Ülkemizde yazar/münevver pek göremediğim –yazıp, söylediğim için– bilinebiliyor… Bilmeyen varsa da bu satırları okurken öğreniyor… Diğerleri gibi “bilmediklerini bilmeyenlerden” ‘iki yazar’ var (yazar, benim için, bilgilendiren demektir, bu anlamda bu iki kişiyi de gerçek yazar saymıyorum, bu da bahs-i diğer), yazı konumuz biri üzerinden…
Bu iki kişiden ‘bir no’, kendi kendinin şeyh ve müridi, ‘Tek kişilik tarikat sahibi pusulasız keşiş’ Ertuğrul Özkök (Bkz: A.Musaoğlu: Pusulasız Keşiş ve Tarikatı”,10.09.2007 yazım); ikincisi ise, ‘kankisi’, Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeniyken ‘cemaati keşfedip’, “Fethullah Gülen ve cemaat” üzerine yazılar yazan, sonrasında ‘hizmet’ için Akşam’ı aniden bırakıp, Habertürk Gazetesi’ne geçen ve televizyon kanalında da, başörtülü Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca ile program yapmaya da başlayan, ayrıca da, ‘Hocaefendiyi bulursa elini öpeceğini’ açıklayan Ertuğrul Özkök’ün pişekarı (-ortaoyununda oyunun anlatıcısı) ve Aramızdaki küçük Amerikalı da denilen (1) Serdar Turgut oluyor… Yazı konumuz ‘iki no’ üzerinden, buyrun okuyunuz…
Serdar Turgut’un ‘cemaat’ sempatisi…
Serdar Turgut, ‘Türkiye’de keskin bir kutuplaşma var, aydın duruşu yerini körlüğe bırakıyor, insanlar kutuplaşmanın tarafı olarak bakıyorlar’ diyerek, kutupları birbirine yaklaştırıcı rol alıyor, “Hoca’yı aktarma” rolüne soyunmuş bulunuyor: “Son yıllarda beni rahatsız eden bir şey var. Belirli çevreler…Türkiye’deki bazı gelişmelerin nedeni olarak Gülen cemaatini suçlamaya başladılar…O söylemde bir yanlışlık olması gerektiğini düşündüm ve cemaatin içinde bazı insanlarla temas kurdum…cemaatçi olmadım ama cemaate karşı müthiş bir sempati besliyorum. Modern hayatımızda o tür cemaatlerin büyük bir yeri olduğunu düşünüyorum. Benim gibi seküler geçmişten gelen bir insanın bu şekilde cemaat algılama, anlama işinin bir aydın görevi olduğunu düşünüyorum…Benim kendime tanımladığım en önemli görev, Türkiye’yi kurtarmak filan değil…kutupları birbirine yaklaştırıcı rol alabilmektir…Hoca’ya ve cemaate düşmanlık yapanlar, bu tavırlarının Türkiye’yi ne kadar aksattığını görselerböyle davranmazlar…Hoca’yı en doğru ben aktarabilirim. Kendime böyle bir misyon biçiyorum” diyordu (2). Aramızdaki küçük Amerikalı’, Hoca’nın, 1980’lerle birlikte Türkiye yaşamında/siyasetinde etkinliğini/ağırlığını, kimilerince de sevilmeyişini “aniden fark ediyor”, yine aniden ‘cemaate sempati’ duyuyor; dahası, Türk (cemaat) okulları yaşam stilinin kendisine uymadığını Zaman Gazetesine söylüyor (3), ama yine de kendisine, ‘Hoca/cemaati aktarma’ misyonu biçiyordu…
Peki de neden?.. Bunu neden yapıyor?..
Peki de, Serdar Turgut bunu neden yapıyor?..
