek bir gün gibidir” demekten kendimizi alamayız.

NUH (a.s)’ın GEMİSİ NEREDE ARANMALIDIR?

       Tufan hadisesi, dinler tarihinin olduğu kadar, medeniyetler tarihinin de önemli bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Çünkü, semavi kitapların yanı sıra mitolojik ve arkeolojik bulgular da, insanlık tarihinde böyle bir hadisenin vuku bulduğuna tanıklık etmektedirler. Bu konuda en küçük bir ihtilafta yoktur. Tartışma konusu olan, sözkonusu bu Tufan’ın, dünya ölçeğinde mi, yoksa lokal bir alanda mı yaşandığı, mahlukâtın (canlıların) tamamını kapsayıp kapsamadığı, ne zaman (hangi tarihte) yaşandığı ve de özellikle Tufan Gemisi’nin karaya oturduğu yer konusundadır.

Tufan hadisesini (Mezopotamya’da yaşayan) Nuh (a.s) kavmine “özel (LOKAL) bir ceza” olarak sunan Kur’an-ı Kerim’de, Nuh’un Gemisi’nin karaya oturduğu yer Cudi Dağı’dır (Hud-44).

Tufan ile birlikte “bütün dünyanın sular altında kaldığını ve bunun sonucunda bütün canlıların hayatının son bulduğunu” bildiren Tevrat’ta ise, Ararat Dağları’dır.

Ayrıca, Tufan hadisesi ile birlikte “bütün dünyanın sular altında kaldığını ve bütün insanlığın çamur haline geldiğini bildiren” Gılgamış Destanı’nda ise, Tufan Gemisi’nin karaya oturduğu yer olarak Nissir Dağı gösterilmektedir.
Bunların dışında, dört İncil’le başlayan ve ilahi bir metinden ziyade, bir tarih kitabı niteliğindeki “Yeni Ahit”in; Tufan hadisesi ile ilgili bölümlerinde, “bütün dünyanın Tufan hadisesi ile mahvolduğu, sekiz kişi hariç bütün insanlığın yok olduğu” haberi verilirken, Tufan Gemi’sinin karaya oturduğu yer konusunda bir bilgi yoktur.

Kur’an’ın, Geminin karaya oturduğu yer olarak bildir-diği Cudi Dağı, hadisenin yaşandığı Mezopotamya (Basra Körfezi kıyı şeridi ile Cudi Dağı arası) bölgesinin kuzey ucundaki ilk yükseltilerdir. Tevrat’ın bildirdiği Ararat Dağları ise, 14’üncü yüzyıla kadar Cudi Dağı olarak kabul edilirken, bu yüzyıldan sonra Ararat Dağları’nın, Ağrı Dağı olması gerektiği görüşü genel kabul görmüştür. Bu dönemden sonra da Tevrat ve İncil bağlıları, Nuh’un Gemisi’nin karaya oturduğu yer olarak Ağrı Dağı’nı göstermektedirler. Bilindiği gibi de bu dağ, Cudi Dağı’nın uzak (300 km) kuzeydoğusundadır.

Gılgamış Destanı’nda bildirilen Nissir (Nisir=Nizir) Dağı’nın yerinin ise (arkeolojik kaynaklara göre), Ağrı Dağı’nın değil de, Cudi Dağı’nın da içersinde bulunduğu “Yukarı Mezopotamya” bölgesinde yer aldığına işaret edilmiştir.

ARARAT DAĞLARI AĞRI DAĞI MIDIR?

       Tufan hadisesinden kurtulanları taşıyan Gemi, Ahd-i Atik’te yer alan Ararat Dağları isminden esinlenilerek, Ağrı Dağı yöresinde aranmaktadır. Ararat kelimesi, “Rrt” kelimesinin Kitab-ı Mukaddes yazarlarının yanlış seslendirilmesi sonucunda ortaya çıkmış olup, hatalı yorumlanmış ve Nuh’un Gemisi’nin indiği yer olarak ta Ağrı Dağı gösterilmiştir.

