Lise yıllarıma kadar gider, bir ‘değer ölçüsü’ olarak kullanmam, bir ‘gavur (Hıristiyan)’ bizden kabul ettiğimiz birine bir madalya/ödül vermesi halinde o kişiye iyi niyetle bakmam… Kardeşlerin, kardeşlerini neredeyse sevmediği bir toplumsal yapıyı yaşarken, bir Hıristiyan/Yahudinin benim toplumumdan birine ödül vermesine başka türlü bakamam… Bu benim değişmez ‘ölçüm’ oldu, bugün bir örnek sunacağım…
Futbol için, “22 adam zevk için, boş vakitlerini değerlendirmek için, para kazanmak için bir topun peşinde koşturuyor, milyonlarca insan da bununla ilgileniyor…” diyenlere inat, bir ‘işbirlikçilik’ anlatacağım. Daha doğru bir ifade ile, yaşananların ‘arka planı’ görülmeden neler oluyor(?)un anlaşılamayacağını ortaya koymaya çalışacağım… Misyoner, Hristiyanlığı yaymakla görevli kimse olarak tanımlansa da, ben mecaz olanı, “Bir düşünceye, bir ülküye kendini adayan kimse” tanımını esas alıp, “vatan millet edebiyatı yapanların ve de onlara karşı çıkanların” aslında (bilerek, bilmeyerek) ‘misyoner’den fek de farklı olmadıklarını yazacağım…
Biliyorsunuz, Fenerbahçe’nin 2007-2008 sezonunda giyeceği forma ve taraftar ürünleri, düzenlenen bir defileyle tanıtıldı. Bu tanıtımda Fenarbahçe’nin, ‘Turkuaz’ rengi yeni formaları da görücüye çıktı… Maçlarda Adidas’ın hazırladığı 3 değişik formayı giyecek olan Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi’nde ‘Turkuaz’ renkli formayı terletecek…
Fenerbahçe’nin ‘Turkuaz’ resmi geçidinin peşinden hemen, A Milli Takım’ın da ‘Turkuaz’ renkli forma yaptırma hazırlığı içinde olduğu basına yansıdı. Daha doğru bir ifade ile de, ‘Turkuaz’ renginin Fenerbahçe’den çok önce Fatih Terim tarafından Milli Takım için öngörüldüğü yazıldı: “Fatih Terim’in, Fenerbahçe’nin bu çalışmasından önce sponsor firmaya siparişi verdiği, ancak yapılan formaları beğenmediği ifade edildi. Terim’in isteğiyle turkuaz rengi yeni formalar için yeni stillerin yaratılması amacıyla moda firmalarının çalıştığı belirtildi. Milli Takım da ilk kez kırmızı-beyaz dışında bir forma uygulanacağı hatırlatılırken, ay-yıldızlı ekibin Avrupa Şampiyonası elemelerinde 8 Eylül’deki Malta deplasmanında Turkuaz renkle sahaya çıkacağı, 12 Eylül’de İstanbul’daki Macaristan karşılaşmasında bu formaları kullanabileceği bildirildi.” (1).
Peki de neler oluyor? Nereden geliyor bu ‘Turkuaz’ aşkı!.. Fatih Terim gibi bir ‘kabadayı/ulusalcı’ neden bunu istiyor? Yada ondan bunu kim istiyor? Şehitlerimizin kanlarının ifadesi olan ‘kırmızı’ neden değiştirilmek isteniyor? Sorulması gereken şekliyle de, Katolik Hıristiyan İtalya, Müslüman Fatih Terim’e neden ‘şövalye’ unvanı veriyor? “İtalya, Fatih Terim’e ‘şövalye unvanı vermiş. Tören, haziran ayında İtalya’nın Ankara’daki Büyükelçiliği’nde yapılacakmış ama o günler ‘puan maçı’na denk gelmiş. Eylül ayı içinde Ankara’da, şövalyelik nişanını törenle alacak. Fatih Terim’in şövalye nişanı, İtalya’yı ‘ekonomik ve kültürel açıdan en iyi tanıtanlara’ veriliyor.” deniyor (2). Evlatlarımızı öldüren uzaktan kumandalı mayınları İtalya’nın PKK’ya verdiği biliniyor. PKK avcısı (!) Mehmet Ağar için, “Ya Mehmet Ağar. Neredeyse Fatih Terim’in babası gibiydi.” deniyor (3). Fatih Terim İtalya’yı ne kadar tanıttı ki yada ne yaptı ki, gavurların şövalyelik nişanı kendisine veriliyor?..
Bunların bir izahının yapılması, ulusalcı/milliyetçi oldukları ileri sürülenlerin aslında ‘millici’ olmadıklarının, ‘mecaz’ anlamındaki ‘misyoner’ gibi (milli olanın aleyhine) olduklarının ortaya koyulması gerekiyor, onu yapmaya çalışıyorum…
***
Futbolda da ‘millisizleştirme’…
Bilinir ki, Fatih Terim’i sevenler kadar, sevmeyenleri de vardır. Batılıolmaya (kimliksizliğe) karşı ‘Anadolu/kimlik’ olabilir mi diye ben de sevmiştim… Gençliğimde futbol oynamış biri olarak, bir maçta attığı ‘kafasını’ haklı bulacak kadar da… Ama ta ki ‘Mehmedleri’ ‘öldürene’, ‘Marco’yu ‘Mehmed’ yapana kadar..
İsmi Marco Aurelio, hâlen ki Fenerbahçe’li futbolcu; Brezilyalı Hıristiyan. Sahalarımızda bizim futbolcularımız ‘dua’ edemezken, ‘istavroz’ çıkartan hürlerden biri. Bir “kimliği/milliliği”, -Mehmetçik, Muhammedi- temsil eden ‘Mehmed’ adı ona verildi!..
Futbolda Milli olanın “kimliksizleştirilmesi/millisizleştirme” de bu şekilde alenileşti. Tabii ki bu işin arkasında Futbol Federasyonu, ülkeyi idare eden toptan siyaset; “muasır medeniyet seviyesine çıkmanın”, “milli değerlerimizi” Batılının çürük değerleri üzerine çıkartmak olduğunu anlamak istemeyen herkes vardı ama, yapan kahramanımız Fatih Terim idi… Ben onu ‘Anadolu/Milli’ görmek istiyordum ya, istedim ki; -‘Hilal’li Albayrağımızın renginden gelen kırmızıyı ben değiştirmiyorum, yapmıyorum söyleneni, istifa ediyorum desin. Ama o, ‘kaliteli formayı’ değil, ünlü olmayı, yani ‘formasızlığı’ seçti. Ortada ‘kimliksizlik’ olunca da, ‘Mehmed’in temsil ettiği “kimlik” ölmüş, artık öldürülmüştü!..
Görülebiliyor ki, ülkemizde her alanda artık ‘Milli olan’ hiç bir şey istenmiyor. Bizi biz yapan değerlerimiz yavaş yavaş ortadan kaldırılıyor. Futbol örneklerine baktığımızda; Milli olan ‘Milli Lig’ ismi de, Milli olan ‘Türkiye Kupası’ ismi de artık yok, ‘yabancılaştırılmış’ bulunuyor. ‘Fortis Türkiye Kupası’ var artık kucağımızda!..
