Mastra (Torul/Gümüşhane) Altın Sahasının Tarihçesi

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir Türk Şirketi altın üretimini gerçekleştirdi,  Gümüşhane – Mastra Altın Madeni, Ovacık’tan sonra ikinci Türk altın madeni olma yolunda hızla ilerlemektedir denilse de bu, Mastra sahasının öyküsü olmamaktadır. Koza Grubu, Normandy Madencilik şirketinin bütün hisselerini Newmont Mining Corporation Şirketi’nden 01/03/2005 tarihinde ve Dedeman Madencilik şirketine ait hisseleri 12/08/2005 tarihinde satın alarak Mastra madeninin tamamına sahip olsa da, Gümüşhane – Mastra Altın Madeni sahasının tarihçesi buradan başlamamaktadır.

Koza Altın Madenciliği İşletmelerince bugünlerde işletmeye geçen, “Mastra Altın Sahası”nın öyküsü, devletimizin ön önemli kuruluşlarından biri olan ve ne yazık ki de, 15.06.1984 tarihinde çıkartılan “Maden Kanunu” ile “eli kolu fiilen bağlanan” MTA Genel Müdürlüğü’nün ve bu güzide kurumun Bölge Müdürlüklerinden biri olan “MTA Doğu Karadeniz (-Trabzon) Bölge Müdürlüğü” Teknik elemanlarının –ki, gençliklerinin en güzel yıllarını eziyet altında geçiren cefakar mühendislerinin– öyküsü olmaktadır…

Tabii ki bu yazı MTA’nın öyküsü olmayacak, ama Mastra Altın Sahası’nın ortaya çıkarılışını yazarken, MTA Genel Müdürlüğü’nün çalışanlarının da öyküsünü yazmış olacağız! Bunu yaparken, Mastra’da çalışanı ve çalışmayanı ile, bugün yaşamayan ‘Eski MTA’yı temsil eden ‘elemanların’, sukût aleminde koca bir çığlık olmalarının da kısa hikayesini anlatacağız.     

İşte, bu ‘sessiz çığlıklar’ın alın terlerinden biri olan ‘Mastra Altın Sahası’nın öyküsü; projelendirildiği 1990 yılı kış sezonunda Trabzon Bölge Müdürlüğü’nde başlamış; arazi çalışmalarının başlatıldığı yaz (Mayıs-Eylül ayları arası) sezonunda ise, Gümüşhane’de doğmuştur. Artvin, Rize, Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun, Sinop, (sonradan il olan Bayburt da dahil) Gümüşhane illeri sınırlarını kapsayan bölgede görev yapan “MTA Doğu Karadeniz (Trabzon) Bölge Müdürlüğü”nün, bu çalışma alanı kapsamında her yaz sezonunda gerçekleştirdiği çalışmalardan ikisi de, 1990 yılı yaz sezonunda Gümüşhane ilimiz içersinde açılan ‘Geçici iş yeri’nde başlatılmıştır. Farklı işler olmasına rağmen, ortaklaşa kullanılan iş yerinden sürdürülen bu çalışmalardan biri, bu satırların da yazar’ı; mühendisliği sürerken de ‘Araştırmacı Yazar’ olan bendeniz, Jeo.Yük.Müh. Ahmet Musaoğlu’nun ‘Kamp Şefliği’nde, iki teknik elaman arkadaşım ile gerçekleştirdiğim (son arazi çalışmam olan), “Gümüşhane yöresi Kömür araştırmaları”, diğeri ise, asıl hikayemiz olan; Kamp Şefliği’ni Jeo.Müh. Hacı Kansız’ın, Jeo.Yük.Müh. Sezai Akıncı ile birlikte yürüttükleri; Gümüşhane bölgesini de kapsayan, “Prospeksiyon çalışması (-nümune alımı şeklinde gerçekleştirilen çalışma)” olmuştur.

