Trabzonluyum, Trabzonspor’luyum. Bu yazım, ender sayıda yazdığım spor yazılarımdan biri arasına girecek olsa da, sakın kimse beni ‘fanatik’ sanmasın; ülkemin bütün takımlarını eksiksiz sever, mesela da, “Fenerbahçe Avrupa’da şampiyon olacaksa, (mesela şunu,) Barcelona galip gelsin” diyebilecek kadar ‘akıl/izan’ yoksunu ‘beyinsizleri/cahilleri’ asla sevmem; böyle bir kafa yapısı, “Trabzonlu, Trabzonsporlu olsa da” onlarla işim hiç olmaz benim diyorum. Eğitim sistemimizin bana öğrettiği “ender doğrulardan” biri olan; “Ben sana Vali olamazsın demedim, adam olamazsın dedim” diyen baba öğüdünü “ölçü bilir’, “Adam gibi adam”ları oldum olası severim…
“Bize her yer Trabzon”
On’lu yaşlarımın başlarında bir çocukken, mahallem Ortahisar’da bulunan (Eski) Vilayet binasında; “Trabzonspor’un kurulması için” Vali Muavini odasında yapılan –koca koca adamların, halkın yaptığı- tartışmalı toplantıya ‘kafa uzatmış’ biri olarak, oradaki büyüklerimizden birinin; ‘birleşip Trabzonsporu kurmayan İdmanocağı ve İdmangücü takımlarını kastederek’, “Birleşmezseniz intihar edeceğim” şeklindeki haykırışını -istemesem de- hâlâ hafızasında saklayan Trabzonlu bir futbolseverim. Üniversite okuyacağım diye pek fazla sürmese de, eski bir ‘amatör futbolcu’ kimliğim de bulunuyor. Fakat şu var ki, futboldan anlamak için “futbolcu” olmak gerekmediğine inanan da biriyim. Mühendislik hayatımda “mühendis olup da” olmayan pek çok ‘mühendis’ gördüğüm için de, kimse de bana aksi düşünce ileri sürmesin, diyen de biriyim. Hemen her Trabzonlu gibi, ‘futbolla doğmuş’ biriyim diyorum ama -bu söz yanlış olsa da-, ‘Trabzonluyu’ anlatmak açısından yerine oturuyor diye düşünüyorum. “Bir ton buğday verip, bir ton petrol alacağız” demesine rağmen o yıl “buğday satın alan” Türkiye’nin ‘devirimci’ başkanı Kenan Evren döneminde ‘sporlaşınca”, hemen her köyde futbol takımı kurulunca –coğrafya anlamında söylemiyorum; zaten köylü/bilgisiz bir toplumduk, iyice köylüleşiyor– Trabzon futbolu da ölüyor, ‘futbolseverliği de fanatikleşiyor’, şehr-i Trabzonlular artık stadlardan uzaklaşıyordu. Bunlardan biri olan benim, deplasmana gittiğim maçlardan biri de Eskişehir maçımız oluyor, soğuk bir kış ayı olan dönüşümüzde, Ankara’da, Deniz Kuvvetleri’nde askerlik yapmakta olan kardeşimi görmek için komutanlığın önüne geldiğimizde, orada o akşam nöbet tutmakta olan askerimizin, aracımızın, “61/Trabzon” olan plakasını görünce –neredeyse- anası gibi sarılması da, Trabzon ve Trabzonluyu, “Bize her yer Trabzon” sloganının ne kadar yerli yerinde oluşunu da hatırlatır nitelikte oluyor. Bütün bunları bana hatırlatan, Fethi’li, Nihat’lı kadrosuyla övündüğümüz, Amigo Orhan’ı ile de sevdiğimiz Eskişehispor’un, bugünkü versiyonu Esikehirspor’un, oynadığı Fenerbahçe ve Trabzonspor maçları oluyor. Trabzonlu bu maçları; Eskişehirli futbolcusu Sezer’i ve ‘Alevi açılımına‘ denk gelen ‘Sivasspor başarısı’ döneminde Cumhuriyet Balosu’nda boy gösteren, futbolcusuna, “10.Yıl Marşı” dinlettiren ‘Hürgeneral’ Bülent Uygun’u unutmaz, ‘vicdani hissiyatım’ bu diyorum. Zaman zaman yazdığım gibi de, “Seni de sigaya çeken bir Molla Kasım gelir” misali, kimseye en küçük bir kızgınlığım yok, yaptığım sadece ‘tespit’ oluyor…
“Sezer Fener’e hediye verdi!”