Peki de ‘Millilik’ nerede bunda? Yada Türkiye/Milli kimliği ortalıkta nerede!.. “Türkiye Kupası’ idi” öncesi ismi, şimdi ‘Türkiye’ nerede?..
Fortis’in, kim, ne olduğu değil benim derdim, öğrenmek de istemiyorum; benim anlatmak istediğim, ‘Milli’ olana bir şey eklediniz mi yada ondan bir şey çıkartınız mı, kalmaz ortada artık Millilik, derdim işte bu. Bu yüzden, Milli (öz kimlik/kültür) olmasın diye ‘Fortis Türkiye Kupası (karma kültür)’ üretildi diyorum…
Türkiye’nin en üst düzeydeki Futbol Liginin ismine baksanıza: ‘Türkiye Turkcell Süper Ligi!’… Sadece ‘biz (Milli)’ olan var mı ortada, yok; ‘karışık’ bir tanım var, ‘biz’ yok… ‘Yabancı damatlık’ meselesi (Karma Kültür üretilmesi)’ var ya, işte ‘o’, Millilik ortada yok… Olmakta ‘olan’ belli, sadece (tek başına) ‘Türkiye (-sadece Müslüman olunması)’ istenmiyor. Kucağımıza koyulan ‘bomba’ şimdilik ‘Karma Kültür’ ama, esasta (zamanla) bize giydirmek istedikleri şey ‘tek forma, onu aşağılarda değineceğim. Ülkemiz/insaımız, futbolumuz üzerinden de, ‘arka planı’ ‘tek kültür/din’ olan, bize ait olmayan bir kültürsüzlüğe, millisizleştirmeye doğru yönlendirilmiş bulunuyoruz.
Milli ‘görünenler’ de sorun…
‘Marco’, ‘Mehmed’ olunca; o gün bitmişti benim için Fatih Terim. Marco Aureolio ‘felaketi’ üzerinden çok geçmeden ‘aslanımız’ bu defa, Ümit Milli Takımına ‘pençe’ attı; bir siyahi futbolcu da ona aldı. Annesi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetli, babası Jamaika asıllı olan Colin Kazım Richards milli yapıldı, biliyorsunuz şimdi Fenerbahçe’de… Fenerbahçe ile Fatih Terim birlikte ‘çalışıyor’ gibi…
Bu iki futbolcuya ihtiyacımız mı vardı Milli takımlarda; -Hayır değil. Zaten sorun, iyi futbolcu olup olmamaları da değil… Sorunumuz, ‘milliliğimizin’, Batılılar için sorun teşkil ediyor olması. Bu yüzden de değişmemiz, kendimizi değiştirmemiz isteniyor... ‘Mehmedler’in ‘Marcolaştırılması’, yani kendi (öz/milli) kültürümüzün yerine bir başka ‘kültür’ koyulması işlemi durmaksızın sürüyor…
Bu noktadaki terslik ise, ‘Milli’ olanı değiştirmek isteyenlerin ‘milli görünenler de’ olması… PKK’ya kızıp da, PKK’nın Amerika-AB tarafından üzerimize saldırıldığı bilinmesine rağmen onlara karşı çıkmayan ‘avcılar’ olması veya hiç ilgisi yokken, ‘Türkiye laiktir, laik kalacak’ pankartlarını futbol sahalarına indirenler yada liglerimizde yabancı futbolcu sayısının artıkça artmasını isteyenler bulunması… İşte ‘milliliğimiz’ bu ‘kafa yapısı’ eliyle de değiştiriliyor, yoksa kimse size boşuna ödül vermez; vermiyor…
Peki de, Sarı lacivert değil!.. Turkuaz forma!.. NEDEN?.. Kımızı Beyaz değil!.. Turkuaz forma !.. NEDEN?..
***
‘Turkuaz’, çünkü…
Peki de nereden çıktı bu ‘Turkuaz’ modası?.. Kimler bunun tasarımcıları?.. Görebildiğim, futboldaki ‘değişim/dönüşüm’ isteklerinin başlangıcının ‘Milenyum’un başına kadar gittiği. ‘Bayrağımız değişsin’ zırvalarının duyulduğu, ‘Milli Takım forması değişsin’ kampanyalarının yapıldığı günlere…
Etrafımıza baktığımızda, bugünlerde Fenerbahçe ile gibi görünse de, öncesinde Fatih Terim ile yeşeren ‘Turkuaz modası’ öngörücüsünün, 2001 yılında; “..forma denilen bir giysidir. Dünyanın her yerinde, sıradan bir iş günü, her hangi bir caddede yürürken formalı insanlara rastlarsınız. Bunun bir modası var artık.” diyen yazan “(4) spor yazarı Mehmet Demirkol’a kadar çıktığı görülebiliyor. Bugünlerde Milliyette, ama o dönemde Radikal ‘Radikal Futbol’da, Milli Takım Turkuaz forma giymeli diyordu. O dönemde Aktüelciler ile aynı sahnede, ‘milli forma renginde memnuniyetsizlikte’ birleşiyorlardı. Memnuniyetsizlik Demirkol’da, “Bu forma milli mi” şeklini alıyor; “Bir de önerimiz vardı. Milli takım ya eski göğüs bantlı formasına dönsün. Tabii modernleştirerek. Ya da kökten bir değişim yapalım. Rengimizle fark edilelim. Forma rengi ‘Turkuaz’ olsun. Dünyada kaç milletin adıyla anılan bir renk var ki? Nasıl İtalyanlar bayraklarında olmayan bir rengi kullanıp üstüne o renk nedeniyle Azzuri diye anılıyor, biz de Turkuazlar olalım. Aktüel Dergisi de değişiklik yapılması gerekliliği konusunda bizimle aynı görüşteydi. Onlar daha da ileri gidip 12 tasarımcıya milli takım forma eskizleri çizdirdi -Bülent Erkmen’in tasarımının harika olduğunu söylemeliyim-…Formalar çirkin, demiyorum. Dünya markası Adidas’ın çirkin bir şey yaptığını söylemiyorum. Ama tasarımlar kişiliksiz.…böyle gitmemeli…bu takım. 