İşte, ‘Mastra Altın Sahası’nın doğuş öyküsü de,  “işletilmeye” başladığı dönemden değil, bu dönemden; Hacı Kansız ve Sezai Akıncı’nın yaptıkları “Prospeksiyon” çalışmalarından başlayarak ‘yazılması’ gerekiyor. Bu yapıldığı zaman, hem, hiçbir ‘özel sektör’ün veya madencilik söktöründeki ‘yabancı sermaye’nin; MTA olmadan bir hiç oldukları ortaya çıkmış oluyor; hem de, Mastra sahasının ortaya çıkışı ile ilgili olarak geçmişte bana teslim edilmeyen bir ‘hakkın’, yapılan bir ‘haksızlık’ olduğu da görünür oluyor.

Mastra’da Altın varlığının bilinebilir olması, Hacı Kansız ve Sezai Akıncı arkadaşlarımızın; Mastra/Torul yöresindeki çalışmaları sırasında; zor bir yamaçta bulunan alterasyon sahasına inen Sezai Akıncı’nın, oradaki Kuvars damarlarından aldığı örneklerde, Altın (Au) da olup olmadığının tespiti için; işin gereği olarak sezon (1990) bitimine doğru analiz için Genel Müdürlüğümüze göndermeleri sonrası (1991 yılı başlarında), gelen analiz sonuçlarından üç örnekte, ‘Altın’ bulunduğunun tespiti ile başlıyor.

Bu döneme kadar bölgede Altın bulunamamasının önem arz etmesi, sonuçların ‘teyidini’ gerekir kılmasının yanında; Genel Müdürlüğümüzde, MTA Genel Müdür Muavini olarak görev yapan, “Trabzon Eski Bölge Müdürü”müzün hassasiyeti de (!) birleşince, Altın örneklerini ‘ilk’ bulan arkadaşlar; ‘yeniden örnek almak’ için tekrar Mastra sahasına gönderilmişlerdir!..

İşte, hâlen Koza Madencilik’ce Altın işletilmekte olan ‘Mastra Altın Sahası’nın bugünkü sürecine gelmesinde, sözkonusu bu ‘tekrar örnek alma’dan sonra ‘rol çalan’ “Eski MTA”lı diyebileceğimiz Ahmet Musaoğlu’nun, gösterdiği ‘kişisel hassasiyet’ de önem arzediyor.

Ahmet Musaoğlu, “Gümüşhane Kömür araştırmaları” çalışmalarını bitirdikten sonra döndüğü asıl işyeri olan, Trabzon MTA Bölge Müdürlüğü’nde; mevcut ‘teşkilat şeması’ içersinde bulunmasına rağmen, teknik elamanların benimseyip istemediği “Maden Hakları Ruhsat Servis Şefliği”ni talep etmesi sonrası; 1991 yılında bu göreve atanmış, bu yeni görevi sebebiyle de, “geçici işyeri (arazi) çalışmaları” son bulup, ‘masa başı’ görevi başlamıştır. İşte, bu nokta, Ahmet Musaoğlu’nun hâlen süren ‘Yazarlık tarihi’nin ‘fiilen’ başlaması, ama aynı zamanda, Mastra Sahası’nın ‘tarihsel süreci’nin yazılmaya başlaması da oluyordu!..

Çünkü, sahada Altın olup olmadığını teyiden, yeniden nümune almak için ‘tekrar’ Mastra sahasına giden Hacı Kansız ve Sezai Akıncı arkadaşlarımızın, aldıkları bu yeni (tekrar) örnekler, Ahmet Musaoğlu’nun; “Ruhsat Servis Şefi” olarak diğer yetkili arkadaşları ile birlikte oturduğu odadaki –fazla malzeme odacığı denilebilecek– küçük bir odada öylesine durduğusırada  ‘devreye girip’, örneklerin analiz için Ankara’ya gönderilmesi gerektiği ısrarı ile Genel Müdürlüğe gidiyordu.

Tekraren (teyiden) alınan bu örneklerin, gelen analiz sonuçlarında da “Altın değerleri” tespit edilince, Ahmet Musaoğlu’nun; ‘görevinin gereği değil’, tanıyabilenlerce bilinebilen, ‘işbilirliği’ özelliğinin devreye girmesi ile, Mastra Sahasının tarih sayfaları da açılıyordu. Musaoğlu, Altın değerleri tespit edilen Mastra sahasının; kısa bir süre sonra ‘Arama Ruhsat Sahfası’ süresi’nin bitecek, bunun sonucu olarak da MTA’nın elinden çıkacak olması ‘tehlikesi’ni önlemek için, ilk adımı atıyor; ‘Ön İşletme safhası’na geçilmesinin (ruhsat süresinin uzatılmasının) sağlanması için Ankara’ya; MTA Genel Müdürlüğü’ne gidiyor, ‘doğacak bu tehlikeyi’ konu ile ilgili yetkililerle görüşüyordu.