Pazar günü gazete haberlerinde okumuş olmalısınız. Eskişehirspor futbolcusu Sezer Öztürk ile ilgili olarak, Fenerbahçe sezon bitmeden ilk transferini gerçekleştirmiş olacak deniliyordu. Haberi veren gazetede; “İddialara göre genç yıldız, Fenerbahçe’nin Eskişehirspor’u 3-1 yendiği karşılaşmadan 3 gün önce Sarı-Lacivertli yöneticilerle ile görüşerek transferi için anlaşmaya vardı. Sezer Öztürk’ün bu nedenle Fenerbahçe önünde kendini sıkmadığı belirtiliyor…Bu maçta Teknik Direktör Bülent Uygun’un da takımını bilerek iyi oynatmadığı iddiaları da gündemi uzun süre meşgul etmişti. Sezer’in Trabzonspor önündeki mükemmel futbolunun nedeninin de Fenerbahçe ile yaptığı anlaşma olduğu öne sürülüyor. İddialara göre, genç yıldız bu şekilde yeni sezonda forma giyeceği takıma çok önemli bir hediye vermiş oldu…Sezer Öztürk’ün Fenerbahçe ve Trabzonspor karşısındaki performansı siyahla beyaz kadar farklı.” deniliyordu (1)…
Eskişehirspor’lu Sezer’i spor kamuoyu, daha önceden de tanıyordu ama, onu asıl ‘unutulmaz kılacak’ olan işte bu açıklamalar oluyor. “Oyunda varolup da OYMAMADIĞI Fenerbahçe maçı” ile, “oyunda varolup da OYNADIĞI Trabzonspor maçı” hep konuşulacak, eğer transferi gerçekleşirse, bu ‘damga’ ile Fenerbahçe’ye gidecek, ondan sonra da, işleri pek de rast gitmeyecek!..
Sezer ile ilgili haberlerin verildiği (aynı) gün, Fenerbahçe resmi web sitesinden yapılan açıklamada, Sezer Öztürk’ün transfer haberleri yalanlasa da, bu haberi yapanlar aynı zamanda, “Fenerbahçe’de klasik yalanlama” diye de yazıyordu. Sezer’in Fenerbahçe’ye transfer olup olmayacağını göreceğiz de, isterse de bu transfer gerçekleşmesin, Sezer(cik) ‘Seze(a)r’, olmadığı için söz ettiğim ”damga”yı, “Fener’e hediye vermesini”ni artık hep yük olarak taşıyacak. Tamam, Sezer(cik) 25 yaşında; “yaş-bilgi” ilişkisine baktığımızda, bu yaşlarda gençlerimizin pek fazla “bilgi taşımadığı” bilinebildiği için, yok muydu etrafında, yaşatılan bu rezilliğe, “durun bu şimdi olmamalı” diyecek bir adam, yoksa Fenerbahçe’de de mi!..
‘Aziz Yıldırım Başkan’ hitabım size…
Fenerbahçe ile Trabzonspor arasında neredeyse gelenekselleşmiş ‘düşmanlığın’ sebebi için kimileri şu veya bu diyebilir, bunun açıklaması olarak bendeniz diyorum ki: Trabzonspor ve Fenerbahçe ‘düşmanlığının’ kökeninde, ‘erken Trabzonspor’ döneminde “sık sık” karşı kaşıya gelinen, ‘Türkiye Kupası maçları’ çekişmeleri var. Buna paralel olarak; aklımda kaldığına göre, Yılmaz, Alpaslan gibi futbolcularınızın ‘seyirciyi tahrikleri’ var. Yoksa, o ‘eski Trabzon sporseveri’, rakip de olsa oynayan takıma saygı duyar, alkışlar da gönderirdi, – cahillikleri sebebiyle yanlış yapanları hariç- hâlen ki Trabzonseveri de, “gereksizken kendine meydan okuyana, yanlışlık yapana”, o sebeple sevimli gelmiyor…
Gazetelerin verdiği, Sezer Öztürk’ü transfer haberi doğru mu, değil mi göreceğiz. Ben şahsen “doğru çıkmasını” istemiyorum. Eğer bu “doğru çıkar” ve siz o ‘çocuğumuzu’ Fenerbahçe’ye alırsanız, –Ben Trabzonluyu bilirim sayılabilir– “Trabzonspor –Fenerbahçe düşmanlığı” için ‘yeni tohum’ ekmiş olacaksınız.