100 metre öteden görüldüğünde ‘Bunlar Türkler’ denmeli. Çünkü forma bir açıdan bayraktır.” diyordu (5). Ay Yıldızlı forma/bayrak Türkleri (tabii ki de, Türk denilince Müslümanlar anıldığı için, Müslümanları) hiç unutturmaz Batılıya ama, Mehmet Bey, ‘Türkler’ için ‘forma’ istiyordu. Forma bir açıdan ‘bayraktır’ demesine rağmen de, bayrağımızın rengi olan “kırmızı beyazı” değil, ‘Turkuaz’ı öneriyordu. Milli takımımıza rengini, yani ‘kırmızı beyazı’ veren bayrak (-kimliğimiz) için, özel bir bayrağa sahip olsak da genel renkler (-kırmızı beyaz renk) nedeniyle sıradanlaşıyoruz diyor, ‘Turkuaz’ renginin kimliğimizle örtüştüğünü ileri sürüyordu: “Adidas, Türk milli takımına kişiliksiz formalar yapıyordu. Eleştiriyorduk. Görevi Nike devraldı, daha da kişiliksiz bir dizaynla ortaya çıktı. Nike tüm takımlarına aynı formayı yapıyor. Portekiz, Brezilya, Hollanda gibi ülkeler değişik renk avantajıyla ya da üç renk çeşitliliğiyle durumu biraz olsun kurtarıyor. Ama biz özel bir bayrağa sahip olsak da, genel renkler nedeniyle sıradanlaşıyoruz. Ne kadar para kazanırsak kazanalım, böyle sıradan formalar giymemeliyiz. Daha önce önermiştim tekrarda fayda var. Turkuaz, tüm dünyada adımızla anılması açısından kimliğimizle örtüşüyor. Milli takıma giydirmek iyi bir alternatiftir.” diyordu (6). Bu konuda ‘misyon’ yüklenmiş gibiydi Mehmet Demirkol. Bu sene başında ‘Turkuaz’ iştahı ile yine karşımıza çıkıyor, Milli Takım formamızı sıkılmadan, hastabakıcı formasına benzetiyordu: “Kırmızı hastabakıcı üniformasına benziyor şu anki Milli Takım forması…Kıpkırmızı bir forma. Hiçbir ayırt ettirici, karakteristik özelliği olmayan bir sıradanlık eseri…Halbuki milli forma farklı olmalıdır. TV’yi açan birisi hemen, anında anlamalıdır sahadakinin Türk Milli Takımı olduğunu. Bizim gururla selamladığımız bayrağımız, ülke bayraklarında en çok bulunan 2 renkten oluşuyor. Bu yüzden sadece kırmızı ve beyazı sıradan bir forma tasarımı içinde kullanarak bir fark yaratmak mümkün değil. Bir fark yaratmak için başka bir şey lazım…Ya bir karakteristik dizaynı olmalı formanın. Önerim göğsü bantlı ve ortasına ay yıldız oturtulmuş, anlamlı formaya dönülmesidir…Ya da karakteristik bir renk olmalıdır: Bunun için de tek şans, ismini bu ulustan almış renktir: Turkuaz.” (7). İsim-Ulus ilişkisi hurafesi de üretiyor, bayrağımızın rengi olan “kırmızı beyaz” nedense onun sorunu oluyordu.
Bayrağımızın renkleri olan “kırmızı” ve “beyaz”, ama aslında “kırmızı beyazlı (Hilal sembollü) kimlik” her dem İslam olarak algılandığından birileri için ‘sorun’ teşkil ediyordu. Dolayısıyla da saldırı asıl ona yapılıyordu. Bilerek yada bilmeyerek , ‘milli’ kimliğimize karşı ‘yeni kimlik’ öngörüyordu. Turkuaz için, “ismini bu ulustan almış renk” denilerek, uydurma bir ‘kimlik’ üretilerek, İslam kimliği ‘kırılmak’ isteniyordu. Tıpkı Cumhuriyetimizin ilk yıllarında verilen, -Sizin atalarınız Sümerlerdir gazı verilmesi gibi, şimdi de kucağımıza bırakılan, ‘Turkuaz/Türkün rengi’ hurafesi ile ‘yeni kimliğimiz’ ortaya koyuluyordu. Fransızca turquise ya da turkish blue şeklinde bilindiği iddia edilen Turkuaz ile, bizim olan/biz olan ‘kırmızı-beyaz (Hilali)’ formamızın yerini işgal ediyordu. Fransız olan sorun olmuyor, İslam olan ‘sorun’ olduğu için ‘kırılıyordu’. ‘Ilımlı İslam’ yada diğer ismi ile, ‘Türk İslamı’ Projesi, ‘Turkuaz’ ile Futbol oyunu üzerinden de yaşama geçiriliyordu. Her şey ‘Turkuaz’ için, çünkü herşey ‘Turkuaz Devrim’ için oluyordu…
Hatırlayınız… Diğer Türki Cumhuriyetlerinde olduğu gibi Özbekistan’da da Soros patentli, ama başarısız olan bir darbe denemesi yapılmıştı. İşte, Turkuaz’ın Türkleri çağrıştırdığı modası da o zaman başlamış, ‘Turkuaz’ o zaman rengimiz olmuştu!
***
‘Turkuaz Devrim’ yada Sorosculuk
Hatırlayınız, Eski Sovyet uydusu ülkelerde ‘Soros’ patentli; Gül devrimi, Turuncu devrim, Lâle devrimi gerçekleştirilmişti. Gürcistan’da Kasım-2003’de, sonrasında da Ukrayna’da, Kırgızistan’da, ‘silahsız toplumsal dönüşümler’ hayata geçirilmişti. Şimdi sıra Türkiye’ye mi geldi diye sormaya gerek yok, bu dönüşüm ülkemize, siyasiler eliyle zaten yaşatılıyordu. Sadece rengimiz yoktu, devrim rengimiz belli oldu; ‘Turkuaz’…
‘Turkuaz Devrimi’, futboldan sonra farklı alanlarda da karşımıza çıkmış, hem “devrim/ihtilal” olarak, hem de ‘siyasi hareket’ ismi olarak kendini duyurmuştu…
Gazeteci Cüneyt Ülsever ve Nazlı Ilıcak, ‘Turkuaz Devrimi hazırlanıyor’ iddialarını yazmışlardı. Nazlı hanım, “Doğru veya yanlış…İster komplo teorisi deyin, ister gizli ellerin deşifresi. Turkuaz devrim. Gürcistan’da Gül devrimi ile Şevardnadze yerine Mikail Saaşkavili geldi. Ukrayna’da Turuncu devrim ile Viktor Yanukoviç’in yerine Batı yanlısı Yuşçenko geçti. Kırgızistan’da Lâle devrimiyapıldı. Askar Akayev devrildi. Bu ülkenin muhalefetine de sarı renk hâkimdi. Türkiye’de de, Amerikalıların bir ‘Turkuaz devrim’hazırlığına geçtiği iddiasına ne dersiniz? Cüneyt Ülsever ‘Bazı densizler komşu ülkelerde dalgalanan darbeli renkler çerçevesinde Türk mavisini gündeme getiriyorlar’ diye yazıyor….Türk mavisi denilen sakın Turkuaz olmasın? Sakın birileri Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’a özenmesin? Tabiî yöntem farklı olabilir.” diye yazıyordu (8).