Tevrat’ta yer alan, Nuh’un Gemisi’nin Ararat Dağlarına oturduğuna dair olan ifade, “M.Ö. 5. asırda kaleme alınan ruhban metnine ait olup, Ararat kelimesi Ahd-i Atik’de, bir ülkenin, bir krallığın ve bu ülkede bulunan bir dağ silsilesinin adı olarak geçmektedir…Bu isme ilk defa M.Ö. 1274 yılına ait, Asur Kral’ı I.Salmanasar’ın kayıtlarında rastlanılmakta ve bundan belli bir devlet veya etnik gruptan ziyade, Van gölünün güneydoğusundaki dağlık bölge kastedilmektedir”. Bu açıklamadaki Van gölünün güneydoğusundaki dağlık bölge tanımına, Ağrı Dağı’nın konumundan ziyade, Şırnak vilayetimiz sınırları içerisinde yer alan Cudi Dağı’nın konumu uyduğu kesindir.

Anlaşılacağı üzere de Ararat, bir dağ adı değil, bir bölgenin adıdır ve bu bölge, Cudi Dağı’nın da içersinde bulunduğu CORDYEAN bölgesidir. “Babilistan ve Kalde Tarihi”ni yazarak, M.Ö. 280 tarihinde Selevkos hükümdarına sunan (Babil’li din adamı) BEROSSES ve daha pek çok ilk çağ tarihçisi, Nuh’un Gemisi’nin, Cordyean (Gordyene) dağlarında bulunduğunu yazmışlardır.

Önceleri bir bölge (bir ülke) adı olan Ararat, sonraları Ağrı Dağı ile özdeşleştirilmiştir. Oysa “Ararat adı, Urartu krallığının bölgesini ifade etmek için İbranilerin lisanından gelir. Bu nedenle “Ararat dağ değil, bölgedir”. Bu bölge ise, “Urartu’ların yaşadığı ve Cudi Dağı’nın bulunduğu Cordyean bölgesidir…. (M.Ö. III. asırda yaşamış olan Babil’li din adamı) Berossus’un bahsettiği dağlar, Cordyean bölgesindedir. Bu bölge (Cordyean bölgesi) ise, Van Gölü’nün güneyinde kalan dağlık bölgedir”. İşte bu bölgede, Ağrı Dağı değil, Cudi Dağı bulunmaktadır.

Tevrat’ın eski metinlerinde Nuh’un Gemisi’nin karaya oturduğu dağ’ın ismi olarak geçen KARDU (Cudi) Dağı isminin, daha sonraları nasıl değiştirildiği şu şekilde anlatılmaktadır: “Tevrat’ın ilk metinleri arasında yer alan Süryanice ve Aramice yazmalarında, Nuh’un Gemisinin Kardu Dağı’nda olduğu belirtilmekte idi. Tefsircilerin genel görüşünce Kardu Dağı, Kur’an’da adı geçen Cudi Dağı idi. Ayrıca bir kısım bilim adamı da Gılgamış Destanı’nda adı geçen Nizir (Nissir=Nisir) Dağı’nı Cudi ile özdeş (tutarlardı)……. Yahudi Tefsirciler, yakın yüzyıllarda Cudi adını değiş-tirdiler….. Ararat Dağları deyimini kullandılar. Nitekim, bugün de Tevrat’ta Nuh’un Gemisi’nin Ararat Dağları üzerinde durduğu yazılmaktadır. Museviler (Yahudiler) Urartu ülkesini Ararat olarak adlandırmışlardır. Kardu Dağı ve Güney Doğu Anadolu’nun diğer dağları Urartu ülkesinin sınırları içersindeydi. Bu nedenle; Tevrat’taki ifade değişikliği gerçek-leştirilerek, Kardu Dağı yerine Ararat Dağları ifadesi kullanılmıştır. Gordyene denilen bölge de Ararat (Urartu) sınırları içersinde değerlendiriliyordu; bu bakımdandır ki, Ararat adı genel bir ad olarak Tevrat’ta yerini aldı (B.Aksoy).”.