‘Aramızdaki küçük Amerikalı’, bu sorunun cevabı olarak; “Biz modern toplumu inancı ile birlikte uyumlu bir toplumsal yapı içinde yaşatacaksak bunu yapacak en iyi gücün cemaat olduğunu düşünüyorum…Ben ordu ile cemaatin oturup konuşması gerektiğine inanıyorum…bu aşamada ordunun da cemaatle barışmasını bekliyorum. Asker artık cemaat korkusunu atsın.” diyordu (4). Gördüğünüz gibi de, ‘toplumun uyumunu (reformunu)’ sağlayacak en iyi gücün ‘cemaat’olduğunu düşünüyor. Bunun için ‘cemaate’ sempati duyuyor, ‘ordu/asker’ ile ‘cemaatin’ arasını ‘gelecek gelecek’ için bulmak istiyordu. Yine ‘gelecek gelecek’ için, ‘ordu/asker’ ile çatışması olmayan Laik kesime ‘dini’ anlatmayı istiyordu: “Laik kesime kendi Tanrımı anlatabileceğimi zannediyorum. Çünkü laik kesimde spiritüel (-tinsel) eksikliği var…Türkiye’de dinle barışık bir idare kurulacaksa bunu CHP yapabilir. Ve Hoca en rahat CHP iktidarında döner. CHP’deki liderlik değişiminin bu partiyi inanca açacağına inanıyorum” diyordu (4).Okuduğunuz gibi de, değiştirilip dönüştürülecek toplum için –cemaatin yanında-, ‘din ile barışık’ CHP de istiyordu. “Türkiye’de dinle barışık bir idare kurulması” denilen de, cahil solcuların zannettiği gibi, “Din sadece o olan” İslam olmuyordu…
Serdar Turgut bu açıklamalarını, 26 Haziran 2010 tarihinde Zaman Gazetesi’ne yapmadan çok önce, 11.01.2008 tarihinde, bendeniz de; “AKP Dönemi…laikperestlikten din devletine mi!.. İslam Eyvah!.” başlıklı yazımda; “İkinci Dünya Savaşı sonrası kendisine ‘model biçilen’ Türkiye’mizin, onlarca yılını iki farklı yaşam biçimi yönlendirmiş bulunuyor…Bunlar Nurcu-Nakşibendi çizgisiyle İttihat-Terakki/CHP çizgisidir…Bu ‘iki eksen’den İlahiyat-Tarikat kökenli kültürün, bugünlere değin daha baskın olan Mülkiye ve Harbiye kökenli kültürün yerini alacağı bir ‘yeni model’ de görülebiliyor…Peki de, bu ‘yeni modeli’ dayatan AKP mi oluyor? Okuyabilenler öngörülenin, AKP üretimi olmadığını, ‘iki eksen’inzıtlaşması şeklinde Türkiye’yi 2000’li yıllara getiren modelistlerin, Türkiye’ye biçtikleri yeni modelleri olduğunu görebiliyor. 1940’lı yılların ikinci yarısında ikâme edilen, İlahiyat/Tarikatlaşan, IMF’leşen, Dünya Bankası’laşan, Marshal’laşan, askeri anlaşmalar yapılan İttihat-Terakki/CHP çizgili daha baskın modelin yerine artık, daha baskın olacak Nurcu-Tarikatçı çizgi model geçiriliyor. Bir başka ifadeyle, AKP süreci, ama özellikle Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı ile başlayan süreç, Cumhuriyetin, ‘Mülkiye Harbiye’ kültür eksenli daha baskın yapısını değiştirip, İlahiyat/Tarikat eksenli yapıyı daha baskın olacak şekilde dizayn ediyor… Olmakta olan, “Laikperest model OUT’ “Takiyyeyi Müslümana yapan model IN’ olmuş olması oluyor. Olan sadece, dün/lerde İlahiyat/Tarikatları daha az kullananların, bundan sonra daha fazla kullanacakları oluyor, yoksa AKP’li Türkiye, İslam/Devleti HİÇ olmuyor!..