Uzun bir zamandır, “Sunni İslam” olana biçilen “yeni dini anlayışının, “Türk/Alevilik” olacağını söylememin/yazmamın yanında, “Milli Görüş Hareketi” ile yorulan”, “AKP-Hocalı Harelet Dönemi”nde “yorulması” henüz bitmeyen Müslümanların, bir “kurtuluş” olarak “Müslüman sol” hurafesinin (Tdk: hura:fe- din b. Dine sonradan girmiş yanlış inancın) kucağına düşeceğini pek çok kez konuşup, yazmış da bulunuyorum. Numan Kurtulmuş ‘partisi’nin yüklendiği “Müslüman sol” hurafesini dikkate aldığımızda, öngörülerimde ne kadar haklı olduğum görülebiliyor…

Bu hurafe için, 04 Mart 2010 tarihli, “Müslüman Sol, hurafesine, İhsan Eliaçık’a reddiye-1” başlıklı yazımda; “Türkiye’deki İslami hareketleri Milli Görüş ile başlatıp, AKP ile devam ettirdiğimizde, bu ‘iki hareketten’ ilkini, İslami hassasiyette bulsam da, ‘bilgi hareketi’ olarak görmediğimi, bu sebeple de zaten başarılı olamadığını düşünüyorum. Bu değerlendirmemizi AKP üzerinden yaptığımızda, ‘İslami hareket’ denilse de, yıllardır söylediğim/yazdığım gibi de, ‘(AKP-) Hocalı Hareket’ döneminin, ‘İslamın değerlerinin’ öldükçe öldürüldüğü dönem olduğunu bir kez daha ifade ediyorum. Bunları ifade etmemim sebebi şu: Biri (-Milli Görüş) yaşanıp bitmiş, diğeri (-AKAP), ANAP gibi görevi bitince bitecek olan sözkonusu ‘iki dönem’ sonuçları; Müslümanları… savurdukça savurmuş olduğu/olacağı için, kendilerine ‘saldıracak’ en küçük bir rüzgarda ‘nezle/grip’ olunduğu, olunacağı daha şimdiden görülebiliyor…‘iki hareket’in, İslam geleneğine  yaşattığı hüsrandan sonra…savunacak ideal aranması boşluğu hâlen de sürüyor! İşte, tam da böyle bir dönemde, bir ‘havuç’umuz doğuyor, öncesinde de söz edilmiş, zemin hazırlanmıştı ama, ‘havuç’u uzatan ‘el’İhsan Eliaçıkoluyordu…‘Müslüman sol’umuz doğurtuluyor. Bu akımın ‘ilk doğuşu’…Mehmet Bekaroğlu ve Ertuğrul Günay‘ın önderliğinde başlatılan, Aralık/2006’da kamuoyunda tartışılan ‘Yeni Siyaset Girişimi’ adlı hareketin, ‘Müslüman sol’ ya da ‘Müslümanlık’la barışık bir sol’ olarak konuşulduğunu bilebiliyoruz. Bekaroğlu ve Günay ‘ikilisi’nin arkadaşları Nuray Mert’in; 06.07.2007 tarihli Radikal’de; ‘Müslüman sol’a ne oldu?’ diye sorduğu başlıklı yazısında, ‘Ben Müslüman olan birinin solcu olabileceğine, hatta daha doğrusu solcu olması gerektiğine inanan biriyim.’ denilse de; biz, “Müslüman olan birinin”, Müslüman dışında bir isimle anılamayacağını, Kur’an-ı Kerim’in bildirdiğinden de bilebilen biriyiz. 2006’daki, ‘Müslüman sol’ olur, ‘alt yapı oluşturun’ tartışmalarından sonra, İhsan Eliaçık’ta, ‘model çocuğun’ büyü(tül)düğünü görebiliyoruz…Eliaçık….‘bahçe sahipleri/zenginlik – fakirler’ ölçüsü koymuş, bir diğer ‘insani pislik’ olan sosyalizm olanını Müslümanlara çözüm gösteriyorÖlçünün, başta ‘Allah’a iman’ olduğunu unutup, kazanılan ‘ölçüsüzlüğü -mesela, cehenneme sadece onun için gidilirmiş gibi; zenginler yoksullara bigane kaldıkları için cehennemle tehdit ediliyor ölçüsüzlüğünü’, bize ‘ölçü’ biçiyor…Bu zihniyete reddiye yazmaya değmez…Tevrat ve İncillerini, Markx’larını da alsın ne yaparsa yapsınlar ciddiye alınmaya değmez…” diyordum (1). Düşüncelerimi İhsan Eliaçık’a da yazıyordum amma, ülke insanın tercihinde, “ünlü/bilgisiz” olan “tercih hâli” neredeyse “genel kabul” olduğu, dolayısıyla da, “doğru”yu sunan “kaliteli/bilgili” olma hâli, prof.larda, hacı hocalarda, yazarlarda da pek olmadığı için, ortalıkta, ‘Müslüman sol’ “olmaz” diye itiraz eden hâl de pek görünmüyordu.