Sayın Başkan… Siz kulübünüz için iyi bir başkansınız. Onu iyi de ‘temsil’ ediyorsunuz. Karşınızda ‘kulübünü temsil edenler’ de pek bulunmadığı –Ankara ve İstanbul’la işi olan Başkanlar, iş/pozisyon kaybederiz diye- size (!) karşı çıkamadıkları için ‘borunuzu’ öttürüyorsunuz. Derdim bu değil, ‘Sezercik’… İddialar “doğruysa”, size de faydası olmayacak bu çocuğu, Fenerbahçe’ye transfer etmemelisiniz. Hatta bunu yapmayacağınızı, ligler bitmeden kamuoyuna da açıklamanız gerekiyor. Bunu yapın ki, size saygı duyayım, yoksa, şampiyon takımın başkanı da olsanız, ben şahsen, ‘ölçüsüzlüğe’ bir sayı daha yükleyeceğim…
Aziz Bey, “Büyük kulüplük” tam da bu noktada yansıması gerekir, yaşadığımız ‘toplumsal bataklıkta’ bir gül yeşertin ki, size, “Büyük Başkan” diyeyim, yoksa “ateşe/düşmanlığa odun atan adam” olacağınız, kaçınılmaz, görülebiliyor…
“Fener’e maçı sattık, bunu tüm Türkiye biliyor”
Fenerbahçe-Eskişehir maçında, Eskişehirspor futbolcular ve antrenör Bülent Uygun sahada yoktular. Alın maçın kasetini, Sezer’in ‘oyunda olmadığını’ görün. Zannetmeyiniz ki, bunu ‘transfer haberini’ okuduktan sonra söylüyorum, hayır, değil. Maçı, “Öğretmen evi”nde ‘canlı yayın’ arkadaşlarla izlerken söylediğim biliniyor. Maçta Sezer’in, ‘sahada olmayışı’ göze battı ama, ‘koca dev adam’, Eskişehirspor kalecisi Hırvat kaleci Vanja Ivesa’nın, aynı maçta “Telegol” ulemalarından Ahmet Çakar ve Erman Toroğlu’nun da gözlerine ‘giremeyişine’ şaşıyorum. İlk “iki gölü” yiyen Ivesa; gökten yere inmek üzere kanatlarını açarak süzülen bir akbaba benzeri, yerden gelmekte olan toplara, “yere konmak için kolları havada açılmış bir şekilde” çıkışıyla, “ben yumurtlayacağım” der gibi oluyordu. Goller yenilince ‘stres atılıyor’; Ivesa kurtarışlarına ancak o zaman başlıyordu. Hatalı deyin ama, maçı yeniden izleyin bakalım, iki golü yemesinden sonra kurtarışlarına başlayan kaleci Ivesa ile, ‘goller sırasında’i kaleci, aynı Ivesa mı! Eskişehir’in ‘kokusu’, Fenerbahçe maçından sonra oynadığı, Trabzonspor’dan ‘beraberlik’ alması sonrası etrafa yayılıyordu…
Sezer’in, “Trabzonspor maçında sahadayken”, Fenerbahçe maçında neden sahada olmadığını ise, Pazar günkü gazete haberleri açıklıyor, “Fener’e hediye verildi” deniliyordu. Sezer’in –haliyle Bülent Uygun ve Eskişehirspor’lu kimi yönetenlerin– ‘hediyesi’ haberi çıkan gazetede, “Eskişehir amigosu Yaşar” dile geliyor; “Fener’e maçı sattık, bunu tüm Türkiye biliyor” diyordu: “Eskişehir amigosu Yaşar, ‘Trabzon bizi 1996’da küme düşürmüştü. Bunun intikamını aldık. Fener’e de maçı sattık’ dedi…Eskişehirspor’un Yaşar isimli amigosu, Trabzon’dan 7-1 in intikamını aldıklarını söyledi. Yaşar, ‘Fener’e de maçı sattık. Bunu tüm Türkiye biliyor’ dedi.” deniliyordu (2). Bilindiği gibi, 1995-96 sezonunda şampiyonluğu kovalayan Trabzonspor, Avni Aker’de Eskişehirspor’u 7-1 yenmiş ve Eskişehir küme düşmüştü. Pazar günkü bazı gazetelerde çıkan açıklamalar, ‘Seze/rcik/lerin’ etrafa yayılan ‘kokuları’ ama, tabii ki, ‘Eskişehir’in” değil, “Eskişehir’li ölçüsüzlüğün” kokusu oluyor…