27 Nisan 2005 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Cüneyt Ülsever imzasıyla yayınlanan “Tepedekiler Neden Konuşuyor?” başlıklı yazıda ve bu yazıdan hareketle 28 Nisan 2005 tarihli Dünden Bugüne Tercüman Gazetesi’nde Nazlı Ilıcak imzasıyla yayınlanan “İrtica İddiaları ve Turkuaz Devrim” başlıklı yazıda ileri sürülen ‘Turkuaz Devrimi’ iddiaları (Başbakan’ın bazı danışmanlarının Türkiye’nin NATO’dan çekilmesi önerisinde bulunduğu ve ‘Turkuaz Devrimi’ girişimleri yönündeki iddiaları), Başbakanlıkça yalanlansa, sonrasında Nazlı Hanım da ‘alet olduk’ demiş olsalar da, sözkonusu olması gereken, NATO’dan çıkmamız değil, toplumsal değişim ve dönüşüm projemizin (Bush’un BOP türü Silahlı işgalinin zıddı uygulaması olan, SOROSCULUĞUN, yani Ülkelerin Silahsız İşgalinin) ülkemize uygulanıyor olduğuydu. Bu sebeple de, ‘Turkuaz Devrim’ yaşandığı iddialarının yalanlanacak bir tarafı da zaten yoktu, çünkü ‘AB uyum yasaları’ zaten ‘Sorosculuk’ oluyordu…
Topluma ‘rağmen’ yürütülen ‘Turkuaz’ projesi, ‘Turkuaz Hareketi’ başlığı altında parti kurma çalışmaları yapan İstanbul Eski Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna ile de siyasi arenada sahne aldı. Ama aslında, ismini almadan mevcut siyasiler elinde zaten uygulanıyordu. Gürtuna, ‘Turkuaz’ için; “değişimi, dönüşümü ifade ediyor” diyordu.
Türkiyemiz için seçilen ‘Turkuaz’, öylesine bir renk değil, ‘üst düzeydeki’ bir değişim ve dönüşümün sembolüydü. Müfit Bey’in eşleri Reyhan Gürtuna; radikal bir kararla başörtüsünü çıkartıyor, Sultanbeyli’de inşa edilen bir spor kompleksinin açılış töreninde başı açık ve saçları fönlü halde objektiflere poz veriyordu!.. Öz/milli’ kültürümüz yerine “yeni (karma) kültür” geçirilmesi Ali Müfit Bey’in de isteği oluyordu: “Turkuaz, yeşille mavinin karışımıdır. Akdeniz ile Karadeniz”in, Doğu ile Batının buluşması diyebiliriz. Bu renkle; çok keskin ideolojik mahiyetler ifade eden, kavga çağrıştıran tanımlardan da böylece uzak durmaya çalışıyoruz…” diyordu (9), ‘Turkuaz Hareketi’ çalışmaları sırasında yaptığı harcamalarla ilgili olarak, 100 bin dolar harcadım, sponsorları açıklamam diyordu (10). Son yıllarda çeşitli ülkelerde milyarlarca dolar harcayarak toplumlara ‘renk biçen’ Macar asıllı Amerikalı Musevi, ‘devirimci’ George Soros ise, sayın Gürtuna’nın açıklamasının beş ay öncesinde Türkiye’deki çalışmalarını bitirip, ülkemizden ayrılmış bulunuyordu. “Para sihirbazı George Soros yoğun iş programını tamamladı ve önceki gün Türkiye’den ayrıldı. Sekiz gün boyunca üç ayrı şapkasıyla Başbakan Erdoğan’dan Türk iş ve basın dünyasının önemli temsilcilerine kadar onlarca simayla bir araya geldi…Başbakan Erdoğan daha önce de, Ocak 2003’te AKP Genel Başkanı olarak Soros ile Quantum Fonu Başkanı şapkasıyla Davos’ta Dünya Ekonomik Forumu vesilesiyle bir araya gelmişti.” (11). Gürcistan’da 2003’te yapılan Gül Devriminde aktif rol oynadığını ve maddi destek sağladığını ise, iktidarı ‘değiştirmesinden’ çok sonra açıklıyordu (12).
Sonradan değil de, şimdiden görmemiz gereken bir şey ise, George Soros’un Açık Toplum Vakfı’nın, Türkiye Şubesinin faaliyete geçtiği 2001 yılında, Futboldaki ‘Turkuaz modası’nın da faaliyete geçmiş olduğu oluyordu. O dönemde Demirkol, “Futbolun heyecanını, sadece oynanan topla ilişkilendirmemek gerekiyor. Estetiği de önemli. …Yedek kulübesinde oturan teknik direktörün takım elbisesinin rengi, gömleğinin yakası bile önemli. Fatih Terim, Milli Takım’ın başına geçtiğinde klasik göğüs bantlı formayı değiştirmişti ilk iş olarak. Haklı bir karardı ve sevinçle karşılanmıştı. Çünkü sıkılmıştı herkes. Ama bu müdahalesi sonuca ulaşamadı. Zira yerine gelene, 1996’da giydiğimize “milli forma” denemezdi….forma denilen bir giysidir. Dünyanın her yerinde, sıradan bir iş günü, her hangi bir caddede yürürken formalı insanlara rastlarsınız. Bunun bir modası var artık.” diyordu (13). Milli Takımlarda bayrak renkleri kullanılır, kullanılmalıdır da ama, ‘açık toplum’ harekete geçmişti, kullanılması istenmiyordu.
İstenilen 2007’de gerçekleşti, halen Milliyet Gazetesi yazarı olan Mehmet Demirkol’un, 2001’den itibaren zaman zaman gündeme getirdiği, -Milli takımın forması değişsin, ‘Turkuaz olsun’ önerisi hayata geçiyordu. İlk değişikliği başarmış olan Fatih Terim, son değişikliği de gerçekleştiriyor, ‘milli’ olandan sıkılanları kurtarıyordu!..
***
Milli olan Bayraklardır, formalar dizaynı değil…
Renkler ve semboller, insan hayatında baskın bir unsur olarak durur. Mesela, İslam’da Ay’ın/Hilalin önemi vardır, Bayrağımızdaki Ay, tamamiyle İslami referanslıdır. Kimlik ile ilişkilidir ve bu durum sporda da önemli unsurlardan biridir. Bu sebeple takımların en önemli simgeleri de renkleridir. Dünyada bayrak renklerini kullanmayan milli takımlar var mı (?) sorusunun cevabı, Evet, vardır olsa da; “Kırmızı-Beyaz”, “Ay (Hilal)-Yıldız”, bizim milli/ata rengimizdir, arka planında İslamı/Türkiye’yi hatırlatmaktadır. Bu sebeple, Milli olan Bayraklardır, temsil ettikleridir; formaların dizaynı değil.
Bu ‘gavuristan’da da böyledir. İtalya’nın bayrağının gök mavisi olmadığı örneklendirilse de, İtalya kurulmadan önceki cumhuriyetin bayrağının rengi, gök mavisidir. İtalyancadaki azzurro (gök mavisi) kelimesi buradan gelmektedir, bu sebeple de onlar için gök mavisi semboldür. Türk Bayrağı veya Milli Forma ise, rengini şehitlerin kanından, ilhamını da kan gölüne yansıyan Ay ve Yıldızdan almıştır. Hilâl halindeki Ay ile Yıldız işareti, bizim Bayrağımız da dahil olmak üzere birçok Müslüman ülkenin bayrağında yer alan yaygın bir semboldür.