“Biz” de her ne kadar, bu hurafeyi “ciddiye almaya değmez” dedik ama, 1000 küsur sene önce bile “Nüzül-i İsa ve Mehdi”beklenilip de, gelen giden olmamasına –aradan 1000 küsur sene geçmesine– rağmen de, bugünlerde hâlâ da beklenilmesi örneğinde olduğu gibi de, “Müslüman Sol” hurafesine inanacak ‘Çarpık Tercih’, bolca çıkabiliyor. Bunun için,  kendi ‘web site’mde, İhsan Eliaçık’a gönderme yaparak; “Ebu Zer’leşme hareketi, “İslam ile çöplükteki Sosyalizmi özdeşleştiriyor, aman HA, dikkat… diye de yazıyor, dahası, ülkemizde Müslümanların –Milli Görüş yanılgısı yaşanması ve yaşanacak AKP yanılgısından sonra– “Müslüman sol/ inançsızlığına” dönüşeceği şimdiden zemin hazırlanmasından da– anlaşılabiliyor, bir ‘şey’, sentez olunca, ortada o ‘şey’ kalmaz, “İslam” ile “Sol” denilen ‘İslam dışılığın’ sentezi, ‘Lego dinler’ anlayışı için gerekiyor, Lego dinlerher dinden ‘birer parça’ alınarak oluşturulan ‘kişisel dinler’ demek oluyor, bu amacın bir sonraki adımı da, ‘Küresel -Tek- Dil-Devlet-Din’, yani ‘Babil Sendromu çözümü’ oluyor da diyordum. “Biz” ne dersek de diyelim, “ünlüler modası” yaygınlığı, “kaliteli/bilgili olmayanlar” podyumda olduğu için, “Müslüman sol” hurafesini sürdürecek “siyasetimiz”, “Halkın Sesi Partisi”  doğuyordu!..

Halkın Sesi Partisi’nin etkin simlerinden biri, Nihal Bengisu ve Ahmet Tezcan’nın sunduğu “İkide Bir” programında,“Kılıçdaroğlu’nun başında olduğu bir CHP’ye geçer misiniz?” sorusuna, önce tereddütlü bir cevap verip de, programın sonlarına doğru, “Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’ye destek verebileceğini, kendisi gibi herkesin de destek vermesi gerektiğini”söyleyen Mehmet Bekaroğlu oluyor (2), bu açıklamasının yaklaşık 5 ay sonrasında ise, “Halkın Sesi Partisi” kurucularından biri de o oluyordu…

Bekaroğlu veya HAS Parti neymiş!..

Mehmet Bekaroğlu, Radikal Gazetesi’nde, “Allah, ekmek, özgürlük” başlığı ile çıkan Güldal Kızıldemir röportajında; “Halkın Sesi Partisi daha sol ve antiemperyalist bir duruşa ve İslamcı özgürlük anlayışına sahip olacak” diyordu ama (3), dünyada “emperyalistlik” diye bir şey yaşanmadığını, emperyalizm denilen şeyin aslında, “fundemantalizm (köktendincilik)” olduğunu, tüm Batı Tarihi’nin, “fundematalist Batılı Beyaz Adam Tarihi” olduğunu bilmiyordu. Dahası ise,  hem “İslam olan’dan bihaber”, hem de fizik biliminden bihaber; “Tanrı sadece O olan Allah”, insanı “başıboş” bırakmamış, kendisine, “İmtihan Salonu’nda yaşıyorsun da demiş, tanınmış fizikçi Paul Davies’e göre de, “Kainat bir saat gibi işleyen ve kendini yenileyen bir mekanizma. Bu mekanizma içinde özgür davranışın pek yeri yok” değer ölçüsünü, yani, yaşadığımız Evren Sistemi’nde “özgürlük” olamayacağını da bilmiyor…

