YAPAN KİM ?
KENDİLİĞİNDEN OLUŞ MU? BİLİNÇLİ BİR TASARIM MI?
BİLİMSEL AKIL HANGİSİNE EVET DER?

İşte GALAKSİMİZ (Samanyolu);

       Bizler, bir spiral galaksinin (Samanyolu), yıldızlar yığılmış uzun bir kolunda yer almış Güneş sisteminin bir gezegeninden evrene bakmaktayız. 100 milyardan fazla yıldızdan oluşan galaksimiz Samanyolu, eğer spiral bir galaksi olmasaydı şimdi ölü bir yıldızlar yığını olarak evrenin soğuk ve karanlık boşluğunda anlamsız bir ada olarak kalacak, dolayısıyla da Dünya da canlılık da oluşamayacak, yaşıyor olmamızdan söz edilemeyecekti.

-Biz canlılar olduğumuza (ortaya çıktığımıza) göre galaksimizi spiral yaparak yaşamamıza imkan sağlayan kim?

Birçok özelliği bizim galaksimizin özelliklerine benzeyen galaksiler var olmuş olsa da, onların spirali oluşturan kolları yoktur. Kolları olmayan bir galakside (oval galaksilerde) ise, anladığımız anlamda bir canlılığın olma şansı yoktur (canlıların izini aramak bir hayaldir).

-Peki ama, galaksimizin kollu yapıya sahip olmasını sağlayan kim?

Gerek galaksimizde, gerekse evrenin kıyıları olarak tanıdığımız bölgelere kadar yayılmış olan spiral galaksilerin hepsinde -yalnız spiral galaksilerde- kaynağı bilinmeyen bir “manyetik alan” tümüyle sistemi etkisi altına almaktadır. Bu manyetik alan, galaksinin bel kemiğini ve görünmeyen iskeletini oluşturmaktadır. Bu nedenle de, galaksi genel yapısı bozulmamakta, stabilitesi korunmaktadır.

-Sözkonusu manyetik alanın olmasını sağlayan kim?

Samanyolu gibi spiral galaksiler içersindeki yıldızlar spiral şeklinde dizilmişlerdir. Eğer yıldızlar spiral şeklinde dizilmemiş olsalardı, o kadar büyük bir yapının kararlılığını koruması da imkansız olacaktı. Fakat, bu olmamakta, yıldızların spiral dizilmiş olmaları sonucu kararlılık bozulmamaktadır.

-Samanyolu içersindeki yıldızların spiral dizilmelerini sağlayarak kararlılığın bozulmasını engelleyen kim?

Bunların Yanında, manyetik alan özelliği göstermeyen galaksilerde Hidrojen ve Helyum’dan başka kayda değer bir element (ağır element) de yoktur. Dolayısıyla da; bir toprağı, suyu, bir havayı oluşturacak elementlerin oluşması da sözkonusu değildir.

-Peki ama, Samanyolu’nda bizim (canlıların) en önemli yapı taşlarımızı oluşturan karbon, oksijen, sodyum, azot, demir (vb.) gibi ağır elementlerin galaksimizde (Samanyolu’nda) ortaya çıkmasını sağlayan kim?

İşte GÜNEŞ;

       Her sabah taze bir ahenkle tam vaktinde doğuyor, ısıtma ve aydınlatma görevini büyük bir intizamla yerine getiriyor, fakat asla sönmüyor.

-Peki ama, Güneşe aydınlatma-ısıtma görevi veren kim? Eğer görev verilmemişse Güneş bunu neden-nasıl yapacaktır?

Eğer Güneşte üretilen gamma ve röntgen ışınları, oluştuğu gibi Dünyaya ulaşmış olsaydı, canlı polimerlerin ve dolayısıyla canlılığın oluşması mümkün olamayacağı gibi, anladığımız anlamda bir ışık ışını ve sıcaklık da olmayacaktı.

-Ama canlılık ortaya çıktığı gibi, Güneş ısıma ve aydınlatma görevini sürdürüyor. Peki ama, bunun olmasını sağlayan kim?

İşte AY;

       Dünyanın bir yüzü diğerine göre Ay’a daha yakındır. Yakın olan yüz daha kuvvetli bir çekimle karşılanır. Ama bu sorun değildir. Çünkü, Dünya bu çekime dayanabilecek kadar kuvvetlidir.

