Benim okuyucum, “gavur” tanımını kullandığımı bilebiliyor. Bu tanımı, “Müslüman olmayanları tanımlamak, gayrimüslim olandan bahsettiğim anlaşılsın” diye kullanıyorum. Zaten, “incitmek” veya “hakaret etmek/saldırmak” için kullanmadığım –yazılarımdan, eserlerimden, katıldığım veya yaptığım yerel televizyon programları üzerinden de– bilinebiliyor. Bu “tanımı”, “farklılığı/çeşitliliği” göstermek amaçlı olarak kullanıyorum ama aynı zamanda, sadece yaklaşık 12 bin yıllık “insanlık tarihi boyunca” da değil, yaklaşık 400 milyon yıl önce karalarda “ilk ortaya çıkan” bitki ve hayvan yaşamıdönemine kadar geriye uzanan tarih içersinde “yaşamın”, tek düze/tip yaşanmadığını, “çeşitlilik” olarak yaşandığını anlatmak için de kullanıyorum. Dahası, BEN bir Müslüman olarak, “inancım gereği”, gayrimüslimlerin de “var olmaları”gerekir olduğunu da biliyor, “Öteki” olarak gördüğüm ‘benim inancım dışındaki’ insanların, “inançları” her ne olursa olsun “onu yaşamaları gerekir” diye zaten “kabul etmiş” de oluyorum. Dolayısıyla da “hiçbir inanç sahib’ ile –durduk yerde- çatışmam”sözkonusu olmaz, olmuyor. Şu bu siyasi veya dini gruptan da değilim, sadece “İslam adına tarafım”, yaptığım sadece, “kendimi/kimliğimi” savunmak oluyor…
Bu konuya “neden girdiniz?” diyeniniz var mı bilemiyorum, bu konuya girmem,“Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı”nın, son dönemlerin televizyon dizilerinde, ‘İnsan Hakları’na (ki, bakmayın siz mazlumlar derneği vb.., İnsan Hakları denilen hurafe, Batılı Beyaz Adam’ın haklarının korunması oluyor, işte bu haklara) vurgu yapan mesajlar verilmesikonusunda isteklerde bulunması oluyor. “İnsan Hakları Başkanlığı Başkanı” Mehmet Yılmaz Küçük’ün; dizilerin yapımcılarını bizzat arayarak, senaryolarda gizli bir şekilde ‘insan haklarına’ ilişkin mesajlar verilmesi konusunda “ricada” bulunması, ama esas da; “Öyle Bir Geçer Zaman ki” adlı diziye ilişkin değerlendirmelerini, dizinin yapımcısına aktararak;dizide kullanılan “Gavur” ifadesinin “ayrımcılık/ırk ayrımcılığı” içerdiğine vurgu yapması oluyor: “Yapımcılara dizide yuva yıkan kadın rolündeki ‘Carolin’ karakterine, babanne Hasefe karakterinin ‘Gavur’ diye hitap etmesinin yanlışlığına dikkat çektiğini dile getiren Küçük, ‘Bu göbekten ayrımcılıktır. Bu türayrımcı kelimelerin kullanılmaması gerekir…Burada eyleme odaklanılsın, kadının yabancılığına odaklanmasın.” mesajı (!) verdiği söyleniliyor. (1). Başkan Küçük, haliyle de Başbakanlığa göre, ‘Hıristiyan Carolin’e “gavur” denilmesi “ayrımcılık” oluyor/muş. Eyleme göre, mesela kadın “kötü kadın” rolünde ise, kadına “kötü kadın” diyebilirmişiz ama, onun “inanç” durumunu, “Müslümanlığın dışında olduğunu” belirtecek “gavuru” kullanamazmışız! Daha doğru bir ifade ile de, “Gavura”, ‘Gavur’ diyemiyoruz!…