Fakat, Trabzonspor’un sorunu, bu “koku yayılması” değil, “Trabzonspor’un temsil edilememesi” sorunu, asıl sorunumuz oluyor…
Şenol Güneş’e inanmıyorum, Sadri Şener de ‘Başkan’ değil…
“Fenerbahçe maçı sonrası” yazısında Erman Toroğlu; “Sadri Şener, çok beyefendidir. Aziz Yıldırım’ın da iyi arkadaşıdır. Ama o Trabzonspor Başkanı olduğunu unuttu. Dostluklarla bu iş yürümez. Adamın elinden meyveyi kapıverirler. Aslında bu maçı Aziz Yıldırım, o zaman kazanmış. Bundan sonra Sadri Şener ne konuşursa konuşsun, hikaye anlatır. Hele şampiyonluk kaçarsa, sorumlusu odur… Şenol Güneş, Aykut Kocaman karşısında ezildi, büzüldü, misafir olmasına rağmen neredeyse gitti Aykut’tan özür diledi. Onun ezildiği yerde Trabzonspor takımından ne bekliyordunuz?” diyordu. Bu sözler, Trabzonspor’un “temsil edilemediği” gerçeğini, gözümüze sokuyor…
Sadri Şener’in Trabzonspor’u temsil edemediğini hemen her kes biliyor, konuşuyor da ama, söylemiyor. Sadece o değil, içlerinde Nevzat Şakar gibi bir isim de var ama, “başkanlığındaki idare heyeti”nin Trabzonspor’u temsil edemediği, “Trabzonspor’un kaybedişi” oluyor. Eski Beşiktaş’lı, Trabzonsporlu futbolcu Oktay Derelioğlu’nun; geçen sezon Trabzonspor’un şampiyonluğu kaybetmesi sonrası, bir televizyon/spor programında anlattığı; “Uçakta Sadri Başkanla konuşuyorduk, bana, iyi ki şampiyon olmadık, yoksa kim transfer yapacaktı” mealindeki sözleri; Sadri Şener Bey’in o an Başkanlığı bırakması, bir daha da hiç olmaması için yeterli sebepti ama, ne yazık ki Trabzon’da ‘spor basını’ bulunmaması, Trabzonspor’da “gerçek delege” olmaması; yaşanılan olumsuzlukları örtüyor. Bizim gibi “Molla Kasımlar” da kaliteli ama “ünlü” değil, bilmem ne kadar yıl yöneticilik yapmış ama, “diğer yöneticileriyle birlikte, idarecilik yapamayan” Sadri Şener, takımı Şenol Güneş’e teslim etmiş, futbolu bilmedikleri için de, onu sorgulayamıyor, ‘balığın baştan kokması da’ bu oluyordu. Oysa Şenol Güneş, takımın şampiyonluk sürecinde, hatasız hafta yaşatmadan geçmiyordu…
Onunla birlikte şampiyonluğu kaçırdığımız 1996 yılı içerisinde bir gün, bugün Sayın Bakanımız, o günlerde Trabzonspor Başkanımız olan –eşimin teyze oğlu– Faruk Özak ağabeyimize; –Trabzonspor’u deney tahtası yaptınız, Şenol’a verdiniz, antrenör olması için dediğimi hatırlıyorum. Faruk abi için, –Ne cevap verdi diye merak edilmesin, o zaten kötü bir şey söylemez, orada da burada da “konuşan” Ben’im, o dönemde ve hâlen de, Şenol kardeşimin antrenörlüğüne bakış açım değişmedi, “kaybedecek olanın, Trabzonspor olduğunu” düşünmem, bir fırsatı daha yine, “Şenol’la kaçırmayalım” diye yazıyor, Şenol’u, hatalarını terk etmesi için uyarıyorum…