Sözkonusu röportajda, “Dinin siyasetin aracı olamayacağını tartışmasız biçimde söylüyoruz.” dese de (4), “dinsiz siyaset yapılamayacağını”, inancı “kullanmanın” kendisi/partisi ile de süreceğini görebilmek için, geçmiş(lerin)e biraz bakmak da zaten yeterli oluyor…

“…bütün dinler, büyük öğretiler, fakirin öfkesi olarak gelmiştir.” diyordu ama (5), “İslam dininden bihaber” olduğu için “İslamın”, “fakirlik/yoksulluk” için gelmediğini, “iman esası”, “imtihan için” geldiğini de bilmiyordu. Bu bilgisizliği sebebiyle de, kitleleri bir kez daha yanıltacak biri oluyor…

Bizim için önemli olan insanların eşitliği, biricik ve muhteremliği ve kutsallığı…” diyordu amma (6), “biraz aklı başında” bir insan bile, “insanların eşitliği (tek tipliği)” diye bir şeyin sözkonusu olamayacağını, yaşanan bir kaç bin yıllık belgeli-bulgulu “insanlık tarihi”nin de zaten bunun görüldüğünü, “kutsal” olanın ise, ancak, “ilahi olan” olacağını da bilmiyor…

Mevcut siyasal yelpazenin bir oyun, bir aldatmaca olduğunu düşünüyoruz.” diyordu amma (7), asıl da, kendi siyasi yelpazesinin, dolayısıyla  kendisinin de, BM’ci, NATO’cu, IMF’ci, Dünya Bankası’cı (vb..) de olacağı için, “Amerikancı”, ama aynı zamanda, bir “oyun, bir aldatmaca (kandırmaca)” olacaklarını da söylemesi gerekiyordu. Parti programlarının final cümlelerinin, “Her şey; iç ve dış politika… piyasa, AB, NATO, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü vs bu prensip etrafında dönecek, asla bu prensibin dışına çıkılmayacaktır.” şeklindeki Amerika’ya “bağlılık” mesajı da zaten, halkın nasıl kandırılacağının delili de oluyor…

..ekmekle özgürlük aynı şey. Ekmek yoksa özgürlük yok. HAS Parti’nin dışında Mehmet Bekaroğlu olarak söylüyorum: Allah, ekmek, özgürlük! Aslolan ekmek. Ekmek olmayınca, bir insan ekmek, rızık ve istikbal korkusu içindeyse, birilerinin önünde eğilecektir. Biz la ilahe illalah’ı böyle algılıyoruz.” diyordu ama (8), Bekaroğlu “cahilliği” az boz değil, “yeni din icadı” gibi görünüyor. “Aslolan ekmek” ve “(haşa) Allah değilse”, o zaman, ekmeği oluşturan buğday, “Ben ‘evcil buğday’ olup da, Bekaroğlu’nun da sofrasına konayım, onu da doyurayım” demiş mi oluyor! Hadi bu “cahillik” istenilmeden yapıldı diyelim, peki de, “rızık korkusu”nun, İslam’a göre, “şirk koşma” olduğunu da bilmiyor mu! “Eğer, aslolan Allah olmazsa”, ekmeği kim verecek ya da ekmek sofralara nasıl gelecekti demeye de gerek yok; “rızık ve istikbal korkusu” ile eğilme, “Müslüman gibi Müslümanım” diyen(ler)de olmaz, olmuyor, ancak, “kendi kimliğini yaşamayan (kırık) kimlik”, herkesin önünde eğilir, “doğru/bilgi” bu oluyor. Mehmet Bekaroğlu, “la ilahe illalah”ı “böyle algılıyoruz” dese de, bir kardeşi olarak “Ben” kendisine; “aklını başına al” diyorum, çünkü, ‘la ilahe illalah’ın “anlamı” tek; ekmeği de “Allah’ın verdiğine” inanmayana, –Sen şirk koşuyorsun diyen de, o “tek anlam” oluyor.Bekaroğlu, gösterdiği “algı bozukluğu” sebebiyle,kendisinden daha solcu bir psikiyatrise, mesela da, kendisi gibi partisinin kurucusu Erol Göka’ya ‘uzanması’ gerekiyor, çünkü; Sosyalist doktor’lu (!) ‘Müslüman Sol’ anlayışı zaten, psikiyatrislerin siyaset yelpazesine giriyor…

“Müslüman Solcu” olabilir mi?..