Gerçekten de Tevrat’ın eski metinlerinde, Gemi’nin Cudi’ye oturduğundan bahsedilmektedir. Motamot Arapça’ya çevrilen bir Tevrat metnini kaydeden Yakut el-HAMEVİ (Vefatı: 1229 M.’dur),’nin kaydettiği metinde “..Gemi, Tufanın yedinci ayının onyedinci gününde Cudiye’ye oturdu..” haberinin verildiğinden bahsedilmektedir. YAKUT’un yaşadığı dönem göz önüne alınırsa, Miladi 13’üncü asra kadar, Tufan Gemisi’nin, Cudi Dağı’na oturduğunu bildiren Tevrat nüshalarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Üstelik, Kur’an’ın indirildiği dönemde (M.S.610) Yahudilerin ellerinde bulunan Tevrat nüshalarında da, Tufan Gemisi’nin, Cudi Dağı üzerinde oturduğu yazılı olmalı idi.

Eğer öyle olmasa idi, Kur’an’ın, Geminin Cudi Dağı üzerine oturduğu haberini duyan o dönemdeki Yahu-dilerin, Kur’an’ın bu haberini duyduklarında itiraz etmeleri gerekirdi. Oysa, böyle bir itiraz sözkonusu olmamıştır.
GÜNER’e göre de, 14’inci yüzyıla kadar ARAR=CUDİ Dağı olarak bilinirken, bu yüzyıldan sonra Ararat’ın Ağrı Dağı olması gerektiği görüşü yoğunluk kazanmış ve bu düşünce bir inanç halini almıştır.

ARARAT, CUDİ DAĞI MIDIR? CUDİ DAĞI NEREDEDİR?

       Çeşitli kaynaklar Ararat’ın Cudi Dağı olduğunu bildirmektedir. Bu kaynaklardan biri olan İslam Ansiklopedisinde, “Kalde’li Rahip Berosses’un tarihinde, Gemi’nin Musul’un kuzeydoğusundaki KURT Dağı üzerine oturduğu yazılıdır. Tekvin, 8/4’ün Aramice ve Süryanice tercümeleri Gemi’nin indiği dağı TURE KARDU olarak zikreder ki, burası Van Gölü’nün güneydoğusundaki dağlardır. Süryani yorumcularına göre Ture Kardu, Kur’an’da, Gemi’nin indiği dağ olarak gösterilen Cudi Dağı’dır” ifadesi yer almaktadır.

Bir başka kaynakta ise, Ararat’ın adının türediği kelime olduğu ileri sürülen Uraurtu’nun, yüksek memleket, yüksek arazi manasına geldiği ve Babilonya (Mezopotamya)’ya YAKIN olduğu belirtilmektedir ki bu ifadedeki -Mezopotam-ya’ya yakın- kaydının Ağrı Dağı yerine, Cudi Dağı’na uyduğu belirtilmektedir. Ağrı Dağı ve Doğubeyazıt’ta bulunan Gemiye benzetilen şekillerin, Gemi olmadığını ortaya koyan bir başka çalışmada da “Van gölü ile Yukarı Mezopotamya arasındaki toprakları kapsayan ARAR ülkesinin adı, 14’inci yüzyıla kadar ARAR=CUDİ Dağı olarak anlatılmakta, bu yüzyıldan sonra ise Arar ya da Ararat’ın, Ağrı Dağı olması üzerindeki görüşler yoğunluk kazanmaktadır.” denilmektedir.

Bunun yanında, Tevrat’ta geçen Ararat Dağları deyiminin, Cudi Dağı olarak anlaşılması gerektiğine, Gılgamış Destan’ından gelen haberler de işaret etmektedir.
Çünkü, Gılgamış Destanı’nda Gemi’nin karaya oturduğu yer olarak adı geçen Nissir Dağı, “Asur kitabelerinde, Asur ili’nin (Yukarı Mezopotamya) kuzeydoğusundaki dağ” olarak tarif edilmektedir ki, bu tanım, Şırnak vilayetimiz sınırları içersinde yer alan Cudi Dağı’nı işaret etmektedir. Bunun yanında Nissir Dağı, “Asur topraklarının doğusunda, muhtemelen Aşağı Zap suyuyla Dicle’nin doğusu arasındaki bölgede yer almaktadır” ve Nissir Dağı, Dicle ile Küçük Zap Suyu arasındaki dağdır şeklinde de tarif edilmektedir ki, bu tanımlamalara, Ağrı Dağı’nın veya bir başka dağın konumundan ziyade, Şırnak vilayetimiz sınırları içerisinde yer alan Cudi Dağı’nın konumu uymaktadır. Yani Nissir Dağı, Cudi Dağı’dır.

