Yakın günlerde yazdığım, ‘Aramızdaki küçük Amerikalı…” başlıklı yazımda, ülkemizde yazar/münevver pek göremediğim, diğerleri gibi “gerçek yazar” saymadığım, “bilmediklerini bilmeyenlerden” ‘iki yazar’ var, ‘Lego dinci’ bu iki kişiden ‘bir no’, ‘Tek kişilik tarikat sahibi Pusulasız Keşiş’ Ertuğrul Özkök; ikincisi ise, Ertuğrul Özkök’ün Pişekarı (-ortaoyununda oyunun anlatıcısı) ve Aramızdaki küçük Amerikalı da denilen (1) Serdar Turgut oluyor, demiştim… Bu ikilinin kamuoyunu yönlendirmesi durmaksızın sürüyor, bu defa da (Sizi sigaya çekecek) Molla Kasım (misali) rol bizim…
Yine ‘Pusulasız’ başlattı, “Birlikte yaşamak zorunda mıyız?” diye sordu,… tuzağına düşenler hemen oldu, sonra da Pişekârı kalemi eline aldı; “Türk sorunu” diye ‘zurna’ çaldı!…
Geçmişte Osmanlı’da, “Siz Türksünüz”, “Siz de Kürtsünüz” dedi ‘ataları’ bizlere, şimdilerde ise, “Kürtler Türklerden ayrılmalısınız” ve “Sorun sizsiniz Türkler” şarkıları çalıyor torunları bugün bize…
Molla Kasımlığımız ise, “yaşayanı ölü”, “ölüyü ise yaşayan farz eden” bu kirli zihinlere, “akıl/bilgi sunmak”, bitince bir daha –bir daha- sokmak oluyor, bugünde yaptığımız bu…
‘Lego dinciler’in, ‘Pişekar’ değil, ‘Pusulasız’ olanı; “Birlikte yaşamak zorunda mıyız?” başlıklı yazısında; “Bu yazıyı yazıp yazmamakta çok tereddüt ettim. Mayınlı bir araziye girip oramı buramı paramparça etmekten çekindim…korkunun ecele faydası yok. Cesaret lazım…yazmaya başladım…‘Türkiye, tarihinde ilk defa Kürt meselesini en çarpıcı ve en gerçekçi biçimde tartışıyor….artık zamanı gelmiştir….Kaderin cilvesine bakın ki, farklı şeyi söyleme cesaretini bugün, Türkiye’de üniter devletin en muhkem kalelerinden biri olan ‘Cumhuriyet’ Gazetesi’nin bir yazarı buldu: Orhan Bursalı bakın ne diyor: ‘Türk tarafının elinde tek koz var: Kürtlerin çoğunun ayrılmayı isteyip istemediği. Çünkü doğal veya anormal, tüm ayrılıkların, herkese bir faturası olacaktır. Bu nedenle, bu kozun güçlendirilmesi gerekir.’ Cumhuriyet Gazetesi’nin yazarı açık açık, ‘Ayrılma kozunu, Türklerin ve Kürtlerin önüne koyalım’ diyor. ‘Cumhuriyet’ Gazetesi’nin bir yazarı bunu söyleyebiliyorsa, bütün Türkiye söyleyebilir. Haydi gelin ağzımızı alıştırmak için hep birlikte soralım: ‘Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?’ Eğer bu ortak iradeyi gösterip yaşayabileceksek, tabii ki yaşayalım. Tabii ki hem Türkler, hem Kürtler için en iyisi budur. Ama yaşayamayacaksak? Yaşayamayacaksak, artık adını koyalım.” diyordu (1), ama aslında kendi adını koyuluyordu, o ad, aşağıdaki paragrafın sonunda okunuyor…
Özkök; “Benimkinden başka fikri olan varsa, onlar da söylesin tartışalım. Söz veriyorum, kimseye ‘Hitler’, ‘Mussolini’, ‘Irkçı’ falan demeyeceğim. Tartışmayı adabıyla sürdüreceğim.” de diyordu. Ben ona sormuyor, zaten fikrimi söylüyor, hakaret de etmiyorum; kendilerine ‘Pusulasız Keşiş’ demiştim, şimdi de bir diğer adı, Yeni Didon…
Yeni Didonlar = Yeni Jöntürkler… Jön Kürtler