Trabzonspor ilk devreyi dokuz puan önde bitirse de, maçlarını birlikte izlediğimiz birkaç arkadaş, sıkıntısız maç izleyemiyorduk. Üstüne üstlük, Şenol Güneş’in, dolayısıyla ‘idare heyetinin”, devre arasında yaptığı transferler, “Trabzonspor’un şampiyonluktan uzaklaşmasının” önemli bir sebebi oluyor, Şenol Güneş daha o zaman iflas ediyor, Trabzonsor’u da ‘şampiyonluktan’ uzaklaştırıyordu. Trabzon’un amatör takımlarında bile ok bulunabilir diyebileceğim iki Polonya’lı kardeş, bir de Ankaragücü’nden Mehmet Çakır’ın alınması, ‘Güneş çarpması’ oluyordu. Ben sadece şimdi eleştirmiyor, 20.08.2000 tarihinde Trabzonspor kulübüne çektiğim faks eleştirimde; Beşiktaş Teknik Direktörü Rıza Çalımbay’ın, yeni transferleri Kürşat’ı, takımında istemediği, neredeyse kovduğu bu oyuncuyu, Trabzonspor’umuzun hocası Şenol Güneş’in, kendi takımında görmeyi kabul edecek olmasının bir başka yönetim yanlışlığı-yetersizliği olacağı görüşlerimi, o zaman da belirtiyordum. Aynı Şenol, 2011’de de benzer hatayı yapıyor, ‘Trabzonsporu’ harcıyordu! Trabzonspor’un “İkinci devre” maçlarında görüldüğü gibi de; “oyunu okuyamaması, yanlış takım tertipleri, adam değiştirmedeki-zaman yanlışlıklar, 90’ıncı dakikalarda oyuna santrafor sokması, takımı solaçıksız oynatması” gibi olumsuzlukları, takımı sıkıntıya sokuyor, ama, Şenol Güneş ve onu ‘yönetmesi’ gerekirken “Kulübü ona teslim eden yönetemeyenler”, hatalarını görmüyor, göremiyorlardı…
Şenol’un, Beşiktaş ile oynanan “Kupa maçı”na, yedek kadroyla çıkması, Beşiktaş’a yenilmek, yani, “lig şampiyonluğu kaybetme korkusu ile” açıklanılmak istenilse de, yedeklerin Beşiktaş’la başabaş maç oynamasının, rakibin korkulacak bir ekip olmadığını göstermesine rağmen de, as takım oyuncularını hepsini sahaya sürüp ‘maçı çevirmek’ için uğraşmıyor, kaybedilen ise, “Türkiye Kupası” oluyordu.
Şenol kardeşimin ‘göremeyişi’, “Jaja” hadisesinde de görülüyor; Jaja, İstanbul gecelerinde basına yansımadan önce sahada ‘dökülüyor’ ama, bunu da görüp müdahale yapmıyor, yürüdüğü maçlarda bile, oynattıkça oynatıyordu. Dahası, Jaja, solaçık mevkiden yaptığı ataklarda başarılı olacağını göstermesine rağmen de; “ortadaki Jaja” düzenine göre kurgulanmış Trabzonspor “oyun düzenini” okuyan ve önlem alan rakipler için, sürpriz olacak olan böyle bir uygulamaya –solaçığı da olmamasına rağmen– geçmiyordu. Kendi hatasını “değiştirmesi” gerekirken, takımı değiştiriyor, Umut Bulut, çok büyük golcü değildi zaten ama, verilen taktik