Genel Müdürlükte, Maden Etüd Daire Başkanlığı bünyesinde bulunan o zaman ki “Altın Servis Şefliği” birim amiri, ki, hâlen ki KTÜ Rektör Yardımcısı Necati Tüysüz Bey’le konuşarak; Bölge Müdürlüğü olarak Mastra sahasını çalışmak istediklerini, sahanın MTA’nın elinde kalıp çalışılabilmesi için de, ‘bitmekte (yani süre bitmesi ile üzerinde hak iddia edilemeyecek olan)’ olan “Arama Ruhsat Safhası”nın bir üst aşaması olan, “Ön İşletme Safhasına” geçilmesi gerektiğini, bunun için de, Altın Servisi’nce yazılacak “Son Arama Faaliyet Raporu”nun, “elimizde yeteri veri olmasa da, mutlakaOlumlu yazılması” gerektiğini ifade ederek –raporu yazacak arkadaşlarla da görüşerek-, yazılacak faaliyet raporunun “Olumlu” yazılmasını sağlıyor, bu girişimi ile ruhsatın MTA’nın elinden ‘çıkmasını’ önlemiş oluyordu.

Bu noktada, yanlış anlamalara sebebiyet vermemek için de şunun bilinmesi gerekiyor: Ahmet Musaoğlu’nun, bu aşamaya kadar yaptıkları ve bundan sonra da yapacakları, kendisinin yürüttüğü ‘Ruhsat Servis Şefliği’nin sorumluluğu gereği değildir. Zaten de (-yanlış bir şekilde hâlen de) önemsenmeyen ‘Ruhsat Servis Şefliği’; bir maden sahasını çalışan Teknik elaman/lar/a, ‘müdahale’ edebilecek konumda değildir. Sonradan maden (-Altın da) ortaya çıkabilecek herhangi bir maden sahasının, ‘Arama’ veya ‘Ön İşlteme Faaliyet Raporu’nun “Olumsuz (veya Olumlu)” yazılmasını kendi yapmadığı için de, zaten sorumluluk altında değildir. Doğabilecek sorumluluk, ‘ilgi sahayı’ çalışan teknik eleman/lar/a aittir. Dolayısıyla da, Mastra’nın tarihsel sürecinde Ahmet Musaoğlu’nun ‘müdahalesi’, ‘Ruhsat Servis Şefliği’ görevinin ötesindedir.

Onun Mastra sahasına ‘müdahalesi’, hem ‘arazi çalışmalarından’ gelen deneyimli bir teknik elaman olması, ama aynı zamanda “Eski MTA”lı olması ile alakalı, dahası ise; mühendislik hayatı sonrası da görülebileceği gibi, bulunduğu alanda ‘sorumluluk alması’nın çevreye yansıması da oluyor. Bilemeyenlere için, “Eski MTA”lının ne demek (?) olduğunu şu örnekle açarsam da: “Eski MTA’lı, bir ruh/kimlik’tir; onu kaybeden, MTA’da çalışsa/yaşasa da, MTA’lılığı da kaybeder, MTA’yı da yok eder; para veya ödül onlar için değildir; gurur duydukları kurumları ile, ülkenin menfaatleri onlar için her şeyin üstündedir. Musaoğlu’nun şahsında anlatılmak istenilen de, “bu ölü kimliği” bir an için yaşamak, madenlerimizin ya da ülkemizin selameti için ‘yeniden bu kimliği diriltmek’ hayali (amacı) oluyor.