-Peki ama, bunun olmasını sağlayan kim?

Ay, Dünyanın yaklaşık 1/8’i kadar olan çekim kuvveti ile, Dünyayı kendine çekerek fren yaptırmaktadır.

-Peki ama, Ay’a bu görevi veren kim?

Küçük uydusu Ay, Dünyanın eksenini, dolayısıyla da iklimi dengede tutuyor.

-Bunun olmasını sağlayan kim?

İşte DÜNYA;

Güneş sistemi içersinde bir gezegen olan Dünyamız, bu sistemin (Güneş sisteminin) de içersinde bulunduğu elips şeklindeki Samanyolu galaksisinin en uygun (mutlaka olması gereken) yerinde konuşlandırılmıştır.

-Peki ama, bunun olmasını sağlayan kim?

Dünyamız, ne dev enerji merkezine yakın, ne de elipsin ucuna yakın olan enerji fırtınaları bölgesinde, yani en uygun bir konumda konuşlandırılmıştır.

-Bunun olmasını sağlayan kim?

Eğer Dünya, simetrik yapıda olmasaydı ve belirli bir hızla düzenli olarak dönmeseydi, manyetik kalkan, ancak düzensiz bir korumayı gerçekleştirecekti ve bu da canlıların yok olmasına sebep olacaktı.

-Fakat bu olmuyor. Bunun olmamasını sağlayan (engelleyen) kim?

Dünyamız, Güneş sistemi ile galaksinin merkez enerjisinin etkisinde bir orbitte hareket halinde. Gerek kendi sistemimiz içinde hareket halindeyken, gerekse galaksi içindeki turlarımızda akılalmaz bir kuant ve parçacıklar denizinden (gezici çekirdekler, ağır parçalı ışınlar ve daha milyarlarca göktaşı arasından) geçmektedir.

-Peki ama, dev enerjiler, öldürücü parçacıklar ve ışınlar, gökyüzünden bir ölüm yağmuru gibi üstümüze neden yağmamaktadır? Bu nasıl oluyor? Tesadüfen yaşayamayacağımıza göre bunu önleyen kim?

Güneş Ay gibi unsurlar onları hareket ettiren görünür hiçbir şey olmadığı halde hareketlerini sürdüregelmektedirler. Bütün bu hareketler esnasında dünyamız güneş güneşin üzerine düşmemekte, Ay’da, pek çok gök cismi de dünyaya çarpmamaktadır.

-Yeryüzünde her gün kaza olurken gökyüzünde bunun olmamasını sağlayan kim?

-Eğer yörüngeleri var orada dönüyorlar diyecekseniz, mutlaka olması gereken bu yörüngeleri ortaya çıkaran kim?

İnsanoğlu yeryüzünde trafik kazalarını önleyemezken milyarlarca galaksinin bulunduğu gökyüzünde trafik kazası olmamasını ve bunun sonucu olarak hala yaşamımızı sürdürmemizi sağlayan-sebep olan kim?

Gökyüzündeki belirli yollardan (yörüngelerden) birinde dolaşıp duran ve altı-üstü bütün etrafı boşluk olan Dünyamız, bağlı olduğu Güneş sistemi ile birlikte tüm yolcuları (bitkileri, hayvanları, insanları) taşıyan bir uzay gemisi gibi dengeli bir şekilde kainatın içersinde süzülerek yol almaktadır, fakat hiçbir kazaya sebebiyet vermemektedir.

-Bunu sağlayan kim?

Bütün tehlikelerine rağmen korunmuş, halen de korunmakta olan bir Dünya’da yaşamamızı sürdürmekteyiz.

-Bunun olmasını-devam etmesini sağlayan kim?

Dünyamız, kendi ekseni ve Güneşin etrafında büyük bir hızla dönmekte fakat uzaya fırlamamaktadır.

-Bunu önleyen kim?

Dünyanın çekirdeğine Demir olması, çekirdeğin manyetik alan özelliği ortaya çıkarmasını ve bizim sağlıklı bir yaşam sürmemizi sağlamaktadır.

-Bunun olmasını, Dünyanın kalbi olan çekirdekte mutlaka Demir olması gerektiğini kim bilebilir, onu (Demir’i) oraya kim koyabilirdi?