Bu “millet”, dahası “milli bütünlüğümüz” için “darbelerden” daha tehlikeli gördüğüm bu durum, benim için sürpriz olmadı çünkü; gidişatımızı görmüş, II.Tanzimat Dönemi yaşadığımızı daha 22 Nisan 2004 tarihinde; “´II.Tanzimat Dönemi´ daha şimdiden, ´milli dava´larımızın ortadan kaldırıldığı dönem olarak anılacak gibi görünüyor.” diyordum (2). Dahası da, Tv. programlarımda da, “gavur demek yasaklanmadan” ya da “fundemantalist Yahudi ile mücadele olan antisemitizmcilik yasaklanmadan bu tanımlamaları kullanıyorum” açıklaması da yapan biri oluyorum. Benim “dünlerde” yaşadığım bu “farkındalığı”, bugünlerdeki ‘müdahale’ günlerinde bile yaşayan pek görülmediği için de bu yazıya başlamış bulunuyorum… İmdi…
Gavura ‘gavur’ demek ‘yasak’ DEĞİL…
“Gavur” yasağının “başladığı” haberini okuduğum, 19.11.2010 günü, Türk Dil Kurumu’nun web/internet sitesi”ne girip, “Büyük Türkçe Sözlük”te, ‘Gavur’ kelimesinin karşılığına baktığımda, ilk ‘iki şık’ta okuduğum açıklama şu oluyor:
Gâvur : “a. din b. 1. Dinsiz kimse. 2. din b. Müslüman olmayan kimse…”(TDK)
Okuduğunuz gibi de, “devlet lügatinde” de Gavur, bir “dini”, Müslüman olmayan kimseyi, gayrimüslim olanlarıgösteriyor. Demek ki de, “Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı” da dahil, “devlet denilen organizasyonu” yönetenlerin (!) bizatihi kendileri, Gavura, “Gavur diyor”. Dolayısıyla da, “fiili müdahale yok”, olan sadece “psikolojik harp”; topluma, yasak koymadan yasak koymak (!), toplumun sahip olduğu değerleri bu şekilde dönüştürmek oluyor. ‘Gavur’ tanımı kullanılmaması için “darbe yapılmıyor” ama, “muhtıra verilmiş” olunuyor…
Hâl bu olunca da; “Nazlı Ilıcak’ın, ‘İslamofobiye karşı hoşgörülü İslam anlatılıyor’ açıklaması da zaten, ortada olanın ‘İslam olan olmadığını’, ‘Höşgörülü İslam’ adı altında yaşatılan ‘Minare&Gökdelen kardeşliği’ hurafesini gösteriyor. ‘Muhafazakar-Kiliseleşme Dönemi’ ya da ‘II.Tanzimat Dönemi’ olarak isimlendirdiğim dönemde görülen bu ‘Sahte kardeşlik’, ‘İslam olana’ saldırdıkça saldırıyor.” şeklinde görüş de belirttiğim (3), “New York’ta Beş Minare, Deccal asıl bu!..” başlıklı yazımın altına yazdığı yorumda, “Sayın hocam.. artık eski düzen cami hocaları değneği, vur zorla ezberlet tarzı din öğretimi bu ülkede tutmuyor.. tutmuyor.. ve tutmuyor.. Bunu bilmenizİ İstirham ederim sizden yalnızca.. ya ateistler ya da hoşgörüsüz dinciler yetiştirmekten başka yöne gitmiyor bu gerçeği göRmelisiniz..” diye beni ”Hoşgörmeyen” bir başörtülü Hoşgörücü kızımız’ gibi, dünyada neler olup bittiğini bilmedikleri gibi, sevdikleri hacı hocalarının ve siyasetçilerin “hatalarını” da gör(e)meyen “kadın-erkek bazı Müslümanlar’ın, “kucaklarına bomba koymak” gibi oluyor. Kırılmış kimlikler, “farkındalık” yaşayamadıkları için “tuzağa” düşüyor, kendine ait olmayan başka kimliği “kendi kimliği gibi” yaşamaya başladığı, esasta, “kendilerinden” gördüğü insanlar eliyle yaşatılan “psikolojik harp” üzerinden “reforme” edildikleri için, bir Gavur’dan ziyade, benim gibileri “öteki” olarak görebiliyor.
Demokrasi denilene bayılıyorum!..