sebebiyle, çocuk mevcut golcülüğüne de unutmuş, çünkü, santrafordan ziyade orta saha oyuncusu gibi oynatılıyor, bu durum gol gelmesinin sadece Burak’a bırakılması, ama takımın ‘gol orucu’ yaşaması da demek oluyordu ama, Şenol’da seyirci gibi seyrediyordu. Sakatlanması önce Engin Baytar’ı da, solaçık oynayabilmesine, hücuma o mevkide büyük katkı koymasına rağmen de, orta alanda sıkıştırıp, ‘solaçıksız takım olmamızdaki’ ısrarını sürdürüyordu. Engin’in sakatlığı sonrası, maça hazır hale geldiği günlerde çıktığı antremanda yaptığı bir eylem yapması sonrası kadro dışı bırakması, Eskişehir maçına onsuz çıkılması, Şenol Güneş’in yapmaması gereken bir lüks ama, “ortada antrenör, idareci/idare heyeti olmadığı” için, bu da yapılıyor, Engin Baytar –bu bilgisiz çocuğumuz- idare dilemediği için yine Trabzonsporumuz cezalandırılıyordu! Şenol, en çok korktuğu Eskişehir maçına, birkaç haftadır oynatmadığı, oynadığı son maçında da sağ bek olarak döküldükçe dökülen Mustafa Yumlu’yu sahaya sürüyor; maçta başarılı olamayan Mustafa’nın, maç içerisindeki bir ters vuruşu sebebiyle, “kalemize gol yaptım” korkusu yaşaması, kafaca da maça nasıl hazır olmadığının delili ama, Şenol Güneş’in de Trabzonspor’a ‘ceza kesmesi’ de oluyordu. Hatası sonrası Mustafa’yı değiştirmesi ise, ne yaptığını bilememesi oluyordu. Eskişehir maçında ilk devre, “al gülüm ver gülüm yapılmasa”, rakibin üzerine gidilse maçtan zarar görmeyecektik, yapmadığı için, rahat yeneceğimiz bir takıma puan veriyor, şampiyonluktan uzaklaşıyorduk.
‘Saldırdıkça kazanan’ bir takım olduğumuz ilk devredeki maçlarımızda görülmüştü ama, ‘ikinci devre’ oynattığı müdaafa ağırlıklı düzen, takımın gol atmasını ‘önlüyor’, “Burak’lı 1-0’larla maçlar alınıyordu” ama, bunun böyle gitmeyeceği, sadece Şenol Güneş, ve İdare heyetince görülemiyordu. Rakip takımlar maçlarda Trabzonspor’u, en azından bir devre baskı altına alıp, ‘dövdükçe dövüyor’, gol atamamaları ancak bir ‘mucize’ olurdu, olan o oluyordu ama Şenol ne olacağını kavrayamıyordu…
İşte, bunun için bendeniz, izlediğim son maçlarımı için, “Allah Trabzonspor’u koruyor” derken, Ahmet Çakar da Telegol programında; “Trabzonspor’u melekler koruyor” diyordu. Allah’ın “çalışmayanı sevmeyeceği bilinemediği” için, “çekirge Eskişehir maçında sıçrayamıyor”, Şenol Güneş, avucumuzdaki şampiyonluk şansımızı, 1996’dan sonra, bir kez daha Fenerbahçe’ye ‘takdim’ ediyordu…
Henüz daha şampiyonluk tamamen gitmedi. Fenerbahçe’nin maçları kolay gibi görünse de, karşılaşacağı küçük (denilen) takımlara takılabilmesi de mümkün, neden olmasın (?) diyor, fakat; söylediğim sözü bir kez daha tekrar ediyor, “Şenol Güneş’in mutlaka ‘marke edilmesi’ gerekiyor” da diyorum…
Bu da mı iş kazası!..