Milli Görüş Hareketi’nden türeyen “son parti” olan “Halkın Sesi Partisi”nin, ‘ilk olağan Genel Kurultayı’nda, ‘Müslüman Sol parti’ kavramı’; çalınan marşlar veüzerinde “Şafak devrim vaktidir“, “Güneşe el sallayın“, “İnkılaba az kaldı (vb.)” yazılı, asılan dev pankartlardan da yansıyordu. Bu partinin “kurucuları” arasında, Türkiye Birleşik İşçi Partisi’nin (TBİP) yakın döneme kadar Genel Başkanlığı’nı yürüten, Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan da bulunuyordu. “Sosyalist doktor” olarak tanınan Kılıçarslan, partiye katılışı ve programı için; “Mehmet Bekaroğlu ile ‘Müslüman sol’ hareketini oluşturmuştuk. O zamandan beri de ortak toplantılar düzenliyorduk. Genel Başkanı olduğum Türkiye Birleşik İşçi Partisi’nde siyaset yapıyordum. Numan Kurtulmuş Saadet Partisi’nden ayrılınca kuracağı yeni partinin kurucularından olmamı istedi. Bekaroğlu da beni ikna etti ve böylece HAS Parti’ye katıldım….Bence program ileri bir sosyal demokrat program.” diyordu (9). Kurucusu, siyasi yelpazeleri için, “Müslüman sol” diyor, partilerinin programı için de “sol (Sosyal Demokrat)” diyordu. Partinin Genel Başkanı Numan Kurtulmuş da; “partinizde sosyalist isimler var, peki“Sosyalist Müslüman’ olabilir mi?” sorusuna, “İnsan hem sosyalist hem Müslüman neden olmasın?” diyordu (10). Parti kurucusu Erol Göka, Mehmet Bekaroğlu’nun, “İslamî sol” dediğini ifade ediyordu (11)…

            Bu durumda soru şu oluyor: “Müslüman Sol(cu)” olabilir mi?”. Ya da soruyu tersinden sorarsak, “solcu Müslüman” olabilir mi?” sorusu cevap bulması gerekiyor…

Bu sorunun cevabını, bizatihi “Sol” düşüncenin içinden bularak vermemiz, bunun için de, “Sol”un ne anlama geldiğini tanımlamamız, “Müslüman/İslam olan” olan ile “çelişen” bir şey olup olmadığına bakmamız gerekiyor.

Bunu yapıp “Sol” denilene, mesela da, “Müslüman sol” denilen internet sitelerindeki tanımlama üzerinden baktığımızda; “…din hakkında söylenenler, bir insan tarafından söylendiği gerçeği atlanarak ilahlaştırılıp, yanılmaz teorilerden bir kimlik haline geliyor, bu sahte kimlik, dünyanın karşısındaki esas problemleri bir yana bırakıp, bu sahte kimliğini savunmayı merkezine alıyor, tartışmaya, eleştiriye kendini kapatıyor Kör, sağır, dilsiz oluyor”, görüşünü okuyor, ama aynı zamanda, “sol denilenin” esasının, bu olduğunu da bilebiliyoruz. Bildiğimiz bir şey daha var ki de, “bilgi düşmanı” bu cahiliyet, dinin ve tarihin ne olup olmadığını, nasıl ortaya çıktığını bilmeden saçmalıyor. “Müslüman sol” denilen “gerçek sahte kimlik”, dinin, insan üretimi olduğunu söyleyerek, bilimdışılığını, ama asıl da, dinsizliğini de ortaya koyuyor. “İslam (ilahi) olan” ile, “insani olan” “Sol” hurafeciliğin “sentezi (reformu)”, Bekaroğlu-Günay hurafeciliği ile başlayıp, İhsan Eliaçık “sallamalarıyla” zemin oluşturmuş, sonunda da, “Numangiller/Halkın Sesi Partisi” ile de partileşiyordu…