2004 yılında yazdığım bir yazımda; “Didon tanımı, 1854-1856 Kırım Savaşı Ruslara karşı ittifak yaptığımız İngiliz ve Fransız askerlerinin İstanbul’a gelişi sonrası doğmuştu. Müslümanlardan alafrangalığa heves eden, Avrupai adetleri (-Batı modelini) benimseyenler için kullanılmıştı. Cumhuriyet Döneminde de görülen bu tip ´kimliği kırılmış´ insanlara, 1860’lı yıllarda ´Jöntürk´ deniyordu…Yeni Jöntürkler –bugün ki Didonlar-, ülkesinden Batıya gidip de orada beslenip (!) tekrar ülkesine dönen geçmişteki Jöntürklerden –Didonlardan- farklı olarak, önce ülkelerinin halklarını ateşle -şuculuk buculukla- pişiriyor, sonra resetleniyor, yanardağla -İnsan Hakları, Özgürlük, Demokrasi- servis yapmak için bu defa Doğu seferine çıkıyorlar!” diyordum (2). Yeni Jöntürkler = Yeni Didonlar da, ataları gibi, “Batılıdan aydınlanmalı(insanoğlunun ´gerçek tarihsel kültürel model´inden bihaber olan) ‘kimliği kırılmış’ ze(rze)vat (önemli olmayan nesneler/insanlar)” oluyor…
İsmi, ‘kendinden menkul’, Pusulasız; ‘öz kimliği kırılmış’ olduğu için de, ‘Bonobo maymunu’ ya da ‘Kama Sutra Primatı’ da olabiliyor: “Yıllardır içimde bir maymunla yaşadığımı yazar dururum, ilk defa beni anlatan bir kitabı okuyorum…Bonobolara, “Sol yakanın şempanzeleri” diyorlarmış. Daha entelektüel, daha akıllı, daha az kavgacı, aydın maymunlar. Bu tarif de bana çok uyuyor. Ama Bonobolar için kullanılan isimlerden en çok şunu sevdim: Kama Sutra primatları…Daha önce gözlemlediğim şempanzeler kavgadan cinselliğe asla bu kadar kolay geçemezlerdi. Sonradan gördüğüm şeyin, bu Kama Sutra primatları için gayet normal olduğu ortaya çıktı.” diyordu (3). ‘Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?’ ‘saldırısından’ birkaç gün sonra, ‘cinselliğe geçmesi’, onu ‘Bonobo/Maymun’ olması yanısıra, Kama Sutra primatı (Primat/ilkel maymun)da yapıyordu…
İster ‘Pusulasız Keşiş’ olsunlar, isterlerse de ‘Bonobo’ ya da ‘Kama Sutra Primatı’; tercih kendilerinin de, ben “Yeni Didon=Yeni Jöntürk=Küçük Amerikalı” demeyi tercih ediyorum. Kendileri, Ali Bulaç, Ahmet Hakan’lı (sahte diyebileceğimiz) Umre yolculuklarında, KABE’nin hemen yanıbaşında, tam da karşısına geçmiş IPOD’undan müzik dinlerken, ne Allah’tan korkuyordu, ne de Müslümanlardan utanıyordu, ama “Birlikte yaşamak zorunda mıyız?” diye sorarken korktuğunu söylüyordu, inanamayız, asla… Çünkü, her yaptığını bilerek yapıyor, ‘korkarak yazdım’ demesi kandırmaca, kanmıyoruz; başka kapıyadiyoruz. ‘Ayrılma kozunu, Türklerin ve Kürtlerin önüne koyalım’ diye açık açık yazan ‘Cumhuriyet’ Gazetesini (yazarı Orhan Bursalı’yı), Türkiye’de üniter devletin en muhkem kalelerinden biri olarak tanımlaması, ‘halkı/Bizi’, enayi yerine koyması da oluyor. KüreselciNlerin fikirlerini –kurulmakta olan yeni sistem modelimiz için- fikirlerimiz olarak empoze eden bu zihniyetin, bu ülkenin çoğunluğunun ‘moral değerleri’ ile –dünün Didon/Jöntürklerinin bugünkü versiyonları oldukları için– savaşı bilinebiliyor, nezdimizde itibar istenilse de, Didonlar-Jöntürkler ‘üniter devletin en muhkem kalesi’olmuyor.Onlarca yıldır, “Türkiye Türklerindir” logosu altında, ‘Türk denilenlerin’ “moral değerlerine” karşı yazılar yazan, bunu yaparken de, “Batı değerlerininbizim değerlerimiz”olmasını isteyen ‘Pusulasız