Yaşanmakta olan gerçekleri göremediği için batan bir halkın, kendi batarken “İslam olanı” da batırması” örneği ilk olarak, I.Tanzimat Dönemi’de (1839); “gavura gavur demek yasak bombası” kucağına konan halkın, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına “katkı koyması” ve “dinini de kaybetmesi” deneyselliğinde görülmüş bulunuyor. I.Tanzimat’ın, o dönemdeki azınlıklara getirdiği “hakların”, bazı azınlık kimliğinde pervasızlığa dönüşmesi örneği, yaşamakta olduğumuz “II.Tanzimat Dönemi”nde görülmeye başlanmış bulunuyor. Gavur “muhtırası” daha gelmeden, Basketbol Milli Takımımızınbaşarısına sevinen ve “Bizim Çocuklar” diyen TRT programcısı İ.E. hanımefendinin, karşısındaki gazete yazarı gayrimüslim R.M. tarafından, –Bu şekilde konuşamazınız, ayrımcılıktır, şeklindeki uyarıyla susturulması örneğinde de görülmüş oluyor.
Düşünebiliyor musunuz; bu ülke nüfusunun, “aynı ortak payda da” birleşebilecek en az % 95’iı diyebileceğimiz bir kesiminin düşüncesi olan “Müslüman kimlik”, artık “OUT”, % 1 veya % 3-5 diyebileceğimiz bir kesimin haklarının, %95’abaskın olması hâli ise, “IN” olmuş bulunuyor. Kasım/2004’de, “´II.Tanzimatçılara´: Hadi size ´bol gavur´lu ´2’nci Cumhuriyet´ de, ben ´vatandaş´ım, ´kendi Cumhuriyetim yaşasın´ istiyorum, ama yaşatamıyorum! Ne güzel şey şu demokrasi (!), bayılıyorum ´halkın kendi kendini idaresi´ yalanına.” diye yazıyordum (4). Günümüz “Muhafazakar Demokrat ve Hoşgörücü işbirliği dönemi”, Müslümanlara, –Ben Müslümanım, diğerlerinden farklıyım demeyi “OUT” yapmış bulunuyor. Buna karşın, “inançları gereği” bu ülkenin topraklarını “kendi toprakları/ülkesi”, biz Müslümanları da bu toprakların “kiracısı gören” “fundemantalist gayrimüslimlerin” değerlerini, “IN” yapılmış bulunuyor. “Ayrımcılık” asıl bu olmalı ama, olmuyor, adım adım “İslamın değerleri üzerine basılıyor!!”. Şimdi de, “Gavura gavur dememiz” istenilmiyor…
Allah indinde din İslam’dır (İnne’dine ındallahi’l İslam) ayetine (İmran-19) “muhtıra” verilmiş (!); muhtıra “darbe”ye de dönüşmüş de olacak ki, Camilerde geleneksel olarak okunan ayet, artık pek de okunmuyor. “Batılı Beyaz Adam” tarafından “sorun” görüldüğü, bu yüzden dönemin ABD Büyükelçisi Edelman’ın, Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ı uyardığı, yine dönemin AB Türkiye Temsilcisi Kretchmer’in, Bardakoğlu’na gidip, “Laik bir kurum nasıl olur da, “İslam yegane hak dindir diyebilir” şeklinde hesap sorduğu –ayetin artık Camilerde okutulmadığı da– göz önüne alındığında, kimin için ne istenildiği ya da “kimde/Müslüman’da ne istenilmediği” anlaşılabiliyor. İstemeyenlerin ya dayanlışa karşı çıkmayanların ise, “ Müslüman olarak bilinen kişiler” olması, “Müslüman/İslam olanın” önünde “sorun olmasını” sürdürüyor…
Çekilin Müslümanların önünden…
New York’ta Beş Minare, asıl Deccal bu…” başlıklı eleştirel yazımda hitap ettiğim; şimdi de isimlerini vereceğim “Müslüman olarak tanıdığımız bazı kişilere”, yazımı bizatihi onlara da göndererek, “İslam olana saldırı var ya konuşun ya da susun!..” demiştim.