İşte, istenmeyen de zaten budur, bayrağın/formanın taşıdığı bu ‘kutsal anlam’ istenilmeyen oluyor. Sözkonusu bu ‘anlamın’, Batılıya karşı alındığını biliyoruz. Bu ‘anlamı’ yerli olmayan yerlilerden çok iyi bilen Batılı, ‘milli olan’ formamızı istememekte, ‘Turkuaz’ı bize ‘yeni kimlik’ olarak biçmektedir. Bu yüzden ‘Marco’lar ‘Mehmed’ yapılıp Milli Takıma alınıyor, milli/kutsal olanın sıradanlaştırılması yada ‘milli kimliğin’ kırılması da bu oluyor…
***
‘Fatih Terim’ kim oluyor?..
Marco’nun Fatih Terim tarafından Mehmet yapılması (!) ile ilgili olarak; “Ben Fatih Terim’e hayli zamandır inancı ve sempatisi kalmamış biriyim, son yıllarda ne yapsa sinirime dokunuyor ama yine de, ‘o kadar da değil canım, yapmaz böyle bir şey’ diye düşünüyordum. Yaptı! Aurelio Mehmet değil mesele…Mesele, milli takım patronunun, daha ‘kırkı bile çıkmamış’ taze vatandaşa can simidi gibi yapışıp takıma koymasında…Avrupa’da neredeyse her milli takımın siyahî kökenli oyuncuları var ama bilmem kaçıncı kuşakta göçmen ailelerin çocukları. Hiçbiri bizde olduğu gibi ‘ilk gün sünnet, ikinci gün deniz’ taktiğiyle, ‘ihtiyaç’tan forma kapabilmiş değiller; formasını giydikleri ülkenin diliyle, kültürüyle, geçmişiyle bir şekilde sahici irtibat kurabilmiş adamlar…Aurelio Mehmet için soruyoruz ama; ‘niçin?’. Bu kararı onaylamışlarsa Futbol Federasyonu üyelerine de Sayın Terim’le aynı jesti paylaşmalarını dileriz: İstifa.” deniyor (14). Oysa asıl mesele, “ilk gün sünnet; ikinci gün milli forma!” verme meselesi değil, Marco’nun Mehmet yapılması ‘asıl sorunumuz’ oluyor. Batılı kendi liglerinde yabancı/zenci oynatıyor çünkü, ideolojistlerinin (Samuel Huntington’un) onlara biçtiği rol zaten bu. Daha sonraki tek kültür/tek din amaçları (Babil Sendromu çözümü) için öncesinde dünyada, farklı kültürlerin karışarak bir “karma kültür” oluşması isteniyor. Bu ‘arka plana’ sahip oldukları için de liglerinde yabancı/zenci oynatması anlaşılabiliyor. Buna karşın bizim ‘Marco’yu ‘Mehmet’ yapmamız ile ‘kimliğimiz’ kırılıyor. Fatih Terim ve Futbol Federasyonu için istifa istense de, bir tek değil; iki kez istifa etmeleri gerekiyor. Çünkü, ‘Marco’yu Mehmed yapan ve de Milli Formamızı değiştiren de ‘aynı ikili’, tabii ki de ‘aynı iktidar’; geneldeki ‘Fatih Terim’ de bunlar oluyor…
***
Fatih Terim göreve!…
Fatih terim, hiç kimsenin beklemediği bir anda Serie A’da (İtalya’da) Fioerentina ile anlaştı. Söylentiler Terim’in asıl, bizim siyasilerimizin sevgili dostları olan Berlusconi’nin takımı Milan’a gideceği şeklinde idi. Beklenen de oldu, kısa bir süre sonra Milan’a transfer oldu!..
Fatih Terim’in Fiorentina’dan ayrılışın ardından Milan’da göreve başlayıncaya kadar geçen uzunca dönemde, ortaya epeyce söylenti çıktı. “Bunlar arasında en ilgi çekici olanı, ‘İmparator, İtalyan MHP’sini bekliyor’ başlıklı, Aktüel dergisinin Nisan 2001’deki 508.sayısında yer alan yazıydı.İmzasız yazıda, İtalyan basınından çarpıcı aktarmalar yapılmıştı. İtalyan gazetecilerin ağzından ‘Burada iki bekleyen var; biri Milan’ın ve ‘İtalyan MHP’si olduğu söylenen Forza İtalia partisinin başkanı Silvio Berlusconi; diğeri ‘İmparator’ Fatih TerimDergide İmparator’a dönük üstü örtülü birtakım suçlamalar yer alıyordu…İl Giornale gazetesi de, ‘Terim çok iyi antrenör ama Türkiye’de birtakım karanlık çevrelerle ilişkili bir milletvekiliyle olan dostluğunu Berlusconi hoş karşılayacak mı’ diye soruyor…Bazı dostluklar da başa bela olabiliyor…Ağar’la birlikte göründükleri fotoğrafın altında yazılı olanlar da ilginç: ‘Fatih Terim, Mehmet Ağar ile dostluğundan daima gurur duyardı. Ancak yavaş yavaş İtalyan basınında da bu arkadaşlık ilişkisi konuşulur oldu…Ciddi araştırmaların yanında, ‘sallama’ konusunda İtalyan basınının bizden pek geri kalmadığının bazı örnekleri olarak da okunabilir bütün bunlar.” deniyordu (15). Yukarılarda belirtmiş, PKK avcısı Mehmet Ağar için (-Ki kendileri ile konuşma fırsatı bulabilirsem, Allah’ın isminin istismarı olan, PKK avcıları ‘yerli Hizbullah’ı’ kim kurdurdu diye sormak isterim-), “Ya Mehmet Ağar. Neredeyse Fatih Terim’in babası gibiydi.” deniyor demiştik…
Fatih Terim tabii ki iyi bir antröner, buna itirazımız yok. Fakat, hemen peşinden de soralım: Her başarılı teknik direktör Fiorentina ile başlayan, ama esasta Milan’da bitecek bir projede yer alabilir miydi? Yada şöyle düşünelim: 1998-1999 arasında Türkiye ile İtalya arasında, katilbaşı Apo’nun İtalya’da bulunuyor olması yüzünden gerginleşen iki ülke ilişkiler nasıl düzeltildiği? Yada İtalya krizimiz (!); Fatih Terim, Mehmet Ağar (-devlet), Haluk Ulusoy ilişkimizi (!) yok mu sayacağız? Yada şöyle düşünelim: 1998-1999 arasında İtalyan bayrakları yakan biz Türklerin, 2000’in sonunda başlayan ‘Fatih’ maceramızdan sonra maçlara İtalyan takımlarının formalarıyla gitmelerimizi nasıl açıklayacağız? Sorumuzu Fenerbahçe üzerinden sorarsak da; “Burası Türkiye İsrail değil” diye bağıran FB’li taraftarların, ‘Elçimiz’ Revivo’dan sonra bu sloganı unutmalarına ne diyeceğiz?
Görevimiz tabii ki futbol, ama siyaset ile o kadar iç içeki… Bu sebeple soruyoruz: Fatih Terim, Türkler ile Apo krizi yaşadığımız İtalyanlar arasında yeşerilmesi istenilen ‘Türk İtalyan’ sevgisi (!) için orada görev almış olabilir miydi? Eski İtalyan Büyükelçimiz olan İnal Batu; (Terim’in, Fierontina’dan sonra görev aldığı Milan takımının Başkanı olan) Berlusconi’nin, Apo krizinde tamamen Türkiye’nin yanında olduğunu açıkladı. Sorun ve sorum şu: Bu ‘derin’ ilişkiler yumağı, Terim’in ‘ödül’ alacak olmasının gerekçesi olabilir mi?..Sahi neden veriliyor?..