Trabzon gazeteciliğin renkli siması Ali Savaş kardeşim, takımın bir beraberliği sonrası, “iş kazası” deyince, 06 Şubat 2011 tarihinde internete yazdığım bir değerlendirmemde şöyle yazıyordum: “Aylardır, eğer Şenol Güneş ‘tutulmazsa’, Trabzonspor ‘1996 sendromunu’ bir daha yaşayacak diyorum. Dahası, İdarecilerin ‘Şenol Güneş’e DUR DEMESİ gerekiyor’ diyorum, ama onların da Şenol gibi TEMSİL nitelikleri yok. Antalya maçına başlıyor, bir devre boyunca takımın SOL tarafının hiç çalışmadığını…göremiyor. Jaja maçın en kötü adamı diyebiliriz, 90 dakika boyunca sahada tutma yanlışlığı gösteriyor. Her zamanki gibi ilk değişikliği 70. dakikalarda yapıyor, daha önce yapılması, 2.yarıya Jaja’sız başlaması gerektiğini göremiyor. 86’ıncı dakikada Polonyalı oyuncuyu KURTARICI diye oyuna sokuyor, bu değişikliği, “taraftarı AKILSIZ yerine koymak” demek oluyor. Eleştiri de BİLGİ ile olur, Trabzon’da, spor basını da diğer temsilcileri gibi, çok kötü…Türkiye’nin “Kıyamete kadar süreceğini” zanneden kafa da eleştiri yapamaz, yapmamalı. Ankaragücü maçında Ümit Özat, 20’nci dakikalarda oyuncu değiştirdi, takımına gerektiği zamanda “müdahale etti”, beraberliği aldı gitti. Şenol Güneş’in “hiç olmazsa” bundan “ders alması” gerekiyor. Ama ne gezer…Ahmet Suat, Özkan Sümer ve diğer benzerlerinin de kulüpten uzaklaştırılmaları, Türkiye’de de değil, “Dünyada neler olup bittiğini” bilmeyenlerin” Trabzonspor’a faydası olamayacağını bilebilmek gerekiyor. Bir daha söylüyorum…Trabzonspor’u ulusal Tv. kanallarında “temsil edebilen” bir kişi bile çıkamaması, “emanetin ehl-ine verilmemesi” oluyor. Şenol…”en iyi” olmadığını, “sıkıntı” olduğunu artık görmesi, hatalarından vazgeçmesi gerekiyor. TEKRAREN SÖYLÜYORUM, TRABZONSPOR “TEK BAŞINA” ŞENOL’A – bu idarecilere de- TESLİM EDİLEMEZ… “Eyvah demeden” “müdahale” gerekiyor.”…diyordum…
Fakat, “yapan da yok”, “yapılması gerekeni” görecek olan da görülmüyor. Taraftarın “takımı/emaneti”, Ankara-İstanbul/siyaset ile “işbirliği içerisinde” olanlara –siyasete her an gebe olanlara– vermemesi, “ehl-i olanlara” vermesi, “paralı denilen başkanları” artık terk etmesi gerekiyor. Kulübü, parasız, ama ‘kendi/öz’ olanlara teslim etmesi, gerekirse de takımı ‘satın alması’ gerekiyor. Üzülmemesi de ancak o zaman sözkonusu olur da diyorum…
‘Sahte Mehmet’lerle şampiyon olsan da üzülmelisin…
“Fatih Terim: Türkuaz Devrim” başlıklı, 22.08.2007 tarihli yazımda, Trabzonspor taraftarına sesleniyor, şunları yazıyordum: “Tıpkı diğer şehirlerimizdeki gibi ‘sen’ de etrafında veya dünyada neler olup bitiyor bilmiyorsun… Futbolun ‘siyaset’ olduğundan bihaber onunla yaşıyorsun!..Fatih Tekke, Trabzon/Trabzonspor için bir ‘kimlikti’, satıldı, görmedin; görebilecek gibi de görünmüyorsun!.. Zannediyor musun ki bu ‘satışlar’ tesadüfen oluyor. Hiçbir şey rastgele olmuyor, senin de “kimliğin” bilerek “kırılıyor”…Çünkü sen ‘Anadolu’sun, istenmiyorsun…Hatırla Kenan Evren’i, Kupayı verirken… -Hep siz mi şampiyon olacaksınız niye demişti!