Altın Servis Şefi Necati Tüysüz Bey ile yaptığı görüşme ile, Mastra Sahasının Faaliyet Raporu’nun “Olumlu” yazılmasını sağlayarak, ruhsatın MTA’nın elinden çıkmasına ‘engel olan’ Musaoğlu; buradan, (MTA’nın sahip olduğu Ruhsat sahaları ile de ilgilenen) Fizibilite Daire Başkanlığı’na geçerek, oradaki yetkililer; sonradan MTA Genel Müdürü de yapan Daire Başkanı Ali Kemal Işıker ve Yardımcısı Nedim Kutluay ile görüşerek; “Bölge Müdürlüğü olarak Mastra sahasını çalışma arzularını” onlarla da paylaşıyor; Daire başkanlığı bünyesindeki ilgili arkadaşlarla –ki bunlardan biri, sahanın Projelendirilmesi sonrası Proje Koordinatörü olan Neval Hanım– toplantı yapılıp, Mastra sahasının çalışılması için “proje oluşturulması” kararı ortaya çıkıyordu.

MTA’ca çalışılması için Projelendirilen Mastra sahasında, 1993 yılı ilk aylarında, Fizilipite Dairesi’nden Neval Hanımın Koordinatörlüğü’nde ama, MTA Doğu Karadeniz Bölge Müdürlüğü’nden Jeo.Müh. Z.Y.’ın Kamp Şefliği emrindeki, geniş katılımlı bir teknik elemen ve işçi kadrosuyla çalışmalar başlatılmıştır. 

Sahanın bölgede çalışılan “ilk Altın Sahası” olması, fakat dahası; çalışmalar başladıktan sonra Genel Müdürlüğümüzden (resmi yazı ile) gelen, ama Enerji Bakanlığımızın isteği olan; “Mastra sahasının (kısa sayılabilecek bir sürede) çalışılarak, yabancı sermayeli Euro Gold firmasına devredilmesi öngörüsü, çalışmanın başındaki arkadaşımızda da, psikolojik bir baskı oluşturmuştur. Üç buçuk ay gibi bir zamanda saha çalışmasının bitirilip raporunun yazılmasının istenilmesi ile doğan olumsuz havayı aşmak üzere; o dönemde Trabzon Uzun Sokak’ta yeni açılmış olan bir pastaneden, Mastra Sahası’ndaki çalışan kişi sayısı denilebilecek bir sayı olan (yanlış hatırlamıyorsam) 180 kişilik yaş pasta ile, Etüd Başmühendisi Murat Er arkadaşımla birlikte, çalışma merkezinin bulunduğu Torul’a; tabir caizse yaptığımız ‘çıkarma’da da yine, ‘rolümüzün’ üstündeydik. Kim şimdi ne, ne kadar hatırlıyor bilemem, iyi bir motivasyon olmuştu o gün diye de hâlâ da düşünüyorum.

Çalışmalar sürerken (hatta bugüne değin ki süreçte) beni “tek” mutlu eden şey, işyerini ziyaret eden; MTA Fizibilite Daire Başkanlığı Yardımcısı Nedim Kutluay Bey’den geliyor; yaptıklarımı hatırlamayan (!) insanlar huzurunda, bana; -Senin bu konuda neler yapığını biliyoruz, şeklindeki onur verici sözleri oluyordu. Nedim Bey şu an nerede bilemiyorum, o da benim gibi Emekli’dir sanırım; kendisine şükranlarımı sunuyorum ben de buradan.

Saha çalışmasını zorlaştıran “zaman sınırlı” öngörü, işyeri ‘Yetkilisi’ arkadaşı bayağı yoruyor, o kadar bir yorgunluk ki bu, baştan beri ‘rol çalan’ bendeniz, onu alıp bir doktora götürüyordum. Dahası, sahanın Euro Gold’a devredilmesi için gereken “Bitirme raporu” yazılması sorunu için de, -Merak etme, sana yardım edeceğiz öngörümle kendisini rahatlatıyor, Murat Er arkadaşımla birlikte Torul’a giderek;  işyerindeki küçük bir odaya, 10-15 gün gibi bir zaman kapanarak; bugün işletmeye geçen Mastra Altın Sahasının elde bulunan temel raporunu yazıyoruz. Zor şartlarda bulunan arkadaşlarımıza yardımdı bu, yapmalıydık, olan da bu oluyordu. Haliyle de, raporun yazımında da önemli bir ‘rol çalmış’ bulunuyordum. Hani, yukarıda bahsettiğim ‘Nedim Bey jesti’ var ya, ona benzer bir şey hiç görmüyor, Raporu yazanlardan biri olmama rağmen de, “teşekkür edilenlerden” bile olmuyordum…