***
Sahi neden veriliyor?…
Türkiye’yi İtalya’da temsil eden ilk teknik direktör olan Fatih Terim, İtalya Cumhurbaşkanı’nın resmi tebriği ile şövalye olacak: “Eylül ayında İtalya’nın Ankara Büyükelçiliği’nde yapılacak bir törenle Fatih Terim’e madalyaları ve resmi beratı İtalya Cumhurbaşkanı adına Ankara’da Büyükelçi Carlo Marsilli tarafından verilecek. Türk futbol tarihinde ilk kez bir futbol adamı resmi berat ve madalya ile ödüllendirilmiş olacak. Ayrıca verilecek olan şövalye unvanı Terim’e İtalyan vatandaşlarının hak ettiği birçok olanaktan da yararlanma imkanı tanıyacak.” (16). Terim, Türk-İtalyan ilişkilerine katkısı bağlamında bu unvana layık görülmüş. Ben gavurun durduk yerde kimseye ödül vermeyeceğini bilirim. Anlamaya çalışıyorum, sizin başka izahınız var mı!… Sahi neden veriyorlar….
Arzu ederseniz de cevabımız şu olsun; Apo krizimiz günlerinde, Mehmet Ağar gibi Galatasaraylı olan, Başbakan Mesut Yılmaz, katil Apo’yu barındıran İtalya’ya sert mesajlar gönderiyor, “İtalyan milleti böyle bir ayıbı taşıyamaz. İtalya bu ayıbı taşımaya kalkarsa, Türkiye bunu karşılıksız bırakmaz’’ diyordu (17), gerçekten de Türkiye gereğini yaptı (!), Futbol elçimiz krizden sonraki yılda İtalya’yadaydı!.. Tabii ki de, ‘derin’ ilişkiler yumağı, İtalya (Katolik) ve Türkiye (Müslüman) arasında ‘dostluk’ gibi görünse de esasta ‘karma kültür’ yeşertmek için ‘görev’ başındaydı…
Ben hep söylerim, ‘Vatan elden gidiyor’ diyenlerle, ‘Vatanı Satanlar’ dedikleri arasında ‘esasta’ hiç fark yoktur. Çünkü, her ikisi de ‘Batıcı’dır, esasta her iki ‘iki kafa’ da ‘Turkuazcı’dır… Zaten, ‘Vatan elden gidiyor’ kaygısı (!) içinde hareket ettiklerinde perinçeklerle işbirliği yapmaları da bunun delilidir. Bu sebeple ‘siz siz olun’, ‘Turkuaz’ değil, Kırmızı Beyaz/milli kalın, sizi kandırmalarına da izin vermeyin. Bunu yaptığınızda belki ödül alamazsınız ama, hep milli/değişmeden da kalacağınız kesin…
Zannetmeyin ki ödülü hak edenler sadece ‘Vatan kurtaran aslanlar’ değildir. ‘Vatan Değerlerinden Sıkılanlar’ da ödül alırlar, almaları da gerekir!.. ‘Turkuaz forma’sına (!) kavuşan Mehmet Demirkol’u izleyin. Geçen sezon başladığı TRT görevinden söz etmiyorum; ben onun için de ödül, gavurcuklardan bekliyorum…
***
‘Turkuazcı’ Mehmet Demirkol…
Mehmet Demirkol, Milli formanın renginin değişmesini istemesinin yanında, başka öngörülerde de bulunuyordu. Uzak olmayan bir gelecekte ‘ulusalüstü’ bir Süper Avrupa Ligi’nin ulusal ligleri gölgede bırakacağına dikkat çekiyor; bu devasa endüstriden dışlanmamak, ‘onlar ortak, biz Pazar’ olmamak için o ulusalüstü lige ‘üç büyükleri’ sokmanın altyapısını hazırlamak gerektiğini söylüyordu. “Şimdi bizim bu devasa lige, büyüklüğünü hafsalamızın almayacağı ekonomiye nasıl dahil olabileceğimizi, kaç takımla ve hangi güçle girebileceğimizi düşünmemizin ve plan yapmamızın zamanıdır. Anadolu Kaplanları’nın yakınmalarında haklılık payı olabilir ama maalesef ‘alacakları yok’. Onlar Türkiye Süper Ligi’ni seyredilebilir bir alt lig, bir okul yapmanın yollarını aramalıdır. Türkiye Futbol Federasyonu ise Avrupa çapında geniş taraftar kitleleri bulunan üç büyükleri Avrupa Ligi’ne gönderebilmek için uyum yönetmeliklerini çıkarmalı, üstüne vizyon ve proje geliştirmelidir.” diyordu (18). Görüldüğü gibi de, ‘Anadolu kaplanları’ yada Anadolu ne kadar yakınırsa yakınsın onun için hiç önemi yoktu. Çünkü o ‘Turkuaz’ olmayı seçmişti. Anadolu/milli olanın Demirkol için önemi hiç yoktu. ‘Turkuaz Devrim’ için ödülü hak etmişti ama, bu öngörüleri için, artık İtalyanlar mı yada başka kimler verir, bilemem; iki kere ödülü hak ediyor!.. Üç Büyükler, “yani ‘Turkuaz’ ‘Türkiye’ olsun, “diğerleri (Anadolu) olmasa da olur” anlayışı tabii ki bunu gerektiriyor, bekleniyor!..
Beklenen Süper Lig geldiğinde ise, daha bir ‘kardeş’ olacağız gavurcuklarla; Fatih Terim de zaten bir ‘sevgi gediği’ açmıştı burada ve orada!..