Keşiş’in de, ‘halka’ işi yok, bu yüzden hürriyetçiler, cumhuriyetçiler halkınnezdinde değer bulmuyor. Ortak hemen hiçbir ‘değerimiz’ olmayan bu insanlar, şimdi de bütünlüğümüze ‘göz diktiler’, “ayrılma” ya da ‘federatif-özerk yapı’ modelinin hayata yansıması isteniliyor. Tabii ki içlerinde maymun yok, maymunu içlerine sokan kendi tercihleri; verdikleri ‘akıl’bilgi değil, ‘çarpık akıl’, yani bilgisizlik oluyor. Varsayalım ki de, Yeni Didon, Yeni Jön Türklerin isteklerine uyalım, “ağzımızı alıştırmak için” hep birlikte; “Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?” diye soralım, cevabı şu gelen oluyor: Aydınlandıkları “Batılı Beyaz Adamlar”ın geçmişte (Tanzimat sonrası) “Türk dedikleri” ile, bugünlerde “Kürt dedikleri” arasında günümüzde yeşerttikleri ‘gerginlik ve düşmanlık’tan, peşinden gönderilen, “Anneler ağlamasın” psikolojik ‘saldırı’dan, ayrıca da, hemen her gün gelen şehid cenazelerinden sonra, verilecek cevap zaten belli; –Ayrılalım olur, oluyor. Pusulasızlar bu cevabın verileceğini (geçmişten de) bilebildikleri için, ‘Ayrılma kozunu, Türklerin ve Kürtlerin önüne koyalım’ diye soruluyor. Yoksa, “Türkiye’de üniter devletin en muhkem kalelerinden biri” hiçsözkonusu olmuyor.
Oysa, soru; ‘Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?’ şeklinde değil de, “Türkler ve Kürtler (denilenler)Amerika ile yaşamak zorunda mıdır?” diye sorulsa, alınacak cevap büyük çoğunluk üzerinden –Hayır, olacağı bilinebiliyor. Başımıza gelenlerin, hâlen de yaşamak zorunda kaldığımız belaların sebebi, ataları ‘Eski Didonlar/Eski Jöntürklerin’, kendi değerlerimize rağmen, bizleri önce “İngilizleştirmesi-Fransızlaştırması”, peşinden gelen “yeni versiyonları”nın ise, “Amerikanlaştırması” oluyor. Bir başka deyişle, karşımızdaki PKK değil, Cudi Dağı’nda da helikopterleri ile, PKK’ya mühimmat/erzak servis eden ABD oluyor…
Bu noktada ‘Pususalsız Didona’ sorum: “SenABD’den (Batılı değerlerden) ayrılmayı” ağzınıza alabilir misin?” ya da Didonluğunu neden terk etmiyorsun (?), bunları cevaplasana, oluyor…
Kendisini tanımlayan tariflerden biri de, ‘aydın maymun’ olan Ertuğrul Özkök (4), “Birlikte yaşamak zorunda mıyız?” diye soracağına; Türk ve Kürt denilen insanları birbirlerinden ‘ayrılmaya’ alıştıracak olan o ‘şom ağzına’, “ABD’den ‘ayrılmayı” alması gerekiyor. Türkler(denilenler)le Kürt(denilen)ler, ‘proje kardeş’ değil, “gerçek kardeş” oluyor, birbirlerinden ayrılmayı onlar değil, onlar adına “Yeni Didonlar/ Yeni Jöntürkler” istiyor. Kardeşliklerini ‘sahte kardeşliğe’çevirenler, KüreselciNler,‘işbirlikçileri’ siz Didonlar-Jöntürkler de oluyor. Çekilin aralarından, asırlarca birlikte yaşadılar, yine de yaşarlar, işte ‘adını koydum’, adı (sorun) bu – Yeni Didonlar = Yeni Jöntürkler ve II.Tanzimat ile üretilmiş JönKÜRTLER, kısaca, ‘Batılıdan aydınlanmalılar’ ya da “Küçük Amerikalılar” sorunumuz bulunuyor… Günümüzün İslamcı denilenleri de dahil, hepİsi, ‘kimliği/özü kırılmışlar’; ‘kimlik kırıcılar’ da oluyor…
‘Türk/Kürd sorunu’ yok, ‘Küçük Amerikalı/lar’ sorunu var…