Her ne kadar AK Parti tanımını, “Muhafazakar Demokrat” olarak yapsa da; Müslümanları dönüştürme, “ilahi olan” İslam ile, “insani olan” Demokrasiyi “sentezleme” amacı yüklenmişti; karşıtı gibi olacak olan HSP ise, “İlahi olan” İslam ile, yine “insani olan”  Sol denilen hurafeyi “sentezlemeyi” görev üstlenmiş görünüyor. Bugüne değin “Müslüman eşittir sağcıdır” tanımlamasına paralel olarak, bu defa, “Müslüman solcu olmalı” anlayışı siyaset yelpazesine sokulmuş bulunuyor. Yine Müslümanları “avlayacak” bu yeni versiyon hurafe, tanrıtanımaz/kızıl, Şanar Yurdatapan ile, “Yeşil” diye bilinen Abdurrahman Dilipak“sentezi” benzeri yapı oluyor. “Ben İslamcıyım ama, Şanar’ın şarabına karışmıyorum” tarzı şeklindeki “tercihler”, sahip olunan “öz kimliğin” kişiden “kaybolması” sonucu ortaya çıkıyor. Bekaroğlu(giller) solculuğu da”,  aynen “Abdurrahman Dilipakçı ‘şarap tercihi’ gibi” duruyor, bu, yeni “Müslümanları Evcilleştirme projesi”, “öz kimlik üzerinde” değil, “kırılan kimlik” üzerinde duruyor…

Kur’an-ı Kerim ne diyor?…

“Müslüman sol” olup olamayacağı sorusuna bir de, “İslam (Müslüman kimlik) düşüncesi” üzerinden cevap bulmaya çalıştığımızda, Kur’an’da; Adem aleyhisselam’dan itibaren vaaz edilen din olan “İslam (Tevhid) dinine” inanan insanlara, Allah tarafından verilen ismin, “Müslüman” olduğu görülebiliyor:

“Bundan evvelki kitaplarda ve bu KUR’AN’da size müslüman ismini Allah taktı”.

      / Hacc (22) 78

Bu sebeple, her dönemdeki peygambere inanan/dönemindeki inanmış insanların ismi/tanımı, sadece, ‘Müslüman’ oluyor.

Kur’an-ı Kerim’de, tevhid (İslam) akidesine inanan insanlara “Müslüman” ismi takılmasının yanında; “Müslüman olarak can verilmesi” de istenildiği de bildirilmiş bulunuyor:

“Ey Müminler Allah’tan korkup sakının ve her halde müslüman olarak can verin”

      / İmran (3) 102

İşte, ‘İslam dini’ açısından gerçek bu oluyor, Allah’ın verdiği “Müslüman” ismi, “kimlik” oluyor. “Müslüman/İslam olanın” başka veya ek takıntılı başka bir ismi olmuyor, haliyle de, “Müslüman ismine”, başka tanım (ek) istenilmiyordu. İslamın solu, sağı, altı üstü olmuyor, “Müslüman/İslam” ancak, “Müslüman/İslam”la açıklanabilir oluyordu. Bu sebeple, “insani/yanlışlanabilir olan” hurafelerle de bir arada anılması doğru olmuyor,  “olur” iddiası, “din olan İslamı”, sentezleme/reforme etme amacı olur, oluyor…

Müslüman kişi, vatandaş olarak, oyunu şu veya bu partiye verebilir, ama, kendini, “Müslüman solcuyum” veya “Müslüman sağcıyım” şeklinde tanımlaması doğru olmaz, olmuyor. Bir kişinin veya partinin, şu veya bu şekilde kendisini “Müslüman/İslam” ile irtibatlandırması da hem doğru olmuyor, hem de “din istismarı” oluyor. Geçmişte, “İslam refaransımdır” denilerek Müslümanlar nasıl kandırılmışsa, geçmişlerinde şuculuk buculuk bulunanlar da, bugünler de, İslamın, “iman” önceliğini yoksayıp, parçalarından biri, “sosyal adalet” yönü üzerinden, Müslümanları kandırmaya çalışıyor. Her durumda kandırılanlar hep, –Ben Müslümanım diyen insanlar oluyor…