Gavur’a ‘gavur’ demenin yasaklandığı (!) bugünlerde, tıpkı o yazımda yaptığım gibi, “İslamın reformunda sorumlu olduklarını” düşündüğüm –ilk planda aklıma gelen, bu yazıyı da göndereceğim– o isimlere –ve dahasına– “bir kez daha aynen” hitap ediyor; “Ali Bulaç, Abdurrahman Dilipak, Ahmet Taşgetiren, Hayrettin Karaman ve isimlerini saymadığım dahası…Yazar/bilgilendiren olmadığınızı biliyorum da, ‘İslama saldırı’ yok mu?.. Akit’çi, Vakitçi, Yeni Vakitçi ‘yılmaz savaşçı’ Hasan Karakaya, sözüm sana da: “CHP/liler olsa/yapsa” söylemediğini, yazmadığını bırakmazdın, asıl şimdi konuşman, yazman gerekmiyor mu? Ya şimdi konuş ya da sus!..”…
Feryadım sadece sizlere de değil, ünlüsü ünsüzü İlahiyat Fakültelerindeki tüm profesörlere, cübbelilere, cübbesizlere de… sözüm, “Müslümanım” diyen herkese…
Gavura “gavur demeyi” yasaklamanın adımı atıldı, yazılı olmasa da “şifai yasak” gelmiş bulunuyor…
Peki de bunu siz/ler duymadınız mı? İslam olan”da Gavur kullanımı yok mu?..
Eğer “varsa”, hangi biriniz “Gavur” denilmesine “yasak konulmasını” eleştirdiniz? Eğer yapmıyorsanız neden? Kuran ayetlerinin “kesin reddetmesine” rağmen de, Hz.İbrahim için, “üç din mensuplarının atası”dır şeklindeki hurafeyi, kiminiz nasıl/neden savundu, kiminiz de hâlâ neden karşı çıkmıyor? Soruyorum hepİnize, hangi biriniz “Müslümanın tanrısı ile”, “gayri Müslimlerin tanrı” dediklerinin, “aynı tanrı olmadığı” bilincini diri tuttunuz ya da neden konuşmuyorsunuz?..
Ya “ses verin” ya da çekilin Müslümanların önünden. Sorun kalbinize bakalım, söylediklerimden başka bir şey söylüyor mu acaba size?..
Bir ‘parantez’ açarsam da: Kimse de çıkıp, “Müslümanın tanrısı ile”, “gayrimüslimlerin tanrı” dedikleri, “aynı tanrı değil” dediğim için, -Bütün insanları ALLAH yaratmadı mı?” gibi bir “soru/cahillik” sergilemesin. “Tanrı farkı” diye söz ettiğim bu olmuyor, söz ettiğim; “Kur’an’ın Tanrısı” ile, mesela da, “Kitab-ı Mukaddes” denilen kitaba inanan Hıristiyan ve Yahudilerin “tanrı” dediklerinin “aynı tanrı olmadıkları” oluyor…
‘Başka tanrı’nın çocukları’ ya da Gavurlar…
Mesela da, George Bush ile, “Ben Müslümanım” diyen Tayyip Erdoğan’ın inandıkları tanrı “aynı tanrı mı” oluyor?..
Bu konuyu “ayrıntılı” yazacak değilim. Esasa müteaalik vereceğim bir örnek, derdimi anlatabilecek nitelikte oluyor…
Eski-Yeni Ahid’in Tanrı’sı, ‘altı gün’de kainatı (evren sistemini) yarattıktan (!) sonra, “yorulduğu için”, yedinci günolan Cumartesi gününde dinleniyor!…
Kur’an’ın, insanoğluna bildirdiği ‘Tanrı olan’ Allah’ın ise, “yorgunluk duyması” sözkonusu bile edilemez. Çünkü, bunu bildiren zaten, bizatihi kendisi oluyor:
“..biz gökleri yeri ve aralarındakileri altı günde yarattık; bize bir yorgunluk da dokunmadı.” Kaf (50) 38
İmdi… Söyleyin bakalım, Gavurların “tanrısı” ile Müslümanların “tanrısı” “aynı tanrı mı” oluyor?