***
Bunun için Fatih Terim…
Neden Fiorentina, neden Fatih Terim?.. Fatih Terim, hiç kimsenin beklemediği bir anda Serie A’da otuz bir yıldır şampiyonluk yaşayamayan Fiorentina ile anlaştı. Mor Menekşeli takımın ligde dördüncü sıraya kadar yükselmesiyle de Fiorentinalı taraftarlar İmparator’a adeta tapar hale gelmişlerdi. Çünkü ‘futbol takımları’ üzerinden ya çok çabuk ‘değerler’ kazanılabiliyor yada çok çabuk değerler kaybettirilebiliyordu…
Fatih Terim’in, Fiorentina’daki başarıları sırasında İtalyanlar Terim ile yatıyor, Terimile kalkıyordu. Terimkolik taraftarlar, Başkan Cecchi Gori’yi adeta tehdit ediyorlar; “Sözleşmesini uzat. Yoksa 16 Nisan’da ki seçimlerde bölgenden tek bir oy alamazsın’ diyordu. Fiorentina’da Chiesa gol atıyor. Taraftar Terimağıtları yakıyor. Rui Costa, fileleri sallandırıyor trübünlerden ‘Terim ale Terim’şarkıları yükseliyor(du)..” (19). Tribünlerde, Türkçe “Ya Terim ya ölüm” tezahüratlarının yapılmasına dikkat çeken La Gazette Della Sport gazetesinde ise, “Floransa, artık kendini biraz daha fazla Türk hissetmeye başladı.” deniliyordu. İşte meselenin BAM TELİ de burası…
Bir Katolik Hıristiyan İtalyan’ın yada Müslüman olmayan diğerlerinin, kendini Türk (Müslüman) hissetmesinin istenilmesinde… Bunun tersi olarak da, bir Türkün de kendini İtalyan gibi hissetmesinde. Bu amaç futbol üzerinden de sağlanıyor…
İşte, futbola bu noktada ‘görev’ veriliyor, çünkü; ülkeler insanlarını birbirleriyle kaynaştıran Futbol/Futbolcu/Antrenör oluyordu. Bu sebeple, Fatih Terim’in Fiorentina’da elde ettiği başarılardan gurur duyan Türkler de, -Ben artık Fierontina-Milan taraftarıyım diyordu. Her iki taraf da farkında olmadan kendini diğer taraftan (kendinden olmayandan) hissediyordu. İstenen de zaten buydu, ‘karma kültür’ oluşsun isteniyordu…
İstenen ‘farklı kültürlerin karışımı’ ama, asıl istenen, kültürü belirleyen/besleyen şey ‘din’ olduğu için “din/lerin karışımı” oluyor. ‘Hıristiyan Müslüman’ ya da ‘Yahudi Müslüman-Türk’ tiplemesi Yahudi asıllı Amerikalı ideolog, Samuel P. Huntington’ınöngörüsüdür. Huntington, “Bir insan yarı Fransız veya yarı Arap ve aynı anda iki ülkenin vatandaşı bile olabilir. Bundan daha zor olan şey, yarı Katolik veya yarı Müslüman olmaktır.” diyordu (20). İnsanın, kendini Yarı Türk, Yarı Yunan ya da Yarı Hıristiyan Yarı Müslüman hissetmesi işte bu oluyor, futbol üzerinden de bu elde edilebiliyordu…
***
Benim ‘kültürüm’ bana, senin ‘kültürün’ sana…
Fatih Terim, “Yurtdışındaki futbolcu sayısını artırmamız lazım” diyordu. Bunun gibi, Trabzon’un kalkınmasının Türkiye’nin kalkınmasına bağlı olduğunu bilmeden futbolcu ihracatı öngörülüyordu. “Bir yıl önce Uluslararası Nakliyeciler Derneği’nin (UND) eski başkanı, Trabzonlu Çetin Nuhoğlu, şehir için çıkış yolu arayışında “Trabzon, sanayiyle kalkınamaz. Çağdaş İpek Yolu’yla, futbolcu ihracatıyla kalkınabilir. Trabzonspor lig şampiyonluğuna değil, futbolcu ihracatına odaklanmalı” sonucunu vurguluyordu. Bu vurgu, Trabzonlu iş âleminden onay alıyordu. Futbol ile ekonominin sinerjisi bu. Yurtdışındaki futbolcuların sayısı artsa, daha çok Türkiye adı geçecek, merak uyandıracak. Misal, Brezilyalı futbolcuyu beğendiğiniz için Brezilya’ya ille de gitmezsiniz ama kafanızda Brezilya algısının oluşmasına küçük bir tuğla koyar.” deniyordu(21). Sorun da işte bu nokta/kafa/da… Biz kafamızda şu bu ‘algı’ istemiyoruz. ‘Algı’ olduğunda zaten de kalkınamayız, ayrıca da, o zaman artık, “kendimiz” olarak da kalamayız. Zaten de Trabzonspor, “Trabzon (kendisi) olduğu” dönemlerde ‘Trabzonspor’ oldu, futbolcu ihraç ettiği için değil. Trabzonspor ‘kendisi’ olmaktan çıktığı için de, tıpkı ülkemiz gibi, hâlen de sürünüyor! Çağdaş İpek Yolu olsa dahi; ne Türkiye kalkınır, ne de Trabzon/spor/halk kalkınır; olan sadece, başkalarının mal satan araçlarının geçmesini seyretmek (!) olur, başka bir şey olmaz. Türkiye/Milli takım yada Trabzon/spor için tek ‘çıkış yolu’; sadece ‘Türkiye/Trabzon’ olarak kalmasıdır, yoksa ‘Turkuaz’ olması değil…
Eğer bir ülkede halkı, ‘bombayla’ yada ‘renk skalasından’ bir ‘renk’ seçerek (-kültürel olarak) değiştiren şey olan ‘demokrasi’ varsa, biliniz ki ‘öz kimliğinizden’ hoşlanmayanlar da bulunuyor demektir. Bizim ‘bize’ yabancılaşmamızı isteyen, ‘İslam’ anlayışımızın yerine (sahtesi olan), ‘Türk İslamı’ anlayışını (Turkuazcılığı) yerleştirmek isteyen, ama aynı zamanda, kendimizi hem Müslüman, hem de aynı zamanda Katolik gibi de hissetmemizi arzulayan ‘Samuel Huntington’cu ‘köktendinci ideoloji’ de orada bulunuyor demektir. Bu sebeple, birilerinin ortaya çıkıp da, Kırmızı Beyazı hafife alarak abuk subuk konuşması yada kimilerinin ‘Turkuaz’ı bize ‘yeni kimliğimiz’ olarak dayatması, ‘milli olan’ın kabul edebileceği bir şey değildir…
Zaten sorun kendiliğinden de ortaya çıkmaktadır. Mesela, geçmişteki milli maçlar öncesi, ağzı ‘dolu dolu’ halktan ‘dua’ isteyen; istediği için de sevdiğim, fakat ‘Marcolaştırma’ hareketinden sonra sevmediğim Haluk Ulusoy, sahada ‘istavroz’ çıkaran ‘Marco’lar için neye göre dua isteyecektir!.. Ben vatandaşım, ‘benim kültürüm’ bana, ‘senin karma kültürün’ sana derim… Batılıdan ‘ödül’ alan herkes için ölçüm değişmez, kesin…
***
‘Vatan Kurtarıcı Aslanlar’, ‘Vatan Değerlerinden Sıkılanlar’…