Neden (?) diye sorarsanız, “soran/sorgulayan memuru” istemeyen idareci; idarecinin sevmediği arkadaşını sevmeyen arkadaşlık yapısı sözkonusu. Yaşanan toplumsal/devlet yapısı, beni ‘sevseydi/ödül verseydi’ zaten, kendimde bir eksiklik görürdüm; bugün bile ödül/takdirname alanları, bulunduğu konumu hak etmeyen idareciler ile “işbirliği yapanlar” olarak görmemi, az sayıdaki istisnalar dışında, hâlâ da sürdürüyorum… Mastra Sahasının çalışmasının bitirilmesi sonrası MTA’da, ilgili ilgisiz kişilere ‘ödüller’ dağıtıldı, Yetkili (ağabeyi)mizin (memurluğun gereğine aykırı olarak) söylediği gibi de, benim ‘ödüle’ ihtiyacım yok (!); ben ‘hakkımı’ yıllar sonra da olsa buradan alıyorum; biz “balık bilmezse Halık bilir’e lafzen değil, kalben inamışlardanız…

Mastra Altın Sahası’nın bulunuşu ile ilgili bütün bu paylaştıklarım, o günlerden bugüne, hadisenin içersinde bulunan arkadaşlarımız tarafından zaten biliniyor ama; hâlen de MTA Bölge Müdürlüğümüzde ve Gümüşhane’de görev yapan Jeo.Yük.Müh. Sebahattin Güner arkadaşımızın, bir çalışmasında kullanmak üzere konu ile ilgili olarak benden de istediği bir yazılı metne de cevap olmak üzere, ama buradan kamuoyu ile de paylaşıyorum. Sahayı “şu veya bu buldu” spekülasyonlarını önlemek ya da “Yabancı sermaye buldu”, “Özel sektör buldu” denilmemesi için de ama, “tarihe not düşmek” için  yazıyorum. Bu yazıda “isimleri geçenler”in hepsi yaşıyor, onlara da sorulabilir; açıklamama (esasta) itiraz edebilecek olan varsa, onu da doktora götürmeye hazırım, çünkü; Mastra’nın ortaya çıkarılışının ifade ettiğim bu “esas”tan başka gerçeği yok…

Yaşanları açıklamamın bir sebebi de şu: Çıkardığı Maden Kanunu ile (de) MTA’yı (da) batıran; özelleştirme hurafesi ile de, MTA’nın bulduğu madenleri işleten Etibank’ı da yokeden (!) rahmetli Turgut Özal, “Memurum işini bilir” diyerek hem devlet memurluğunu küçülttü, hem de yok etti gitti. Çok açık ve net, iddialı da söylüyorum; “İyi bir devlet memuru” ile, ne ‘yabancı sermaye’ ne de ‘özel sektör’ hiçbir zaman “baş edemez”; “iyi memur istemeyenler”, memuru (devlete sahip çıkmayı) yok ettiler, sonra da ülkemizi yabancı(ya) sermayeye -IMF, DB, DTÖ’ye, BM, NATO(ya)-, dolayısıyla KüreselciNlere teslim ettiler… Altınınız sizin olsun, bana çaldığınız “Kimliğimi” geri verin, o bana yeniden MTA (-Eski MTA’lı) ve Etibank da kurar, Altını mı da zaten geri verir!..

Söz ettiğim ‘kimlik’, bugünlerde manşete çıkan ‘Nabucco’ hurafesinin, söylenildiği gibi ülke menfaatine olmadığını; Köktendinci Yahudinin Tanrı’sının, Babil (-Nabukadnezar) olarak kabul ettiği “diğerlerinden” intikamını (!), Nabucco’nun (Nabukadnezar’a atfen, Musevi olmayanların), İbranilerin yüce tanrısına “boyun eğmesini” anlattığını da söylüyor… Anlayamayacak olanlar için, “sivrisinek/davul meselesi” demeyi seviyorum, hadi iyi davullar!…

Ahmet MUSAOĞLU/ Gümüşkoza Gazetesi, 17.07.2007

   Araştırmacı Yazar

      Jeo.Yük.Müh.