Olmadığı “tartışılır bile” olmuyor”. Dolayısıyla da onlar, “başka tanrı(lar)ın çocukları” oluyor (onlar açısından baktığımızda da biz öyle olabiliyoruz). Onlar için zaten bizler de, “Cariye’nin çocukları (Eski Ahid/Yar.21:10’a göre, Hz.Hacer’in, yani Mısırlı Cariyenin, İsmail oğlundan gelenler, diğer oğlu İshak’ın mirasına ortak olması istenilmeyenler)” oluyoruz. Bunların söylenmesi, gayrimüslim dediğimiz insanlara karşı “öfkemiz” olmuyor, “kendimiz olarak kalma” amacımız, “farkımızı” belirtmek oluyor…
Ermeni cemaatinin önde gelen entelektüellerinden biri olarak tanıtılanİstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Arus Yumul, 2009 yılında, Hürriyet Yazarı Gila Benmayor’un, “birkaç yıl önce isabetle tespit ettiği” dediği; “‘Gavur olmak zor iş. Sevdiklerinizle, dostlarınızla konuşurken birinin ‘Şu gavurun yaptığına bak’ demesini duymazlıktan geleceksiniz.’ Çünkü sizden beklenen budur.” sözlerini belirttikten sonra; “Dinlerine saygı gösterilmesini haklı olarak talep eden inançlı Müslümanların da, dinin kamusal alandan ve kamusal söylemden dışlanması gerektiğine inanan kesimlerin de gavur kelimesini her kullandıklarında ya başkalarının inançlarına hakaret ettiklerinin ya da kendi kendileriyle çelişkiye düştüklerinin farkında olmaları gerekmiyor mu? Yoksa gavur yakıştırmasıyla ötekileştirilenler başka Tanrı’nın çocukları mı? Sayın müftü doğru söylemiş: ‘Hiçbir Müslüman kafir olarak anılmak istemez’; ancak şunu herhalde hatırlamamış ‘Hiçbir Hıristiyan, hiçbir gayrimüslim kafir olarak tanımlanmak istemez.’…Bugün artık ‘gavura’ gavur demek serbest.” diye de yazıyordu (5). Arus hanımefendinin de bilmesi gereken şu: Bir Müslüman olarak Ben, gayrimüslimlere “Gavur” derken onlara hakaret etmiyorum, “kendi farkımı” ortaya koyuyor, yani “kimliğimin” başka kimliklere “karış(TIRIL)mamasını”, onlardan “ayrı tutulması” için bunu yapıyorum. Bunu aksini iddia etmek “kurnazlık/saldırı” olur, “çelişkiye düşmüyoruz”, yemeyiz, “Biz” kandırılamayan Müslümanlardan oluyoruz. İnanç kaynaklarımızdaki “Tanrı/İnanç akidelerimiz” aynı olmadığı için de tabii ki (bir Müslümana göre), “başa tanrının çocukları” oluyorsunuz. Hangi müftü, ne demiş bilemem, İslam “değerleri” açısından “inkâr eden” kafir olur, dolayısıyla da, bu “eylemi” yapan Müslüman olanın kendi “kan bağlı” kardeşi ya da babası da olsa “kafir olur”, Müftü denilen kişi, eğer bu esastan başa bir şey söylemişse, sadece saçmalamış olur. Hiçbir gayrimüslim kâfir olarak anılmak istemezmiş… İsterseniz, gayrimüslim inanç kültürünün, Müslümanları nasıl gördüklerini hiç anlatamayayım, ama şu kadarı olsun, ABD kongresinde bile “benim Tanrım için” (HAŞA) putperest diyen “gerçek putperestler (çok tanrıcılar)” hâlen de bulunuyor. Ben dahil hiç bir Müslüman, “olmayanın (gayrimüslimlerin)” inancı ile, tanrısı ile “alay edemez”, bu “Yüce Kur’an”ın, yeryüzündeki “tek ilahi kitabın” emridir, Müslüman olan buna uyma zorundadır. Ben “kafire” kafir diyorsam “inancım gereği” diyorum, onu tanımlıyor, “benden/İslamdan farklı olduğunu” belirtiyorum, yoksa, hakaret etMiyorum. Bayan Arus, 2009 yılı Haziran’ında, “Bugün artık ‘gavura’ gavur demek serbest” diyordu, fazla sürmedi, 2010 yılında “istekleri yerine getirildi”, “gavura gavur denilmesinin “neden istenilmediğini bu yüzden bugün yazıyorum…