DAHA ÖNCE BULMUŞLARSA, YENİDEN NEYİ ARIYORLAR?

       Karadeniz Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümünün, 16-20 Ekim 1995 tarihleri arasında düzenlediği 30. yıl sempozyumunun, 16.10.1995 tarihindeki oturumunda “Tarihsel Bir Gerçek: Nuh Tufanı” isimli bildirimi sunduktan sonra tartışma bölümünde, oturum başkanı Prof. Dr. Şakir Abdüsselamoğlu bir anısını şöyle anlattı; “1949 yılında Ağrı yöresinde Hamit Nafiz PAMİR hocanın yanında çalışırken, bölgeye Nuh’un Gemisi’ni araştırmak için gelen bir yabancı heyete, hocam beni yardımcı olmak üzere verecekti. Başlangıçta bu düşüncede olan hocam, sonradan bu düşüncesinden vazgeçti. Çünkü heyetin niyeti Nuh’un Gemisi’ni aramak değil, misyonerlik faaliyetinde bulunmaktı”.

Hocamızın bahsettiği misyonerlik faaliyetlerinin yanında, bir başka misyonerlik faaliyeti de, 18.10.1995 tarihli Hürriyet gazetesinde şu şekilde yer almıştır. “Türkiye’nin Amerika’ dan satın aldığı insansız uçan hayalet uçakları ile ilgili olarak, Erzurum’da konferans veren A.B.D. İnsansız Hava Araçları Sistemleri Merkezi Başkanı Prof. Robert C. Mıchelson, sözkonusu uçakların, aynı zamanda Nuh’un Gemisi’nin aran-masında da kullanılacağını” belirtmektedir. Prof. Michelson tarafından yapılan bu açıklama, 18.10.1995 tarihine (1995 yılına) kadar yapılan, Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı’nda veya Doğubeyazıt’ın Üzengili Köyü yöresinde bulunduğu haberlerinin (daha önceleri yapılan Nuh’un Gemisi bulundu açıklamalarının) aksine, adı geçen yerlerde (o güne ve o yıla kadar yapılan araştırmalarda) Nuh’un Gemisi’nin “bulunamadığının bir kabulü ve de itirafı” olmuştur.

Bu gerçeği, 14.11.1995 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin 16’ıncı sayfasında yer alan, bir başka itiraf niteliğindeki açıklama da doğrulamaktadır. Sözkonusu gazete de kamuoyuna yapılan açıklamada, Atatürk Üniversitesi ile ABD’nin Georgia Teknoloji Araştırma Enstitüsünün, Nuh’un Gemisi’ni bulma çalışmalarını, 1996 yılında, Ağrı Dağı’nda ve Doğubeyazıt’ın Üzengili köyü yöresindeki Gemi biçimindeki kütle üzerinde yoğunlaştıracakları haberi duyurulmuştur. Bu açıklamayı yapan Atatürk Üniversitesi’nde halen görevli olan akademisyen, sözkonusu açıklamayı yaptığı 14.11.1995 tarihinden yıllar öncesinde yaptığı eski bir açıklamasında, “Nuh’un Gemisi”nin, Ağrı ilimizin, Doğubeyazıt ilçesinin Üzengili köyü yöresinde “bulunduğunu” kamuoyuna açıkladığını da biliyoruz. Sayın S.B., bulunduğunu açıklamış olduğu Nuh’un Gemisini, yaklaşık beş yıl sonra yaptığı yeni açıklamalarında, “arayacaklarını” ifade etmiştir.