…Bil ki, “Vatan Kurtarıcı Aslanlar” veya “Vatan Değerlerinden Sıkılanlar” seni isteseler de sevemezler. Çünkü, farkında olmasan da sen ‘Turkuaz’ değil, ‘Türkiye’sin…Marcelinho yada gelecek Ronaldinho’larla –sahte Fatihlerle, Mehmetlerle– şampiyonluk sahibi olsan da ÜZÜLMELİSİN…ÇÜNKÜ O GÜN SEN, ‘SEN’ OLARAK ORTADA ZATEN OLMAYACAKSIN…O gün Sen ‘Kimliksiz’ orada bulunacasın, bunu sakın unutma…Paraya dayalı yönetim anlayışlarını defedip, Mutlaka ‘öz/kimlik’ anlayışına dönmelisin. ‘Öz kimlik’ demek Trabzon’lu olmak değil, onu ‘temsil’ edebilmek ‘anlayışı’dır. Son yıllarda ve hâlen de ortada olan yöneticiler seni temsil edemez… Ulusal Tv. Kanallarında seni ‘temsil edebilecek’ bir tek kişi bile ortada görünmüyor. Senin sorunun “Türkiye gibi”, TEMSİL EDİLEMİYORSUN…TÜRKİYE gibi ‘Sen/kendin’ olmadığın için yokolmak üzeresin…aklını başına topla, ‘Türkuaz’ olma, ‘Türkiye/Anadolu’ kal… ŞAMPİYON HİÇ OLMA ama, ‘kimliğinle kal’; ödül alma ‘SEN KAL’, yalvarırım, ne olur…” diyordum (3). Ben bunları yazıyor, konuşuyordum ama, anormalliğin “normal olarak yaşanması” da durmaksızın sürüyordu…
“Trabzonspor’dan utanmayacaksın”
Bir dönem, TV programlarında ‘Trabzonspor az konuşuluyor’ diye büyük tepki gösteren Trabzonspor taraftarı, iki sezon önce tam tersi bir tavır ortaya koyarak, TRT1’de yayınlanan Stadyum programında, Trabzonspor’un konuşulmasını istemiyordu. Bunun üzerine program sunucusu Erdoğan Arıkan; “Trabzonspor taraftarından gelen maillerlerde takımın konuşulmasını istemiyorlar. ‘Programınızda bu Trabzonspor u konuşmayın. Takımın Oftaş’aa yenilmesi bizleri çok üzdü ve bu görüntüleri izlemek istemiyoruz, çünkü bu Trabzonspordan utanıyoruz’ diyorlar” açıklaması yapıyordu…
Peki de sorun neydi? Taraftar bir tepki koyacaksa gelinen ‘o nokta da’ mı? Ya da asıl “neden utanmak” gerekiyor?..
“Latif ağabeyler, Sivasspor, Alevi açılımı..” başlıklı, 04.02.2011 tarihinde internete koyduğum, ama asıl 30.06.2008 tarihli olan yazımdan bir bölümü, bir cevap için tekrarlıyorum: “Başarı ve gurur, ülkenin geleceği de; “kendin olarak –milli kalarak-” şampiyonluk kazanmak geçiyor…kendin olmayarak yapılan işler, hem kendine, hem de ülkeye zarar verir, veriyor. Bu sezon Sivasspor için, dördüncü-beşinci büyük oldu denilse de, hem ‘büyük olmak’ öyle kolay değil –sadece şampiyon olmak yetmez, yıllar yılı büyük kalmak gerekiyor-, hem de kendin olarak büyük/şampiyon olmak gerekiyor…Bülent Uygun(un)…Bursaspor’luların ve dahasının da bilmesi gerektiği; “Anadolu destanı yazılmış, kimsenin Trabzonspor’dan alamayacağı şey, Trabzonspor Destanı/İhtilali”oluyor…Trabzonspor’un doğuşu, “bir milletin uyanışı” gibiydi. Şampiyonlukları, “Batılılaşma” yanlışlığına göre şekillenen üç büyük kulübün/ülke siyasetinin önüne geçmişti.Ülkeye dayatılan futbola, dolayısıyla da siyasete darbe vurup, kupalar almaya başlayınca, bir ‘Ankara Günü’nde, Kenan Evren; “Hep siz mi kupaları alacaksanız” diye yüzümüze çarpmıştı sözü ama, biz Trabzon’duk, Trabzon da Anadolu!…Trabzonspor’lu da, Türkiyeli de, ‘Marcolarla, Ballinilerle’ şampiyonluk istememesi, ‘kendi olmayanlarla’ yönetilmemesi gerekiyor.Trabzonspor değil 25, 50 yıl şampiyon olmasa da, “taraftarı” göğsünü gere gere gezsin, ‘kendi’ olarak şampiyon oldu, mazisinde kendine yabancılaşma -derin devlet projesi- bulunmuyor…” (4).
Ezcümle, Trabzonspor’um, bu sene de ŞAMPİYON OLMA ya da hiç olma, ama ‘kimliğinle kal’; “gerçek şampiyonluk” da ancak bu olur, oluyor… Gerisi de, laf-ı güzaf oluyor…
Ahmet MUSAOĞLU /24.04.2011