Pusulasız Keşiş “Türklerden ayrılık” öngörünce, cevaplayan kişi BDP milletvekili Hasip Kaplan oluyor, eşinin memleketine atıf yaparak; “Türkiye’de tartışılmayacak bir şey varsa o da bu ülkenin birliği ve bütünlüğüdür.. Benim iki çocuğum var, birini Şırnak’a, birini de Kırklareli’ne mi bırakacak?” diye soruyordu. Onun bu cevabına bozulan ‘Pusulasız Didon’, Kaplan’a adeta öfke kusuyor; “Hasip Kaplan, aklınca, ‘tuzak sorular’ da yöneltiyor; ‘Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünü’ bu kadar gönülden mi istiyorsun. Yapacağınız iş çok basit. Bir daha ağzınıza ‘Kürdistan’ lafını almayacaksınız.” diyordu (5). Aslında tuzağı kuran kendisi, Hasip Kaplan ise, tuzağa düşen oluyor, ‘Didon aklınca’ bu defa ‘yeni tuzak’ kuruyor, kızgınlığı ile bu defa, dağdaki haine sesleniyor; “Şimdi moda, ‘birlik-beraberlik’ türküleri söylemek. Herkes aynı tonda, aynı nakaratlarla moda şarkıyı söylüyor: ‘İkimiz bir fidanın güller açan dalıyız.’ Buralarda artık eli silahlı, beli kuşaklı dolaşan adama pek itibar etmiyorlar. Bak Hasip kardeşimiz bile kaplan kesildi, dağa taşa ‘Birlik beraberlik’ sloganları yazıyor… Yani birbirinin boğazını sıkmaya devam eden iki kardeş…Bu olayın hepimize gösterdiği asıl gerçek başka. – Biz bugüne kadar “Kürt açılımı” denince, sadece “Kürtlere verilecek haklar” konusunu düşünüyorduk. Şimdi gördük ki, bu iş ‘iki taraflı’. Yani açılımda yönetilmesi gereken bir de ‘Türk tarafı’ var.” diyordu (6). Kürt denilenleri azdırdıkları yetmiyormuş gibi, bu defa da, “Türk denilen” tarafa saldırıyor, ‘Pusulasız Keşiş’ten bu pası alan ‘Pişekarı’ Serdar Turgut da, hemen ertesi gün, gazetesi Habertürk’te, “Türk sorunu” yazısıyla karşımıza çıkıyordu…
‘Küçük Amerikalı’ veyahutta ‘Yeni Didon / Yeni Jöntürk’ Serdar Turgut; “Bu memlekette yıllardır yanlış biçimde bir ‘Kürt sorunu’ndan söz edilir. Böyle bir sorun yok demiyorum…ama…ortada daha çok bir ‘Türk sorunu’ olduğunu kabul etmemiz gerekiyor…‘Türk sorunumuz’ ile ilgili basit bir örnek vereceğim size. Madem tartışmaların içinde ben de olacağım, o zaman beynime çekidüzen vermeliyim diyerek David McDowal’ın ‘A Modern History of the Kurds’ adlı kitabını yeniden okumaya başladım. Ve kitabın daha birinci sayfasında, temelde asıl belirleyici olan ‘Türk sorunu’ yine çıktı karşıma…Çok mu zor Kürt-Türk sorunları üzerine, haydi söyleyeyim, Türkiyeli olmanın getirdiği meseleler üzerine açıkça konuşabilmek?..Biz Türk’ün bu sorunu üzerinde kafa yormazsak, bu sorundan bir an önce kurtulamazsak Kürt sorununun çözümüne geçebilmemiz mümkün değil.” diyordu (7). Bu ‘Yeni Didon’ örneğinde görüldüğü gibi de, akıl hocaları uydurma “devlet/millet” üreten gavurlar oluyor; “A Modern History of the Kurds (Kürtlerin modern tarihi)” diye bugün Kürtlere “Sahte tarih yazanlar”, dün de kimimize, ‘Siz Türksünüz’ diyerek ‘Sahte Tarih’ yazmış bulu uyor. I.Tanzimat Dönemi sonrası kimimiz Türklükle kandırılmıştı,bugünlerde kimilerimiz de, ‘Kürt yapılarak’kandırılıyor, “Eski/Türk”, “Yeni/Kürt”lerin ‘yeni tarih yazımları’ için de, ‘Cumhuriyetinizin işi biti’, ‘Yeni Cumhuriyet’ isteklerini yerine getirelim isteniyor…
Cumhuriyet, durr… bu kadar!..