Dünyanın ilk uzun döneminde (yaklaşık 600 milyon yıl öncesine kadar) ilk atmosferin, o dönemdeki dünyanın donmaması, yaşamın-yaşam (oksijen) atmosferinin (kısaca, canlılığın da) ortaya çıkması için de mutlaka olması gerekli olan Karbondioksit atmosferini ortaya çıkaran kim?

-Ayrıca, Dünyanın ilk atmosferinin mutlaka oksijen atmosferi olması gerektiğini bilebilecek olan da kim?

Yeryüzünde ilk canlılığın ortaya çıkması ancak o günkü atmosferde serbest oksijenin olmamasıyla açıklanabilmektedir. Eğer ilk atmosferde oksijen olsaydı canlılık ortaya çıkamayacaktı.

-Bunu bilip te yapan kim?

Bu ve benzeri sayısız soruya, Bir ve Tek olan ama Görünmeyen bir “Yüce Tasarımcı-Yaratıcı” yaptı cevabı verilmezse verilecek cevap ne olacaktır?

Evcilleşen hububat-bitkiler ve hayvanların evcilleşmiş olarak (yeryüzünde ilk defa M.Ö.10.000 civarında) Ortadoğu’da ortaya çıkması, o döneme kadar hiçbir medeniyet (insanoğlu) izi görülmeyen bu bölgede (ve tüm dünyada) tarıma (çiftçilik ve hayvancılığa) dayalı bir gelişmişlik seviyesinin yeşermesini;
insanoğlunun yaşaması gereken ilk çekirdek ortamı ortaya çıkaran, ilk insanı bilgilendiren, ilk insan grupları ile mutlaka olması gereken bitki ve hayvanları insanoğluna sağlamış olan bir “Yüce Tasarımcıyı” kabul etmeden kim-nasıl açıklayabilecektir (tabii ki de açıklayamaz)?


“Bir” ve de “Tek” olan ve de “görünmeyen” bir “Yaratıcıyı” kabul etmeyenler, yukarıdaki sorulara cevap olarak; tesadüf, rastlantı, kendiliğinden oluş (vb.) gibi tanımlamaları ileri sürmekte, dolayısıyla da bu tanımlamaları “yaratıcı” olarak kabul etmektedirler.

Kısaca, “Bir” ve “Tek” olan “Yaratıcıyı” kabul etmeyenler, bilimdışı akıllarının gereği olarak, yaratıcı olamayacak olan pek çok unsuru yaratıcı olarak kabul etmektedirler. “Bir” ve “Tek” olan ve de “görünmeyen Yaratıcıyı” reddederlerken de, pek çok tanrıya ve pek çok görünmeyene inanmış (iman etmiş) olmaktadırlar. Tam bir çok tanrıcılıktır bu. Tanrısız Kainat (-Dünya) inşa etmek iddiasıdır bu. Tanrılık iddiasıdır bu. Tam bir bilimdışılıktır bu.

       Evrimbilimci C.Sagan; “Bilim denilen bir olgu hadiseleri açıkladığına göre de, tesadüf olamazdı. Eğer, herşeyin rastlantısal olarak değiştiği bir Dünyada yaşıyor olsaydık, bir şeyler düşünüp bulma imkanı kalmaz, bilim diye bir şey de olmazdı” diyor. Bilim doğduğuna göre ise, her şey asla tesadüf olamazdı. Ancak, bilinçli bir tasarım ile olabilirdi. Olan da o oldu. Hiçbir şey yokken her şey oldu.

       Bütün bilimsel deliller; madde, enerji ve zaman’ın “yok”tan (hiç bir şeyden) “var”olduklarını ortaya koymuş bulunmaktadır. Kainatın (evrenin) saati olan “zaman”, Big-Bang (Büyük Patlama) ile çalışmaya başlamıştır. Saat çalışmaya başlamadan önce ise “zaman” yoktur.

Yani t=o dır, t=o dan önce (yani, -Büyük Patlama-dan önce), ne zaman ne de kainat (evren) vardır. Varolması gereken ise, t=0’dan önce de varolup, evreni ve t=0 anını (zamanı) “Yaratan”dır;

İşte, bu nedenle de, “ben inanıyorum” demek, “t=0’dan sonra varım” demektir; “ben inanmıyorum” demek ise, “ben, t=0’dan önce de vardım” demektir.