Kandırılanlar hep Müslümanlar oluyor…

“Milli Görüşün İflası…” başlıklı yazımda, bu hareketin “köylü hareketi olduğunu, bilgi hareketi olmadığını” iflas ettiğini yazmıştım. Farkında değiller hâlâ ama, karşı oldukları “sistemi” sürekli “tamir/tesis edenler” kendileri oluyor. “Merkez sağ” kulvarına AKP’yi “yerleştirdikten” sonra, şimdi de, “sistemin yeniden dizayn edildiği” bu dönemde, “Merkez sol” da üretmiş bulunuyor, “Merkez sol”a da HAS Parti’yi yerleştiriyordu. HAS Parti Partinin Kurucular Kurulu’nda bulunan “sol” düşünceli psikiyatrist Prof. Dr Erol Göka, HAS Parti daha kurulmadan –Ekim ayında-, “kurulacak olanı” öngörüyordu: “Son yirmi yıldır Sağ siyasî merkez, kendi dinamikleriyle değil, Milli Görüş Hareketi‘nin onarıcı katkılarıyla ayakta durabilmektedir…Milli Görüş Hareket’inden gelen böylesine gücün toplumsal ve psikolojik yapımızda bir yansıması olmalıdır ki, bu hareket mütemadiyen siyasî merkezin onarımını sağlayabilsin…Numan Kurtulmuş’un Milli Görüş Hareketi’nin son temsilcisi diye bilinen Saadet Partisi’nden istifa etmesiyle birlikte,bu hareket için artık yolun sonuna gelindiği, bundan böyle siyasî merkeze kadro devşirme işini üstlenemeyeceği…ihtimali güçlenmiştir…Milli Görüş Hareketi, ANAP ve ardından AK Parti’nin uluslararası siyasal konjonktürde kendilerine liberal-muhafazakâr pozisyonda yer bulmalarının ardından, içinden Numan Kurtulmuş’u ve arkadaşlarını çıkararak bu kez merkez Solu tahkim etme hayati vazifesini üstlenmiştir…Merkez sol çizgi…rahmetli Ecevit’in Demokratik Sol arayışının akamete uğramasından beri yani yirmi yıldan bu yana boştadır…önceden siyasî merkezde bulunan CHP de perifere doğru savrulmuş… merkezle bağını koparmıştır…Hızla dünyayı, dünyadaki ezilenlerin, müstazafların küreselleşmeci güçlerin istekleri karşısında ne yapmak istediklerini, yeni dünya arayışlarını anlayıp ülkemize uygun siyasetler geliştirebilecek Sol bir siyasete ihtiyaç vardır…Numan Kurtulmuş’unmerkez sol çizgiyi onun dillendirdiği kolayca fark edilebilir…İslami kültürün sol bir siyasî tavır üretmesinden daha doğal bir şey olamaz; İslam’ın “sol” bir okuması mümkündür. Bugünün dünyasında İslam’ın sol okuması, küresel liberalizme karşı alternatif bir siyasî söylemi gerektirir…Ülkemiz, küreselleşme süreçlerine uyum sağlayan merkez sağ liberal bir çizgi oluşturabilmeyi Milli Görüş sayesinde başarabilmiştir. Milli Görüş Hareketi…ihtiyaç duyulan merkez sol çizgiyi de üretebilecek potansiyelde olduğunu öteden beri…Mehmet Bekaroğlu’nun temsilinde gösteriyordu. Şimdi doğum gerçekleşmiş; merkez sol hareketimiz doğmuştur.”diyordu (12). Zaman Gazetesi’nde çıkan bu yazıda Erol Göka, “Bugünün dünyasında İslam’ın sol okuması, küresel liberalizme karşı alternatif bir siyasî söylem” dese de, bu büyük bir kandırmaca, üstelik de, “İslam olana”, küreselciNlerin “pisliğinin” yüklenmesi görevi de demek oluyor. Göka’dan sonra, aynı gazetenin yazarı Ali Ünal; “Necmettin Erbakan’ın başlattığı ‘İslâm temelli’ siyaset çizgi…artık tarihin malzemesi oluyor…Aslında birbirlerini dengeleyecek, birbirlerinin açıklarını kapatacak ve belki MHP’yi de içlerine çekebilecek potansiyelleriyle AK Parti ve Numan Kurtulmuş hareketinin nasıl birbirinin alternatifi halinde Türk siyasî hayatının geleceğine yön verebileceğini…gelecek yazıda tartışalım.” diyordu (13). Göka ve Ünal’ın öngörüleri, tıpkı Amerika’daki gibi, “iki (sahte) zıt” partili bir sistem demek oluyor. Ünal, 08.11.2010 tarihli yazısında, aynı öngörüyü yine yapıyor, fakat; AK Parti, HAS Parti’nin yanına bu defa, MHP’yi değil, BBP’yi koyuyor; ‘iç/dış dinamik ortaklığı’nın istediği, ülkenin geleceğini, “Müslüman hassasiyet ağırlıklı!!..” kesimin belirlemesi (!) oluyor…