Türkiye’nin ‘yeniden bir kez daha’ modeli değiştiriliyor, Batıcı, Batı Modeli savunucusu (Didonlardan), Prof.Dr. Hasan Köni; “Vatanı kurtardık, inkılap tarihi dersleri baştan!” demekle olmaz…Maalesef. İnsanlara yıllarca “Ne Mutlu Türküm” dedirtmişsiniz. Ama şimdi çokkültürlülük çıktı.” şeklindeki açıklaması ile (8), Yeni Cumhuriyetimizin modelini de belirliyordu. Köni de diğer ‘Yeni Didonlar’ gibi, daha dün, “İnkilap tarihi dersleri okumalısınız!” diyordu, bugün ‘Yeni İnkilap dersleri’ öngörüyor: “Cumhuriyet bir sosyal mühendislik projesiydi. Sünni, laik ve Türk kimlikli bir devlet kurulmak istendi, ama bu kadar tuttu…Bir Türk siyasal modeli yok ki! İşte, Fransız milliyetçiliği üzerine laiklik katarak, Türk milleti üzerinden yarı demokratik bir yapı ortaya konulmuş…Cumhuriyet kurulurken merkez çevre Sünni, laik ve Türk kimlikli bir yapıda oluşuyor.” derken (9), ‘Yeni Kurulumu’ seslendiriyordu.
“BİZ/kendimiz olarak” kalmamızı hiçbir ‘Yeni Didon/Jöntrük’ istemiyor, ülkemizdeki ‘sistem değişikliği’, ‘KüreselciNlerin isteğini’ istememiz oluyordu. Tabii ki iktidar partisi AK Parti bu yeni model kurulumu uygulamalarınıyapamaz, yapmıyor; dahası, ‘sisteme uymayana, sistem bir yerde mutlaka da çarpıyor…
Yoksa hem ‘Hasipkaplangil’ olacaksın (kendin olmayacaksın), hem de ‘Küçük Amerikalılar’a; yani ‘Yeni Didon-Jöntür’klerin istediğine, ve tabii ki ‘temsil ettiğine’ uymayacaksın; işte Deniz Baykal, ‘kaset örneği’, yedirmiyorlar, yedirilmiyor adama!.. Ertuğrul Özkök’ün; ‘Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünü’ kendisine gösteren Hasip Kaplan’a öfke kusması da böyle bir tepki oluyordu!..
Türkiye’nin ‘yeni kurulumu’ sırasında ‘Aydın maymun’ Ertuğrul Özkök’ün seslendirdiği; “Türkler ve Kürtler ayrılsın mı?” öngörüsü, düşüncenin kaleme alınması değil, ‘ifade özgürlüğü’ ise hiç olmuyor. “Bakalım Türkler, Kürtlerle beraber yaşamak istiyor mu?” düşüncesi de, ‘Yeni Didonların/Yeni Jöntürklerin’ “bütünlüğümüze” saldırısı, ‘Küresel modelistlerin’ ülkemiz için isteklerinin seslendirilmesi oluyor. Bu seslenişin en önemli ‘ayağı’ Pusulasız Keşiş Özkök olsa da, öncesi de bulunuyor…
‘Batılıdan aydınlanmalılar’dan Ümit Pamir’in ‘tuzağı’…
Pusulasız ve Pişekarı’nın “bölünmemiz de gerektiğini’ duyurmalarından önce konu, başka ‘Batıdan aydınlanmalılar’ tarafından da dile getirilmiş olsa da, ilk seslendirilmesini, bir başka ‘Yeni Didon/Yeni Jöntürk’ Ümit Pamir yapıyordu.
Eski Büyükelçi Ümit Pamir, 2007 yılında, Milliyet’ten Devrim Sevimay’ın ‘Kürt meselesi‘ için, –Ne öneriliyor, sorusuna; “Mesela bir kısım yorumcu, işin bir referanduma kadar gelebileceğini düşünüyor. Bu yoruma göre insanlara sorulacak: Kendini Kürt mü hissediyorsun, Türk mü? Kürt hissediyorsan bağımsız Kürdistan’da mı yaşamak istersin, burada mı kalacaksın?.. Bu ya kavgayla olacak ya barışla…Artık…Türkiye’nin bir karar vermesi lazım…hepimizin şimdiden konuşması lazım…‘Beraber mi yaşamak istiyoruz, yoksa ayrı mı?” diyordu (10). Yine Pamir, bu defa 2009 yılında, “referandum” önerisi için; “Referandum önerisini ortaya atmam biraz cesaretten sanıyorum…Birinin çıkıp bunu açıkça söylemesi lazımdı…Her şeyi tartışmamız lazım…Kürtler ve Türkler…Birbirimizle yaşamak istiyor muyuz?…birisinin sorması lazımdı. Ben bunu sordum.” diyordu (11). Ümit Pamir denilen bu monşer; Didonluğunu gösteriyor; “NATO’dan/Batı(lı)dan koparsak ipi kopmuş sandala benzeriz” diyen ‘Yerli Olmayan Yerli’ oluyordu…