Nuh’un Gemisi’nin, Doğubeyazıt’ın Üzengili köyü yöresinde “bulunmuş olduğunu” açıklamış bulunan bir akademisyen, yıllar sonra yaptığı başka bir açıklama da (daha önce bulunduğunu açıkladığı) Gemi’yi, bu defa, hem daha önce bulunduğunu açıkladığı Üzengili köyü yöresinde, hem de Ağrı Dağı yöresinde arayacaklarını ve (ABD’den) Georgia Teknoloji Araştırma Enstitüsü ile ortak yürütülecek çalışmada Kur’an, İncil ve Tevrat’taki anlatımların dikkate alınacağını ifade etmiştir. Ne garip tesadüftür ki (!), sayın S.B.’nin yaptığı bu açıklama, Türkiye’ye insansız hava uçaklarını satmaya gelen ve bu uçaklarla “Nuh’un Gemisi’ni arayacağız” açıklamasını yapan Prof. Robert C. Michelson’un açıklamasından (Hürriyet Gazetesi, 18.10.1995) 27 gün sonra (Hürriyet Gazetesi, 14.11.1995) yapılmıştır.

Sayın S.B.’nin 1985 yılındaki proje ortakları ABD’den California Üniversitesi idi. 1996 yılındaki proje ortakları da yine ABD’den, Georgia Teknoloji Enstitüsü idi. Arayacakları nesne de, daha önce “bulunduğunu açıkladıkları” Nuh’un Gemisi. Bu gayretler, Jeoloji ilminin de inkarı idi ama olsun. Peki… aradılar mı? 1996 yılı ülkemiz şartları buna pek de elverişli değildi! Fakat, bu güzel ülke üzerinde oynanan oyunlar için şartlar hala uygun. Öyle olunca da, Nuh’un Gemisi’ni bulduk safsatalarına Karadeniz’de dahil edilmiştir.

Peki..bütün bu insanlar ve bugüne kadar “Nuh’un Gemisi’ni bulduk” açıklamaları yapan benzerleri, daha önceleri Nuh’un Gemisi’ni bulmuşlarsa hala neyi aramaktadırlar? Yerli-yabancı bir çok araştırmacı ve misyoner tarafından, bugüne kadar yapılan, “Nuh’un Gemisi’ni bulduk” açıklamalarının anlamı nedir? Bugüne kadar “Nuh’un Gemisi’ni Bulduk” şeklinde açıklama yapan insanlar, aradıkları şeyi (Nuh’un Gemisi’ni) bulmuşlarsa, yeniden neyi arayacaklardı? Yoksa, ortada bulunan bir şey yok muydu?

KÖKTENDİNCİ HİRİSTİYANLAR KANDIRILIYOR MU?

       Avustralya’dan gelen ilginç bir açıklama, Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı yöresinde aranması gayretlerine farklı bir boyut getirmiştir.

Avustralya’lı Jeoloji Profesörü Ian Plimmer, Ağrı Dağı’ndaki araştırmalarını, yanıltıcı bir biçimde kamuoyuna sunduğu gerekçesiyle, din adamı Allen Roberts aleyhine açtığı tazminat davası sırasında, “Ağrı Dağı’nda Nuh’un Gemisi’nin kalıntısı olduğu iddia edilen oluşumun, bölgede görevli Türk bilim adamı tarafından, bilimsel araştırmalarına kaynak sağlamak amacıyla kullanıldığı, aslında (bu oluşumun) Nuh’un Gemisi ile ilgisi bulunmadığı” şeklinde bir ifade vermiştir. Aynı haber “The Guardion” gazetesine atfen de verilmiştir. Aynı konu, daha sonraları bir başka gazetemizde de şu şekilde yer almıştır: “Nuh’un Gemisi geçtiğimiz aylarda Avustralya’da ilginç bir davaya konu oldu. Sydney kentindeki davada, Avustralyalı jeoloji profesörü Ian Plimmer ile Avustralyalı okutman Allen Roberts karşı karşıya geldi. 1949’da Ağrı’daki kazı bölgesini gezdiğini söyleyen Plimmer, okutman Roberts’i kamuoyunu aldatmak ve yanlış yönlendirmekle suçladı. Ağrı Dağı’nın büyük bir çamur kütlesinden ibaret olduğunu ve Nuh’un Gemisi efsanesinin İskoçya’daki Loch Ness Canavarı hikayesinden farksız olduğunu söyleyen Plimmer, kazıdan sorumlu Türk arkeologun köktendinci Hıristiyanların parasını alabilmek için olayı abarttığını ileri sürdü. Plimmer, -Bölgedeki arkeolog, kendi araştırmalarına para bulabilmek için Hıristiyan dincilerin söylemlerine destek verdiğini bana itiraf etti ve özür diledi- şeklinde konuştu. Plimmer, bu davanın İncil’deki yaratılış teorisini değil, sadece ticari konuları içerdiğini söyledi”.