Takiyye’yi Müslümana yapan model…

Bugün gelinen bu nokta için, 11 Ocak 2008 tarihindeki, “..laikperestlikten din devletine mi!.. İslam Eyvah!..” başlıklı yazımda; ‘Batılı Beyaz Adam, İslam dünyası üzerindeki amaçlarına ancak; ‘daha az İslami tanınan’ yapı (CHP) üzerinden değil, ‘daha çok İslami tanınan’ insanlarla ulaşabileceklerini biliyor diyordum. Ayrıca da, “Olmakta olan, ‘Laikperestmodel OUT’ ‘Takiyyeyi Müslümana yapan model IN’ olmuş olması oluyor. Olan sadece, dün/lerde İlahiyat/Tarikatları daha az kullananların, bundan sonra daha fazla kullanacakları oluyor, yoksa AKP’li Türkiye, İslam/Devleti HİÇ olmuyor!…İki sene önceki Ocak ayındaCIA’nın Web Sitesinde yayımlanan, National Intelligence Council imzasını taşıyan bir rapor, kucağımıza tartışacağımız konuları, İslam dünyasının gündemine Hilafet kurumunu, AKP sürecini destekleyen Zaman’dan Mümtaz’er Türköne üzerinden bırakmış bulunuyor..” diyordum (14).  18 Ocak 2008 tarihli, “Evcilleştirilen Müslümanlar” başlıklı yazımda ise, “Çok açık ve net, ABD-İsrail’e ‘karşı’ olan Müslümanların ‘evcilleştirilmesi’ için, artık ‘laikperest model’ değil,bu ‘iki ayak’ın ‘iktidarının’ sürmesi gerekiyor. Bu ‘iktidar’ döneminde, önümüzdeki zaman içersinde, İslam ile ilişkilendirilebilecek daha fazla serbestlikler yaşanılacak olması hâli, mesela ‘Başörtüsünün serbest’ olacak, hatta kucağımızda Halife de bulabilecek olmamız hâli gereği olacak, yoksa kimsede laikperestlikten din devletine mi geçiliyor endişesi yeşertmesin;‘Hocaefendi hareketli AKP Dönemi’, İslam geleneğinin içinin boşaltıldığı dönem oluyor, tarihe daha önce de gönderdiğim bir tespitim de bu oluyor.” diye yazıyordum (15). Dahası ise, hemen her dem, Müslümanları, “Ben Müslümanım” diyen insanların, “reforme ettiğini” sıklıkla da söylüyor, hem de yazıyorum…