Onun başlattığı tartışmayı, sonraları sürdüren, Cumhuriyet Gazetesi’nden Ali Sürmen; Ağustos/2009 ayında; “Kürt sorunu diye adlandırılan sorunun çözümünü gerçekten istiyorsak eğer, doğru tanımlanmasını ve enine boyuna tartışılmasını göze almak gerekir.” diyordu (12). Hemen ertesi gün Milliyet’ten, bu defa Kadri Gürsel konuyu yazıyor; “Emekli Büyükelçi Ümit Pamir’in…görüş(ü)…ortaya atılmış en isabetli, en özlü ve en cesur çözüm önerisi…Pamir’e göre Kürtlerin üçte ikisinden fazlası “Ayrılmaktan yanayız” derse….‘Mesela, ilk başta eyalet sistemiyle başlanır, yavaş yavaş bağımsızlık gündeme gelir’ diyor…Ayrılık ya da birliktelik…Dün Cumhuriyet’te Ali Sirmen, ‘Ümit Pamir’in önerisine hazır mıyız?’ başlıklı yazısında, ‘Kürt kardeşe tanınan hak, Türk kardeşe neden tanınmasın ki?’ diye sormuştu. Aynı fikirdeyim…Bu konu Türklerin iradesi gözardı edilerek tartışılmamalıdır.” diyordu (13). Böylelikle ‘Türkler’ denilenler de ‘sorunun’ içine çekiliyordu. Sonrasında Hürriyet’ten, Nuray Mert, ‘Kürtler-Türkler sorununu’ ele alıyor; “Ben de, ‘Kürt meselesi’ninsınırsız tartışma özgürlüğü olmadan…konuşulamayacağını düşünenlerdenim…hiçbir kısıt olmadan…bölünmeyi tartışmaya açmak anlamlı.” diyordu (14). Nuray Mert durmuyor, Ağustos/2009 son günü; “…bölünme dahil her şeyi açık açık konuşmaya bir yerden başlamazsak, hiç mesafe alamayız’ dedim, vay sen misin diyen! ‘Büyük Türk demokratları” rahatsız oldular…Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin…laiklik ve Kürt meselesi denilen iki fay hattından bel verdiğini ve sert bir kırılmadan kaçınmak için esnemesi gerektiğini düşünenlerdenim.” diyordu (15). Eylül/2009 ayında ise, Kürtler arasında “kendisini Kürt davasına adamış bir Türk bilim adamı” olarak tanımlanan yazar İsmail Beşikçi, Taraf Gazetesi’nden Neşe Düzel’e verdiği röportajda;“Birlikte yaşam ancak bir federasyonda olur…1920’lerde kurulan bu devlet, Türke dayalı bir devlettir. Kürdün hiçbir hükmü yoktur bu devlette…Kürtler Kürtlerle birlikte yaşasınlar…Kürt sorunu, aslında bir toprak sorunudur!” diyordu (16). Nuray Mert bu defa, ama Radikal Gazetesi’nde, Aralık/2009 ayında konuyu yeniden ele alıyor; “…korkunun ecele faydası yok…Kürt açılımı gündeme geldiğinde, ‘bölünmeyi konuşmak’ gerektiğini yazdığım için, ‘süreci sabote etmek’le suçlandım.” diyordu (17). Yine Aralık/2009’da, ama Taraf denilen taraftan Ahmet Altan ‘sazı’ alıyor’; “…üç seçenek var. Türkler ve Kürtler ayrılırlar, toprak paylaşılır. Türkler ve Kürtler birarada ama sürekli çatışarak…kan dökerek yaşarlar. Türkler ve Kürtler, bir arada…kimsenin ırkından dolayı ikinci sınıf vatandaş sayılmadığı bir düzende yaşarlar…Kürtlerle Türkler bu üç ihtimalden birini seçecekler…Mutsuz birliktense, mutlu ve hoşnut bir ayrılık evladır.” diyordu (18). Başkaları da değinmiş olabilir ama, Temmuz/2010 ayı başında, yine Milliyet’ten, bu defa Güneri Civaoğlu; “..bir ‘kader-i mutlak’ yani değiştirilemez kader değil. Hepimizin ‘ortak akılla’ çözüm üretebileceğimiz ‘kader-i muallak’ yani değişebilir kader kavşağındayız. O kavşağı da ıskalamayalım.” diyordu (19). Akabinde Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı, sonrasında ise, Ertuğrul Özkök ‘farkı’ ile ‘bölünme/ayrılık arzusu’ iyice sahipleniliyordu…