“Ben, t=0’dan önce de vardım” demek ise, bilimsel aklın söyleyebileceği bir şey değildir. Fakat, bunu söyleyenler dün de vardı, bugün de var, yarın da olacaktır. Bir tercih meselesidir bu. Fakat, bu yapılırken de bilinmelidir ki:

  “Ne gözleri kör olanla gözleri gören,
Ne karanlıklarla aydınlık,
Ne gölge ile sıcaklık müsavi olmaz.
Dirilerle ölüler hiç de bir olmaz….”
 
 

Fatır (35) 19-22

 

İLK VE TEK GÜÇ

William Paley (1743-1805), Doğal Teoloji adlı kitabında; “Tanrı’nın varoluşuna dair çok güçlü kanıtlardan birini açıkça ifade etti -Bir çalılığı geçerken, ayağımı bir taşın üzerine attığımı varsayın, taşın oraya nasıl geldiği sorulsun; aksine bir şeyler bilmeme rağmen muhtemelen, o taşın daima orada olduğu şeklinde cevap verebilirim: belki de, bu cevabın saçmalığını göstermek çok kolay olmayacaktır, fakat yerde bir saat bulduğumu varsayın ve bu yerdeki saatin ortaya çıkışının nasıl olduğu soruşturulacaktı. Önceden vermiş olduğum cevabı nadiren düşünecektim, bir şey bilmediğim için, saat daima orada olmuş olacaktı. Yine de bu cevap niçin, bir taş için olduğu kadar saat içinde iş görmeyecektir (The Works of William Paley, Oxford: Clarendon Press 1938 c.IV.S.1). Doğru biçimde onun bileşenlerine tam uymasıyla saatin nazik ve karışık organizasyonu, plan için çok güçlü bir kanıttır. Önceden bu saati asla görmemiş birisi, bu mekanizmanın bir amaç için zeki kişi tarafından olduğu sonucunu çıkaracaktır. Paley, evrenin (kainatın) kendi organizasyon ve karmaşıklığı içersinde daha büyük çerçevede de olsa bir saate benzediğini ileri sürmeye devam etti. Elbette demek ki bir amaç için bu tarzda Dünya’yı düzenlemiş olan kozmik bir tasarlayıcı (designer=tasarlayıcı) varolmalıdır.”.

       Bir evrimbilim insanı ise; “Evrenin başka yerlerinde yaşam bulunamamış olması, olağandışılık savını destekleyecek bir kanıt olarak ele alınabilir. Bu aslında mucize dediğimiz şeyin bilimsel açıdan saygın bir çeşitlemesi. Varoluşumuzu olası (imkan dahilinde) kılan bir evren’de yaşıyoruz; öyleyse içinde bulunduğumuz evren, binlercesi arasından seçilmiş olağandışı bir evren olabilir pekala, ya da Tanrı tarafından özellikle kurgulanmış olduğunu söyleyebilir bazıları. Bu düşünceye göre, Doğa’nın yasaları ve değişmezleri ve/veya evren’in başlangıcındaki koşullar, bilinçli varlıkların oluşmasına izin verecek biçimde, incelikle ayarlanmıştır (tasarlanmıştır). Belki de öyledir.” diyor.

       Gerçekten de, ilk başlangıçtan (Big-Bang’den) beri yaşana gelen bütün hadiseler, insanoğlunun ortaya çıkacak olmasına göre tasarlanmıştır. Peki, kimdir bu Tasarımcı (Dizayner)? İnkar edilemeyecek bu gerçek nedeniyle de, pek çok ateist-evrimbilimcinin bile kabul etmek zorunda kaldığı (ilk başlangıcı gerçekleştiren) Üstün Güç (İlk Güç) kimdir?

       İşte, sözkonusu bu “ilk güç”, Big-Bang (Büyük Patlama)’dan önce de varolan, her şey yokolduktan sonra da geride kalacak olan Allah’dır:

“O, (her şeyden önce mevcut olan) evveldir ve (her şey helak
olduktan sonra geriye kalacak) ahirdir.” Hadid (57) 3

Bunu bilen ve bildiren, gökleri ve yer’i Yaratandır;

“O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır..” Şura (42) 11