Binlerce kilometre. uzaklıktan gelen bu yankı, bana birini hatırlatsa da, size kimi, neyi hatırlatıyor bilemem! Hıristiyanlar kandırılıyor mu, kim kandırıyor, niye kandırıyor bilemem! Bilmemiz gereken şey ise, asıl kandırılanların Müslümanlar olduklarıdır.

Bu nedenle de ben, “önceki açıklamasında Nuh’un Gemisi’ni bulduk, sonraki açıklamasında ise arayacağız” diyen sayın akademisyeni, 06.11.1997 tarihinde, bu kez de TRT-1’de saat: 20.00 haberlerinde, “Nuh aleyhisselamın yaşadığı kentin Doğubeyazıt’ın Üzengili Köyü yöresinde bulunabileceği” şeklindeki açıklamasını yaparken görünce fazla şaşırdım diyemem. Fakat, yapılan böyle bir açıklama, Anadolu’muzun “eski Ermeni toprakları” olduğu iddiasını ileri süren, sözde Ermeni iddialarına bir destek de getirir ki, bu durum sözkonusu açıklamayı yapan insanın sorumluluğunu daha da arttırmaktadır.

YİNEDE ARAYACAKLAR FAKAT …

       Tevrat’ın ilk metinleri arasında yer alan Süryanice ve Aramice yazmalarda, Nuh’un Gemisinin Kardu Dağı’nda olduğu belirtilmekte idi. Tefsircilerin genel görüşüne göre de, Kardu Dağı Cudi Dağı idi. Daha sonraları Tevrat’ta yapılan ifade değişikliği ile, Kardu Dağı yerine Ararat Dağları ifadesi kullanılmıştır.