Kürt ve Türk denilenlerin bölünmesine/ayrılmasına yönelik bütün bu/benzer açıklamalar ile istenilen de elde ediliyor, Türkiye toplumu artık, “bölünmeyi konuşmayı bile” yadırgamıyordu. “Batılıdan aydınlanmalı Didonlar”dan Ümit Pamir ile piyasaya sürülen, “bölünme tuzağı”, artık ‘değişebilir kader kavşağımız’ oluyordu…
Bizi bu sonuca getiren bütün bu ‘Didonik’ uğraşlar ya da ‘Bölünmeyi tartışalım…Türkler de bölünmek isterse…’ gibi düzenbazlıklar, Osmanlının parçalanmasına sebep olan ‘Eski Didon/Eski Jöntürk düzenbazlıkları’ benzeri oluyor…
Jön Türklükten Jön KÜRTLÜĞE…
Hatırlayınız, I.Tanzimat (1839) öncesi dönemi… Kimsenin “Türk olmak” gibi bir derdi bulunmuyordu. Tıpkı bugünlerde, Kürt denilenlere, “Kürt olduklarının” söylenilmesi benzeri kimilerine, “Siz Türksünüz” deniliyordu. Türklere tarih yazan Yahudilerle birlikte Kürt denilenlerden Ziya Gökalp’da, “Müslümanların ‘Türk’ olmasını’ istiyordu. Dünün ‘Hasipgillerinden’ Gökalp; 1.Tanzimat’ın, milletin bütünlüğünü yokettiğini, bunun, “kimliğin kırılması” ile başarıldığını, Osmanlıyı yıkanın, bu ‘kimlik kırıcılık’, Türkçülüğün de bunlardan biri olduğunu, haliyle de, vatanımızı elimizden alıp gavurlara teslim edenlerin, “kimliği kırılmış -özünden koparılmış- Didonlar/Jöntürkler” olduğunu göremiyordu.
Bu gerçeğin hiç olmazsa bugün görülebilmesi, dün yaşadıklarımızı tekrar yeniden yaşamamamız için de gerekli oluyor…
Küçük Amerikalılarca, ‘Kürt denilenlere’ biçilen “sorun”, bugünlerde, “Türk denilenlere” de yöneltilip, “Bakalım Türkler, Kürtlerle beraber yaşamak istiyor mu?” şekline sokulmuş olsa da, “Türk denilenlerin de sorunu yok”, asıl sorun, KüreselciNler ve onların işbirlikçileri ‘Küçük Amerikalılar’, onların yeni versiyonu, ‘Yeni Jön KÜRTLER’ de oluyor… ‘Kürt kimliği’ de ‘Türk’ gibi, ‘uydurulmuş kimlik’ oluyor.
Bu gerçeği yoksayıp, Kürt ‘denilenlerin’, kendilerini bir etnisite görmeleri ya da ‘Kürt’ olarak tanımlamaları, problem doğurması yanında, hem bilimdışı, hem de “Kur’an”dışı oluyor. Üstelik, geçmişte ‘Türk’ün, bir etnisitenin adı olarak telaffuz edilmesinin neye malolduğunun yaşanarak görülmesi Kürt denilenlerin -geleceği için de- ders olması gerekiyor. Yeni Didonlardan (Yeni Jön Türklerin yanında), Jön Kürtlere de karşı çıkılması gerekiyor…
Duyduğumuz “Kürt ayak sesleri’ sebebiyle, ama esasta, ‘yeniden kurulumu’ yapılmakta olan ‘sistemimiz’ sebebiyle, “Türk, ırkın değil, ulusun adıdır…Türk değil, Türkiyeliyiz” gibi ‘yeni yapıştırıcılar’ üretilmeye çalışılsa da, bu durum, geçmişte adı ‘Türk’ olarak konulan ‘Yapıştırıcı’nın tutmaması gibi olur, oluyor. ‘Ulus millet/devlet’ denilenler, 1789 Fransız İhtilali denilen vahşet sonrası “Anglosakson-Judea ortaklığı” üretimi olarak doğan, “sahte yapıştırıcılar” olduğu için tutmadı, tutmuyor.
Bakınız, geçmişin ABD’si olan İngiltere’nin (de), “Türk” dediklerine sunduğu “ulus/modelin” durumuna: Geçmişte ‘Türk’ adı taktıklarına, şimdilerde; ‘Ulus devletiniz bitti’ deniliyor. Kürt denilenlerin bu gerçeği mutlaka görmesi; ABD(Anglosakson-Judea ortaklığı) denilen “Devlet/Millet Üretme Çiftliği”nin, kendilerine “millet/devlet” sunmalarını ‘aşağılık bir durum’ olarak kabul etmeleri, reddetmeleri de gerekiyor.