Ali Bulaç, Abdurrahman Dilipak, Ahmet Taşgetiren, Hayrettin Karaman, Hasan Karakaya’ların göremediğini, “kırılmış/Müslüman kimlikleri” Arus Talus görüyor, 2007 yılındaki bir röportajında; “Dini söylemler siyasetten, topluma doğru yaygınlaşmaya başladı. Karşımıza çıkan bu yeni dinsellikler bildiğimiz geleneksel dinselliklerle sınırlı değil, çok farklı tezahürlerle de karşı karşıyayız…Eskiden dini kimliğini ifade etmeyen kesimler, bu kimliğe sahip çıkıyor. Ancak bu öyle bir kimlik ki, ancak sembolik düzeyde benimseniyor. Yani o din sizin gündelik hayatınızı pek fazla etkilemiyor. Hiç oruç tutmayan insanların Ramazan’da iftar davetleri vermesi, iftar yemeklerine katılması gibi.. öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, bu dünyada size çeşitli dinler sunuluyor. Yani bir dinler süpermarketinden, siz istediğiniz dinin istediğiniz öğelerini seçebiliyorsunuz.” diyordu (6). Arus hanımefendinin göremediği ise, “dinler süpermarketinden, siz istediğiniz dinin istediğiniz öğelerini seçebiliyorsunuz.” açıklaması oluyor; yıllardır yazdığım gibi de, bu durum, “Fundemantalist Anglosakson-Judea ortaklığı”nın, “dinleri birleştirme” arzusu, önce “Lego dinler (her dinden biraz alınarak doğan) Din”ler üretip, sonra da bunları, amaçladıkları “Babil Sendromu Çözümü” için “birleştirmek” istemeleri oluyor. “Süpermarket dinleri (Lego dinler)” bulunması bu amaç için bulunuyor; bundan bihaber “bazı Müslümanlar da”, “gavura gavur denemez” yasağıyla da, sözkonusu bu amaca katkı koymasını sürdürüyor…
Bu arada şunu belirtmek istiyorum: Kimse de “Müslüman mahallesinde Salyongoz satmamalı!..” Ben yukarıda, “Kur’an, “tek ilahi kitaptır” dedim, bu benim “inancımın” da ötesinde, “bilimsel aklım” oluyor, “yanlışlanabilen/insani” tek bir ayeti olmadığını, “bu farkı” belirtirim, “hoşgörücü” değilim, belirtiyorum…
Gila Benmayor hanımefendi de bilmeli ki; “Gavura, gavur denmesi”, gayrimüslimler üzerinde değil, Müslümanın “elinden çalınmasıyla”, asıl Müslüman olan halk üzerinde –haklarının askıya alınabilmesi demek olduğu için– travma oluşturuyor; Arus Yumul’un, röportajında belirttiği gibi de, “Farklılıkları yadırgamadan..”, çeşitlilik olarak yaşamak gerekiyor. “Yaşam” tercihtir, “kişi istediği dini” seçmekte özgürdür, tercih de bizim; “çeşitlilikleri” yaşatmamız da görevimiz (!) oluyor. Bu ülkede “‘Gavur olmak zor iş” değil, “asıl Müslüman kalabilmek zor iş”, çünkü, “Müslüman mahallesinde Salyongoz satanlar” artık, “Müslüman olarak tanınan insanlar” oluyor…
Bu ‘adam(lar)’ ne yapıyor ya da ‘dinlerini mi terk ediyor’..
Bakın daha dün idrak ettiğimiz Kurban Bayramı günlerinde olana: Mersin’de, Kurban Bayramı’nda biraraya gelen “Hıristiyan, Musevi ve Müslüman din adamları (denilenler)”, Mersin Şehir Mezarlığı’nı ziyaret ederek, “dua etmiş” bulunuyorlar (7).