Öngörülen (yeni) Modeldeki ‘Sahte (Ilımlı) İslam’ı, ‘Hakiki İslam’ zanneden ‘Bikiniciler’ gibi, ‘Memleket bizimkilerin elinde’ duygusu yaşayan ‘Haşemacılar’ da yutmuş bulunuyor. Ortalıkta dini grup yapısı görülmesi de kimseyi yanıltmasın, duyulan ‘Hakiki İslam’ın değil, Amerikan İslamının ayak sesleri oluyor. Önümüzdeki yıllarda İslam ile ilişkilendirilebilecek daha fazla gelişmeler yaşanılacak olmasıkimsede, laikperestlikten din devletine mi geçiliyor düşüncesi yeşertmesin; ‘Hoca hareketli’ AKP Dönemi, İslamın Protestanlaştırılması dönemi oluyor. Protestan-Yahudi Köktendincilerin, 2012-14’lerdeki Tanrının Krallığı/Günlerin Sonuinançları için yeşertilen Ilımlı/Halifeli İslam modeli, İslamın reformu oluyor.” diye yazıyordum (5). Okuduğunuz gibi de, hem laikperestlere,hem de kendini daha çok Müslüman hissedenlere ‘gelecek geleceği’ gösteriyor, Serdar Turgut’un 2010 yılında öngördüğü ‘inancın’ “İslam olan” olmadığını, “Amerikan İslamı” olduğunu yazıyordum…
Dahası, ‘neden daha çok Müslüman olanlarla’ işbirliği yapılıyor (?) sorusunun cevabını da aynı yazımda veriyor; “Amerikan Yahudisi Samuel Huntington Huntington, ünlü eseri ‘Medeniyetler Çatışması’nda; ‘Türkiye kendisini laik bir ülke olarak tanımlamadığı sürece İslamın liderliğine soyunma olasılığı yoktur…laikliği kaldırıp bu medeniyetin lideri haline gelebilir.’ diyordu. Türkiye’de AKP’li/Tarikatlı ‘Yeni Model’in, neden olması gerektiğinin cevabını da zaten yine Huntington veriyor; “Batı için temel sorun İslamcı köktendincilik değildir. Bu sorun bizzat İslamdır…farklı bir medeniyettir.’ diyordu. Bu dönemdeki model değişiminin sebebi ise, İslam dünyası üzerindeki amaçlarına ancak; ‘daha az’ İslami tanınan yapı üzerinden değil, ‘daha çok’ İslami tanınan insanlarla ulaşabileceklerini düşünmeleri oluyor.” da diyordum (6).Serdar Turgut’un, ‘daha çok Laik yapı’ ile ‘daha çok İslami yapı’ arasındaki ‘uzlaştırıcı’ rol üstlenmesi, ‘Huntingtoncu’ bu amaç için oluyor… Çünkü, ortada ‘din var’ gibi görülse de, ‘İslam olan’ yok; 1940’lı yıllarda modeli değiştirilip ‘Amerikan Modeli’ eline tutuşturulan Türkiye,2000’li yıllarda bir kez daha modelinin değiştirilmesine (dizayna) tabii tutuluyor, ‘Aramızdaki küçük Amerikalı’lar, “Yeni Amerikan Modeli”nin yerleşmesine katkı koyuyordu…
Serdar Turgut kim/ne oluyor!..
Kalkıp onun biyografisini yazacak değilim, zaten bilinebiliyor… “Lego dinler..Serdar Turgut..ve Pusulasız’a/06.03.2010” başlıklı yazımda belirttiğim gibi de, bakmayın siz onun ‘fantezilerine’, eşi hanımefendiyi de bir mizah unsuru olarakkullanmasına, ne yazdığını ve konuştuğunu bilebilen biri, diyordum…
Beyin kanaması öncesi ateist, sonrasında ise, ateist olmadığını söylüyordu: “Evet. Ateistim zannediyordum…Bunun nedeni de hastalığımdır. Çünkü çok korktum. Bir anda bir baktım, ne yürüyebiliyorum, ne kolumu kullanabiliyorum…Tekrar düşündüm olayları. İçimde güç alacağım yerler aradım. Ve duanın gücünü keşfettim. Allah’tan yardım istedim…Kurban kestim hayatımda ilk kez…Beyin kanamasından sonra, Almanya’dayken Kur’an-ı Kerim’i okudum….Valla dinci kesimle aramda bir duvar olması ihtimali büyük. Bu benim dindar olmamla bağlantılı değil. Çünkü ben kendi dine bakışımı toplumsal bir proje olarak görmüyorum.”diyordu (7). İnsanlar, yaşadıkları olumsuzluğu kendilerini rahatlatan bir inanç olmadan atlatamıyor, bulduğu ‘din değil’, ‘korku (sonucu)’ oluyordu!..