Yoksa bugünlerde olanlar, I.Tanzimat Dönemi sonrası olanların ‘yeni versiyonu’ olur, oluyor. Geçmişte Türk (denilenler) yoketti, şimdilerde Kürt (denilenler de) yok ediyor. O günlerde “Türkler üretilmiş”, bu üretimin sonucu, ‘Osmanlıyı parçalamak’ olmuştu. Bugün “Kürtler üretildi”, bunun sonucu da ‘Cumhuriyetimizin parçalanması’ olacak, bu durum şimdiden görülebiliyor.
Dünden bugüne: Mehmet AKİF sesleniyor…
Türk veya Kürt denilenlere; M.A.Ersoy’un aşağıdaki çığlıkları, fazlasıyla yetiyor:
“Hani milliyetin islam idi? Kavmiyyet ne?
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine!
Arnavutluk ne demek? Var mı şeriatta yeri?
Küfr olur, başka değil kavmini sürmek ileri.
Arab’ın Türk’eLaz’ın Çerkez’e yahud Kürd’e
Acem’in Çin’liye rüçhanı mı varmış nerde?
Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer?
Fikri kavmiyyeti tel’in ediyor peygamber.
En büyük düşmanıdır rûh-u Nebî tefrikanın
Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın / Mehmet Akif
Akif’in bu haykırışına baktığımızda ya da ortadaki bugünkü tablomuza baktığımızda, bugünün Didonları, Jöntürkleri, Jönkürtleri ve Anasırcıları (Küçük Amerikalılar) ile, dünkü ‘ataları’ arasında ‘esasta’ hiç fark bulunmadığı, milli bütünlük için zararlı oldukları görülebiliyor… Görülen bir başka gerçeği de, yine Akif bildiriyor:
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez;
Toplu vurdukca yürekler onu top sindiremez.”/ Mehmet Akif
Türkler denilenlerimiz ve Kürt denilenlerimiz arasına ne yazık ki tefrika sokulmuş; dün Türk dedikleri ile, bugün Kürt dediklerini “birbirlerine düşman” yapanlar, “kimliklerini kırdığı” bu iki kesim eliyle, ‘Kal’ayı içten almış’, mülkün sahibi olmuştur!
Oysa, bakın ne diyordu Mehmet Akif, dünden bugüne:
“Yetişir şöyle bakıp ibret alan varsa eğer.
işte Fas, işte Tunus işte Cezayir gitti!
işte Irak’ı da taksim ediyorlar şimdi.” / Mehmet Akif
Dünün “Küçük –İngilizleri, Fransızları– Amerikalıları” için – en hafifinden- ‘geleni göremediler’ diyelim… Peki de, -Eyy bugünün “Küçük Amerikalıları (Batılının işbirlikçileri, dolaylı dolaysız onlara hizmet edenler, Türkçüleri, Kürtçüleri vb.. /bilim-Kur’an dışılıkları)”, onlar göremediler (!) diyelim, hiç olmazsa siz görün, bakın nasıl da perişan yurdum…
Bölünmek geldikçe geliyor, ibret alınsa ya:
“Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar,
İbret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”/Mehmet Akif
Sultan II. Abdülhamit de diyor ki: “Tarih değil, hatalar tekerrür ediyor”…
Hataların tekerrür etmemesi, ibret alınması; II.Tanzimat Dönemi sonuçlarının, I.Tanzimat Dönemi sonuçlarını doğurmaması için de gerekiyor. Hata yapmamak için yapılacak olanı da yine Akif söylüyor:
“Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan;
Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.” Mehmet Akif
Akif, ‘kaldırın ayrılık sebeplerini’ diyor…
Türk denilenler ‘kaldırsın’… Kürt denilenler de ‘kaldırsın’…
Kaldırılsın… kaldırılmalı da… Fakat, tabii ki de bu, “kaldırın” demekle de olmuyor…
Kaldırmak için yapılacak olan, “Türk denilenler” ya da “Kürt denilenler” arasında, sahtesinin değil, “yeniden gerçek kardeşliğin” tesisi, “milletin çalınan dininin” millete yeniden iade edilmesi gerekiyor… Başka çıkar yol da zaten görünmüyor…
Biz Müslümanız…
“Biz ayrılamayız.”…
Ahmet MUSAOĞLU / 19.07.2010