Ağrı Dağı’nın adının Ararat ya da MASİS adi ile anılması, 14’üncü yüzyıldan sonra olmuştur. Masis ve / veya Ararat’ın, Ağrı Dağı olduğu kabulü, 11 ve 12’nci yüzyıllarda, Kafkas kabilelerinin din adamlarının (muhtemelen Ermeni rahiplerin), Masis (Masik) Dağı’nı, Nuh’un Gemisi’nin üzerine konduğu dağ olarak (Masis’in de Ağrı Dağı olduğu ileri sürülerek), Hıristiyan alemine empoze etmeleri sonucu ortaya çıkmıştır. “12. yüzyıldaki Kafkas kabilelerinin din adamları, Nuh’un Gemisi’ni kendilerine yakınlaştırmak için, kendi bölgesine en yakın ve bölgenin en yüksek dağı olan Massis Dağı’nı, yani Ağrı’yı, Nuh’un Gemisi’nin üzerine konduğu dağ olarak Hıristiyan alemine empoze etmişlerdir. İlginç olan da, Türklerin Anadolu’ya ilk yerleşmesi sırasında bu iddianın başlatılmasıdır”. Halbuki “X (10’uncu) yüzyıla kadar bir çok Ermeni müellifin ve daha başkalarının eserlerine dayanarak Ağrı Dağı’nın Tufan ile münasebeti bulunmadığını, oldukça büyük katiyyetle tespit etmek mümkündür. Eski Ermeni rivayetlerinde Nuh’un Gemisi’nin bu dağ üzerine oturduğu hakkında hiçbir malumat yoktur. Masik Dağı zirvesine oturmasına dair 11 ve 12’inci yüzyıllarda Ermeni edebiyatında yer alan bilgiler ise, Avrupalıların Tevrat’taki ifadeyi (Tekvin, 8/419 yanlış tefsir etmelerinden kaynaklanmıştır.”. Bunun sonucu olarak ta, Nuh’un Gemisi Ağrı Dağı’nda aranagelmiştir.
“Histoire ancıence de I’Armenie” adlı kitapta, “Masis adı, Amasia ile ilişkili bulunur. Amasia, M.Ö. 1940’lı yıllarda yaşadığı belirtilen bir Ermeni Kralıdır. Efsanevi Krallar listesinde Amesia’nın Nuh’un (oğlu Yafes’in) soyundandır. Dolayısıyla, HAYK’ın torununun oğluna (yani Amasia’ya izafeten) Masis adının benimsendiği ileri sürülür….. Ermeni tarihçiler 11 ve 12inci yüzyıllar arasında, Nuh’un Gemisi ile birlikte vardığı yeri Masis olarak nitelemezler. Bu süre içersinde Nuh’un Gemisi’yle vardığı yerin Kardu Dağı olduğu belirtilir. Bu bakımdandır ki, bilim adamları önceleri geminin yerini Cordyene’de aradılar”. Yani, Van Gölü ile Yukarı Mezopotamya arasında kalan bölgede aradılar (bilindiği gibi, bu bölgede Ağrı Dağı değil, Cudi Dağı bulunmaktadır). Sözkonusu döneme kadar da, Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağı yöresinde bulunduğuna dair, bir iddia bile yoktur.

Peki.. ya Ermenilerin Nuh aleyhisselamın soyundan geldikleri iddiaları! Evet… bir kısım Ermeni tarihçiler, Ermenilerin, Nuh Peygamberin torununun torunu olan Hayk’tan geldiğini, Nuh’un Gemisi’nin de Ağrı Dağı’na oturduğunu ileri sürmektedirler. “Bazı Ermeni tarihçileri, Ermenilerin menşeini Nuh aleyhisselamın oğlu Yafes’e kadar çıkarırlar. Onlar, Nuh’un Gemi-si’nin Tufandan sonra, Ararat olarak kabul ettikleri Ağrı Dağı’na oturduğunu, Nuh’un çocuklarının zamanla burada çoğaldığını, Ermenilerin ceddi olan Hayk’ın da artan nüfus karşısında buradan Mezopotamya’ya göç edenlerle birlikte ayrıldığını yazarlar. Ermenilere göre Hayk, Hz. Nuh’un torununun torunudur”. Gerçeklikten uzak bu iddiayı değer-lendiren Fransız Tarihçi Auguste Carriere’nin (1986’da) yazdığı “Moise de Khoren et la Genealogie Patriarcale” adlı eserde, “Eski Ermeni tarihçilerinin verdiği bilgilere güvenmek büyük bir gaflet olacaktır Çünkü verdikleri bilgiler uydurmadır” görüşü dile getirilmiştir. Getirilmiştir ama, bu gibi açıklamaların “Büyük Ermenistan” hayali güdenler için hiçbir önemi yoktur.