Özellikle son yıllarda ‘vatanın kurtarılmasından’ sıklıkla söz edildiğini daha bir duyar olduk. Allah’ın ismi istismar edilerek kurulan PKK Avcı Taburlarını (!) kuranların, sonrasında ‘avlarını’ ovaya davet edişini de… Vatan olan (!) Mehmed Akif’e küfredenlerin, sonra da vatanı kurtarmak için örgütlendiklerini de gördük…
Unutulmayacak olan çok şey yaşandı bu ülkede. Unutmayıp hesap soran biri bakın ne diyor, yıllar önce: “Biz de unutmadık. Dahası 3 Kasım’dan beri hepimiz onun ismini sayıklıyoruz. Onun devleti çeteleştirirken nasıl da torunuyla banyo yaptığının görüntülerini bile gördük. Bizler sürekli aydınlık için deli danalar gibi koşturup çabalarken, ışıklar açıp kaparken tüm bunlarla alay edilircesine bu pankartla sahaya çıkılması içimize doğrusu fena oturdu. ’25 milyonluk’ Fenerbahçe takımı sahada bu pankartla çıktı ve gözümüzün içine baka baka bizimle alay etti. Bu olaydan çok geçmedi, Erbakan stada geldi ve ‘Türkiye laiktir, laik kalacak’ sloganları atıldı. Tüm gazeteler ‘aferin’ dedi. Seversiniz veya sevmezsiniz bu ülkenin Basbakan’ı herkes gibi bir maça gidiyor ve iyi niyetle söylenmemiş, büyük ihtimalle kibar küfür tarzına örnek bir tepkiyle karşılaşıyor. Bakıyorsunuz bu olay hakkında kimseden çıt çıkmıyor. Şeref tribününde Ergun Gürsoy’un yanında Mehmet Ağar (/Refah-Yol Koalisyonu bünyesinde İçişleri Bakanı olarak görev yaparken Başbakan Necmettin Erbakan’ın Libya gezisini onaylamayan Mehmet Ağar) oturuyor. Tek bir kelime aklıma geliyor. ‘Devleti için kursunu atan da, sıkan da bizim için şereflidir’. Hüseyin Kocadağ pankartına ses çıkaranlar Ağar’ın tribünlerimizin en ‘şerefli’ yerinde yayılmasına ses çıkartamıyorlar.” (22). Anlatmak istediğim de bu bölümde bu… İki ayrı görüş gibi görünenlerin aslında ‘aynı’ oldukları…
Bakmayın siz ‘hesaba çekilenlere’, ‘hesap soranlara’… İster ‘Vatan Kurtarıcı Aslanlar’, isterse de ‘Vatan Değerlerinden Sıkılanlar’ olsun, bu iki kafa ‘aynı kafa’… Birbirlerinden farklı gibi görünseler de esasta hepsi birden ‘tek kafa’, ‘Turkuaz kafa’… Yıllardır bizi/kültürümüzü değiştiriyor, ödülleri de cebe atıyorlar, yoksa kimse kimseye boşuna ödül vermez, vermiyor da…
Yazımın başında söylemiş, misyoner; Hristiyanlığı yaymakla görevli kimse olarak tanımlansa da, ben mecaz anlamını, “Bir düşünceye, bir ülküye kendini adayan kimse” tanımını esas alıp değerlendireceğimi söylemiştim… Şimdi onu tamamlıyor, diyorum ki; ‘bayrak’ deyip de ‘albayraksızlığa’ koşanlarla, ‘bayrak ile oynayanlar’ arasında esasta hiçbir fark yoktur. Hâl bu olunca da, ‘milli’ye karşı her davranışın benim için misyonerlikten hiçbir farkı yoktur…
***
Al ‘Marco’yu ver ‘Mehmed’i…
Bir yazısında Haşmet Babaoğlu; “Türk futbolunun en önemli kahramanlarından biri F.Bahçe Başkanı Aziz Yıldırım ise, öteki de Fatih Terim’dir mutlaka…” demişti (23). Bu iki isim ‘kahraman’ olsa da, ben şöyle ilave yapmak istiyorum: ‘Turkuaz Devrimi’ gerçekleştiren; Hükümet, Futbol Federasyonu ve sözedilen ikili…
Biz Fatih Terim’i İtalya’ya omuzlarda götürdük, alkış ve dualarımızla uğurladık… Dönüşü ise, muhteşem oldu, o geldi, ‘Marco’yu ‘Mehmed’ yaptı!..
Yaptığının yanlış olduğunu ise, farkında olmadan kendi ortaya koyuyordu.Almanya’nın Köln şehrinde oynanan Fenerbahçe-Beşiktaş Süper Kupa maçı yayını yorumculuğu sırasında, ‘Mehmed’ yaptığı Hıristiyana ‘Marco’ diye hitap ediyordu. Çünkü, ‘Mehmed’ olunmazdı, ‘doğulurdu’, onun için de bu hatayı yapıyordu…
Peki de değer miydi? “Değer miydi ‘ey fatihler/devirimciler’… Alın ‘Marco’nuzu verin ‘Mehmed’imi… Al rengini, ver Milli mi… ‘Turkuaz’ değil, ‘Kırmızı Beyaz’; yoksa tarih sizi affetmez, affetmiyorum…
***
Bir çift sözüm de ‘Trabzona, Trabzonspora, Trabzonluya’…
Tıpkı diğer şehirlerimizdeki gibi ‘sen’ de etrafında veya dünyada neler olup bitiyor bilmiyorsun… Futbolun ‘siyaset’ olduğundan bihaber onunla yaşıyorsun!..
Fatih Tekke, Trabzon/Trabzonspor için bir ‘kimlikti’, satıldı, görmedin; görebilecek gibi de görünmüyorsun!.. Zannediyor musun ki bu ‘satışlar’ tesadüfen oluyor. Hiçbir şey rastgele olmuyor, senin de “kimliğin” bilerek kırılıyor… Çünkü sen ‘Anadolu’sun, istenmiyorsun… Hatırla Kenan Evren’i, Kupayı verirken kaptan Şenol’a, -Hep siz mi şampiyon olacaksınız niye demişti! … Bil ki, “Vatan Kurtarıcı Aslanlar” veya “Vatan Değerlerinden Sıkılanlar” seni isteseler de sevemezler. Çünkü, farkında olmasan da sen ‘Turkuaz’ değil, ‘Türkiye’sin… Marcelinho yada gelecek Ronaldinho’larla (sahte Fatihlerle, Mehmetlerle) şampiyonluk sahibi olsan da ÜZÜLMELİSİN… ÇÜNKÜ O GÜN SEN, ‘SEN’ OLARAK ORTADA ZATEN OLMAYACAKSIN… O GÜN SEN ‘KİMLİKSİZ’ ORADA BULUNACAKSIN, bunu sakın unutma…
Paraya dayalı yönetim anlayışlarını defedip, MUTLAKA ‘öz/kimlik’ anlayışına dönmelisin. ‘Öz kimlik’ demek Trabzon’da yaşamak değil, onu ‘temsil’ edebilmek ‘anlayışı’dır. Son yıllarda ve hâlen de ortada olan yöneticiler seni temsil edemez… Ulusal Tv. Kanallarında ‘seni’ temsil edebilecek bir tek kişi bile ortada görünmüyor. Senin sorunun Türkiye gibi, TEMSİL EDİLEMİYORSUN, ‘Anadolu’yu temsil etmiyorsun… Sen ‘sen’ olmadığın için (TÜRKİYE gibi) yokolmak üzeresin… Oysa, Türk futbolunun da geleceği için ‘umut sensin’… Hiç olmazsa ‘sen’ aklını başına topla, ‘TURKUAZ’ OLMA, ‘TÜRKİYE/Anadolu’ KAL… ŞAMPİYON HİÇ OLMA AMA, ‘kimliğinle kal’; ödül alma ‘sen kal’, yalvarırım, ne olur…
Ahmet MUSAOĞLU : Günebakış Gazetesi / 20-22.08.2007