Peki de, bu insanların “tanrı” diye inanıp dua ettikleri “aynı tanrı olMuyor..”
Bu durumda yapılan bu “Dua denilen eylem” ne demek oluyor?..
Mesela, “Müslüman din adamı” denilen kişinin, “Tanrısı” olan Allah; gönderdiği Kur’an-ı Kerim ile, “Gayri Müslimlerin” tanrı dediklerinin, “kendisi/tanrı olmadığını” bildirdiğini bilmiyor mu!.. Yok eğer “biliniyorsa”, “Müslüman din adamı denilen” kişi, diğer inanç sahipleri ile birlikte ne yapmış oluyor!..
Eğer yaptığı iş/eylem, “doğru/İslami” bir davranış ise, bu “eylemi”, başta maile, sonra da eş dost, cemaati, her dem toplu olarak da, yapmalı değil mi?
Yok eğer bu “dua” denilen “doğru bir eylem değilse”, o zaman bu yapılagalen, zaman içersinde “doğru/gelenek” hâle gelecek değil mi? Ya da buna vesile olan kişilerin, “İslam dini” açısından sorumluluğu yok mu? Mesela da, Müslümanların inancında, diğerlerinde olmayan “Ahret/Hesap günü” Evreni de var; “hesap görülürken”, Allah, –Neden Hıristiyanla beraber namaz kıldın” diye sormayacak mı?..
II.Tanzimat Dönemi manzaralarımız bitmek bilmiyor. Kurban Bayramı (görevi!) üzerine “Adalar” Belediye BaşkanıDr. Mustafa Farsakoğlu ‘tatile!!’ çıkıyor, ona Vekalet eden, Ermeni asıllı Meclis Üyesi Raffi Hermon Araks da, bayram sabahı “Müslüman cemaatle birlikte bayram namazında” saf tutuyordu (8).
Peki bu Ermeni vatandaş, “Müslüman” mı? Cevap: Değil. Hıristiyan biri oluyor…
Peki de, bu adamın, “Müslümanların ibadetinde/safında” ne işi var? Dinini mi terk etti? Eğer “dinini terk etmediyse”, yaptığı eylem en hafifinden, Müslümanın “ibadetini/namazını sulandırmak”, Müslümanın/İslamın “kimliğini/özgünlüğünü kırmak” olmuyor mu? Eğer bu davranış, “İslam dinine uygun” değilse, “yapan” ve “yapılmasına müsaade edenler”,art niyetli (reform yapma amaçlı) olmuyor mu?
Bu noktada ara not şu: Müslümanların arasına “giren” Raffi Hermon Araks; “İstanbul’un İstanbul kalabilmesi için son vapur Prens Adaları’ysa, bu vapurun kaptanı başkanımızdır. Adaları kaybedersek İstanbul’u, İstanbul’u da kaybedersek Türkiye’yi kaybederiz; ama ‘Adalar’ı kurtarırsak İstanbul’un hepten solmasını kurtarır, İstanbul’u da kurtarırsak Türkiye’yi kurtarırız..ülke ancak böyle sevilir!” diyordu (9). Peki de, bay Araks, “oysa buysalarla” aslında ne demek istiyor? Ya da şöyle soralım; “Adalar/İstanbul/ülke” kimden kurtarılacak? Ya da Raffi Hermon Araks; “Ben sevgili yazarımız – tiyatro yönetmenimiz, Bercuhi Berberyan’ın dediği gibi ‘Ezan sesi duyulunca Hıristiyanların haç çıkardığı, dünya’nın tek ÜLKESİ: İstanbul’dayız!’ İstanbul için özellikle ülke tabirini kullandığımı da belirtmek isterim.” neden diyor (10). “Kurtarılacak olan ülke”, Batılı Beyaz Adam’dan, yani Hıristiyan ve Yahudilerden kurtarılmayacak olduğuna göre, “ülke/ne” oluyor? Şöyle de siyelim, Arakslar, Hirantlar için, Anadolu’nun ne anlam ifade ettiğini, “Gözleriniz niye var toprağında bu vatanın!..” başlıklı yazımdan okumanız gerekiyor…
Dahası, “Müslüman olanın” namaz safına bugün bir kişi olarak “sızan/sızdıran” adam”lar, yarınlarda –diyelim ki 20 kişi ya da fazlası– olarak katıldıklarında, “ortada Müslüman ibadeti/İslam” ya da tersinden soralım, “mevcut Hıristiyanlık”kalacak mı?..