Bu nedenle de, Nuh’un Gemisi avcılarının Nuh’un Gemisini, Ağrı Dağı ile ilişkili olarak aramalarında sözkonusu ideolojiyi güden Ermenilerin önemli payı vardır. Mesela, zaman zaman Ağrı Dağı yöresi araştırmaları tertip eden ve kısa adı SEARCH olan, Scientifle Exploration and Archaelogical Resarc (Bilimsel Keşif ve Arkeolojik Araştırmalar Vakfı)’ın, 1966 yılında düzenlediği gezi sırasında heyet de yer alan ve Nuh’un Gemisin’ni 40 yıldır aradığı söylenen Eryl Cummings adındaki zatın karısı (Ermeni) Violet Cummings,: “1972 yılında,….Nuh’un Gemisi,Gerçek mi, Masal mı? Başlığı ile bir kitap yayınladı…. (Bu kitapta Cummings) Nuh Peygamberi Ermeni topraklarının kralı diye ortaya (koyuyordu).”. Bunun yanında Ermeni tarihçiler, Ermeni soyunun, Nuh’un soyundan geldiğini ve atalarının, Tufandan sonra, Ararat (Massis-Ağrı) Dağı çevresine yerleştiklerini kabul etmektedirler. Bu yüzden de, Ağrı Dağı Ermenilerce kutsanmış bulunmaktadır. Bunda da, kendi atalarının Nuh soyundan ve Mezopotamya’dan geldiklerini ileri süren Ermeni tarihçilerin, daha sonraki Ermeni nesillerini etkilemelerinin büyük rolü olmuştur.

Aslında, semavi dinlere mensup bazı kaynaklardan (Tevrat kaynaklı haberlerin etkisi ile) gelen, Tufan hadisesinin, “bütün dünyada yaşandığı ve bütün insanlığın yok olduğu”, sözkonusu bu Tufandan, “sadece Nuh’un ve yanındakilerin sağ kaldığı”, bu nedenle de Hz. Nuh’un, insanoğlunun ikinci ata’sı olduğu ve bu ikinci ata’nın da, Tufan hadisesinin yaşanmasından sonra, kendi bölgelerine gelip yerleştiği esprisini kabul eden herkesin, Ermeni iddialarına benzer iddialar ileri sürmeleri de kaçınılmaz olacaktır. Buna ülkemizden pek çok örnek var (Kars’ın kuruluşu ile ilgili olarak ileri sürülmüş iddialar da var) ama burada söz etmeyeceğim.

Ağrı Dağı’nı “dünyanın anası” olarak kutsallaştıran (Encylopedia of Jusis, Ararat mad. s.74) Ermeniler’e ait vakıflar ile Misyoner teşkilatları, hemen her zaaf ve karışıklık içersinde bulunduğumuz dönemlerde, Nuh’un Gemisi’nin yeri ve Nuh aleyhisselamın yaşadığı yer konusunu bir dünya kamuoyu meselesi haline getirmişler ve dünya Hıristiyanlığının dikkatini ülkemize, Ağrı Dağı ve Doğubeyazıt yöremize (son yıllarda Karadenize’de) çekmişlerdir. Onların bu gayretleri, Ermenileri Nuh aleyhisselama bağlamak suretiyle, Anadolu’muzun “eski Ermeni toprakları” olduğu düşüncesini ispat etmektir. Bazı Ermeniler için bu bir ideoloji ve inanç meselesidir.

Hadisenin, Tevrat ve İncil bağlılarını kapsayan inanç boyutunun yanında, bir kısım insanların da, “bir gün yeniden Ağrı Dağının etrafında bir araya gelecekleri” gibi ütopik bir amaçları da bulunmaktadır. Tüm Ermenilerin Ruhani Lideri sıfatını taşıyan, eski Sovyetler Birliğindeki Ecmiyazın Kilisesinin başı Patrik Vesken-1’in, “Bir gün yeniden Ağrı Dağı’nın etrafında bir araya geleceğimizi umuyorum…. Bir gün zafere ulaşacağımıza inanıyorum. O gün tüm milli ideallerimiz gerçekleşecek” açıklaması, Ağrı ve Doğubeyazıt üzerine oynanan oyunların amacını da ortaya koymaktadır.

İşte bu nedenle, “misyonerler ve Büyük Ermenistan” hayali ile yaşayanlar, Nuh’un Gemisi’ni, her şeye rağmen yine de Ağrı Dağı ve Doğubeyazıt yörelerinde (son yıllarda bu yörelere Karadeniz bölgesini de katarak) aramaya devam edeceklerdir. Edeceklerdir de, her defasında da elleri boş döneceklerdir.

Peki…. bütün bunlar bizim için ne ifade ediyor? Turizm gafleti mi? Bilime olan düşmanlığımız mı? İnanç eksikliğimiz mi? Yoksa ne?