Ali Bulaç ile “oy vermek!..” ya da bir kez daha “reforme” edilmek…

Ortada, “serbestlik”  olacak, “zulüm kalkacak” gibi bir argüman bulunsa da, uzun zamandır, başörtüsünün “serbest bırakılması”nın, “İslam olan” aleyhine olacağını düşünüyor, söylüyorum. Çünkü, bu durum, “bir değerimizin önce kaybettirilip, sonra da, bakın bulundu” denilmesi gibi oluyor. Bu tip hadiselerin buldurmaların”, KüreselciNlerin ulaşmak istedikleri misyonları için, “olması gereken daha muhafazakar” bir dünya için verilen “serbestiyet” olduğunu düşünüyorum. İşte, son zamanlarda “başörtü”nün ortalıkta dolaşması da bu oluyor. Ali Bulaç; “Kılıçdaroğlu’nun çok başarılı buluyorum…Toplumun yüzde 20’si yoksulluk sınırında ve bunları içine alacak, onların kendilerini bulacağı bir parti yok. Türkiye’nin Sosyal Demokrat bir partiye ihtiyacı var. Bu Sosyal Demokrat parti… Başörtüsünü kesin bir şekilde çözeceğine dair ikna edici ve somut adım atarsa söz veriyorum ona oy vereceğim.” diyordu (16). Ali Bulaç bu açıklamasıyla, daha kurulmadan, “Müslüman sol” hurafesini yüklenecek partiyi, HAS Partiyi öngörüyordu. O öngörür de, “etkilenmeyen” olur mu; Kanal D’de, bir programa katılan Kemal Kılıçdaroğlu’na,Osmangazi Üniversitesi’de öğrencilerinden “Başörtülü” genç bir kızımız,türban sorununu nasıl çözececeğinizi öyle bir anlatın ki ben de size inanıp CHP’ye oy vereyim diyor (17), böylelikle de, genellikle “Sağ”a verilen “oy”un, nasılda “Müslüman sol”a gönderileceği de ortaya çıkıyor. AKP’yi destekleyen –gereği üzere bazen de eleştiren– Ali Bulaç/giller, “bu olmayacak”, “şimdi bunu verelim” kapsamlı; “Müslüman Sol” denilen hurafe, kitlelerin yönlendirildiği pazarda, artık ‘sahne almış’ bulunuyor.

Daha önce de yazmış, bütün pis işler, Protestan Hıristiyan ülkelerden çıkıyor, demiştim. Bu, “İslami/Müslüman sol” diyebileceğimiz hurafe, Türkiye’de yeşermeden önce, Respect adıyla İngiltere’de yeşer(til)miş; sanki de İngiltere, “ABD-İsrail” ile birlikte “Irak’a savaş açan” devlet  değilmiş gibi, orada ortaya çıka(rtıla)n, “Irak savaşına karşı yükselen hareket” kandırmacasıyla, çok sayıda Müslümanın, Sosyalistlerle biraraya geldiği bir parti oluş(turul)uyordu (18). HAS Parti, onun “benzer/yerli versiyonu” oluyor, dünyadaki “yoksulluğun” sebebinin, “Anglosakson-Judea ortaklığı”nın politikalarının, yoksul ülkelerde uygulandığı yoksayılıp, “yoksulluk edebiyatı” yüklenilmiş bulunuyor. Boş söz depoculuğuolan bu edebiyatta, yoksulluğu oluşturan “Fundemantalist Batılı Beyaz Adam”a “karşı çıkmak” yok, haliyle “Müslüman sol” hurafe de, “İslam olanın” içinin boşaltılması, KüreselciNlere ‘hizmet’ oluyor. Nasıl ki, “Müslüman sağ (Muhafazakar Demokrat)” hurafe ile, “Kimse varmılar (!), İnsani Yardımlar (!)” gibi “yardımlaşma yapılanmaları” doğurtulup, yoksul Müslümanı, yine “yoksul Müslümanlara” nasıl baktırılmışsa, –ki bu durum, yoksulların, Anglosakson-Judea politikalara isyanını önlemek, halkı pasifize etmek için kullanılıyor-, “Müslüman Sol” hurafesi ile de, yeni bir “pasifize alan” oluşturulacak; yoksa, “AB, NATO, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü vs… prensipleri dışına çıkmayacağını ilan etmiş‘Halkın Sesi Partisi’ ile de“yoksulların ekmek bulacağı” iddiası, ütopya bile olmuyor…  

Cahillik… Cahiliyet…

Numan Kurtulmuş; tartışmalar içinde söylenen cahillik/cahiliyet sözünü asla tasvip etmiyorum diyor amma (19), Bizim “her tartışmamız” aynı zamanda, “hodri meydan” da oluyor, yaptığımız, “Küreselleşme / Yeni Dünya Düzeni” adı altında “dünyada neler olup bittiğini” ortaya koyarak, kendisini de “bilgilendirmek” oluyor, bunu yaparken kişiyi, “bilgisiz olduğu için” cahil olarak nitelememiz, “hakaret etmek” değil, sadece bir tespit; kişinin kendisine, “yeterli bilgisi olmadığını” hatırlatmak oluyor… Tarihe not düşmek için yazdığım da zaten biliniyor…

Ahmet MUSAOĞLU / 03.12.2010