“Özgün İslam” kalmayacak, ortaya çıkacak olan, Babil Sendromu “çözümü için” gereken “Lego din/ler” olacak, oluyor. Yıllardır da seslendiriyorum, olmakta olan “Müslüman kimliği kırmak” oluyor. Müslüman olandan, “Hıristiyan Müslüman” ya da “Yahudi Müslüman” (proto tipi) olması isteniliyor. Farklı din/inanç mensupları ile, Müslümanlar, “Babil Sendromu çözümü” için, “aynileştirilerek” birleştiriliyor. “Gavur’un elimizden çalınması” “kimliksizleştirilmemiz” de oluyor…
Ezcümle… Diyanet İşleri Başkanlığı’na da…
Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan cevap bekliyorum: Eğer aynı safta omuz omuza bir Hıristiyanla namaz kılınabiliyorsa ve bu durum “İslam dini” açısından sakıncalı değilse, başta Diyanet İşleri Başkanı –eski yeni başkanları-, Hıristiyan(lar)la birlikte “namaz kılması” gerekiyor!..
Böyle bir “namaz çeşidini” görelim ki, inancımıza “sızma/saldırı oluyor” diye düşünmeyelim!.. Yok eğer bu davranış “doğru/İslami değilse”, Diyanet İşleri Başkanlığı, “Müslüman olan Hıristiyanlar omuz omuza aynı safta namaz kılamaz, İslama uygun değildir” açıklaması –yarınlarda sorun yaşanmaması için de– yapması gerekiyor. Diyelim ki de, Başkanlık “devlet memurluğu”, bu açıklamayı yapamaz, o zaman da, “eğer hepİsi” de “uygundur, o namaz, namazdır” diyorlarsa eğer, Hayrettin Karaman başta, diğer saydığım isimlerin arasına, Bay Araks girer safa, durulur “namaza”; ne dersin Hasan Karakaya (?), biz de, “demek ki oluyor” olduğunu anlarız, sizler hep “yetkin” isimlersiniz, neyin doğru olduğunu “bilebilirsininiz”, bekliyoruz!…
“Bilinemediği için” bugünleri yaşıyoruz, geçelim, o “eylem” için “vicdani kanaat”imizi belirtiyor, Ben şahsen “namazda”, Hıristiyan ya da hangi gayrimüslim ise, “Müslüman olmayanı” safımda, rüyamda bile görme istemiyorum diyorum. Çünkü, “İslam geleneğim” bunun “doğru olmayacağını”, ibadetimi ancak, “Müslüman olanlarla” yapabileceğimi söylüyor. Bu sebeple, yanıma “sızma/sızdırma” olursa ibadeti mi yapamam, dahası “incinirim” olmaz! Düşünsenize, “Ağlama Duvarı”nda ibadetini yapan bir Musevi’nin yanıbaşına, bir “sarıklı Müslümanın” girip, ritüellerini taklit ediyor (!) olmasını. Sahi ne düşünür (?) o Musevi kişi, işte ben de onu düşünüyorum…
“Gavurlu saf/namaz” olmayacağı düşüncemde “yanlışlık varsa eğer”, öyle “bir tek gavurla da” değil, pek çok Hıristiyanla, “olur olur”, diyen “tüm hocaefendiler de” birlikte, aynı “safta/namaz” görüntüsü vermesi gerekiyor!..
Böyle bir “manzara da” zaten, Babil Yolculuğu (Küresel Tek Devlet-Dil-Din, yani Babil Sendromu çözümü) yaptıran “Küresel Tren’de Yolculuk” demek oluyor…
Biz “yolcu” değiliz… almayalım… “Salyangozlar” başka kapıya!…
Ahmet MUSAOĞLU / 24.11.2010