Ateistliğini terk ettiğini açıkladığı 2005 yılından 5 yıl kadar sonra ise; “Ben metodolojik bir Marksistim. Eğer inanç aydınlanma ile buluşacak veya cumhuriyet sistemi dönüşüme uğrayacak post-seküler bir Türkiye’ye geçeceğiz diyorsam bunları temelde Marksist kavramlarla yapmakta olduğum bir analize dayandırıyorum. Yani nasıl ki metodolojik ateist olmam ateist olmam anlamına gelmiyorsa metodolojik Marksist olmam da siyaseten inançlı bir Marksist olduğum anlamına gelmiyor” diyordu (8). Ayrıca da; “İzlediğim fikir adamlarının çoğu kültürel Marksist…Son dönemde inancın anlamı üzerinde çok fazla yazıyorlar. Ben Türkiye’de bunun ihtiyaç olduğunu düşünüyordum. Onlardan da yararlanınca elimde bayağı potansiyel yazı konusu oldu. Ben de bunları bir şekilde gündeme getireyim istedim. Ben kültürel solcuyum. Dindar olduğumu söylemem yalan olur. Ama Allah’a inanıyorum. Galiba tasavvufa oldukça eğilimim var…Bektaşilikle ilgili yoğun okuma içindeyim. Hacı Bektaş’ın türbesini yakın zamanda ziyaret ettim. Çok etkilendim. Yine Mevlânâ’yı okuyorum. Yakın zamanda eşimle birlikte Konya’yı ziyaret edeceğiz.” de diyordu (9). ‘Kültürel Marksist’ dediği eski Marksistlerin yazdığı ‘inancın’, Türkiye’de yerleşmesini istiyor, ama tabii ki de, bu “İslam inancı” olmuyor. Hacıbektaş ‘aşkı’, Sunni Müslümanlığın yerine gelecekte ‘konulacak ‘Türk/Alevi İslamı’, ‘Yeni CHP’de Genel Başkanın ‘Alevi inancı’ndan olması da bunun işareti oluyor. “Kültürel solcu, dindar değilim” hurafeleri de kendilerinin ‘yaşam tercihi’, Marduk’a inanması (10), ‘Mardukçu’olduğunu da gösteriyor…
‘Mardukçuluk dangalaklığı’…
Marduk adındaki ‘gezegenin’, 2012 (-14) yılında dünyaya çok yaklaşacağı ve bir dizi felaketin ardından kıyametin de kopabileceğinin sürekli gündem olduğunu (iddia edildiğini) bilebiliyoruz.
Bu bilimdışı iddia, önce bir kitapla, ardından da Serdar Turgut ve Engin Ardıç’ın köşelerinde boy göstererek Türkiye gündemine giriyordu. Serdar Turgut; “Yapılan hesaplamalar…‘Gezegen X’in 2012 yılında tekrar dünyamızın yakınından geçeceğini gösteriyor…son gelişinde yeni dinlerin ortaya çıkmasına neden olacak kadar vahim sonuçlar doğuran bu gezegenin tekrar dünyadan geçeceğinin ortaya çıkması durumunda olayların kontrolden çıkacağını düşünen güç sahipleri…büyük kaosta kontrolü bir öncekinde olduğu gibi kaybetme riskini ortadan kaldırmaya çalışıyorlar…Çok lafı edilen ‘Yeni Dünya Düzeni‘ aslında budur…din temalı olan ve Babil’e atıfta bulunulan İkiz Kuleler’in yıkılmasıyla başlatılan düzen kurma operasyonunun daha birinci gününde Başkan Bush ‘Bu bir haçlı hareketi‘ demiştir.” diyordu (11). Ertuğrul Özkök’ün pişekarı (-Ortaoyununda oyunun anlatıcısı) da denilen Serdar Turgut’un bu açıklaması bile, “Yeni Dünya Düzeni” denilen ‘ortaoyununu’; dinlerin “birleştirilip Tek Din/Yapı” olması için önce parçalanıp “Lego dinler”,yaniher dinden biraz alınarak oluşturulan din/insanlığın ‘sadece Tanrı’ inancında birleştirilmesiyle doğacak ‘peygambersiz din’ ortaya çıkartılacak olduğunu da anlatıyor.
2004 yılında yazdığı, “Kıyamet Günlerine doğru” başlıklı yazında; “Kökleri yüzyıllar öncesine kadar giden esrarengiz örgütler, kendilerine yüklenmiş büyük misyonlar olduğunu düşünen dini inanışlar ve dünyayı düzenleme görevini gönüllü üstlenen saldırgan ideolojiler…bundan daha uygun bir dönemi seçemezlerdi. Çünkü 21’inci Yüzyıl’ın başlarında…dünyanın olağanüstü bir değişikliğe uğrayacağı, bunların sonunda da ‘yeni bir dünyanın kurulacağı’ beklentisi, inancı bu saydığım gruplar arasında hayli yaygındır. Bunların hepsi de ‘üçüncü bin yılda’ tamamen farklı bir dünya kurulması gerektiği inancındadır…Örneğin Marduk adı verilen gezegen gelebilir…Diyeceğim o ki..kıyamet benzeri olayları kendileri de yaratmak kararlılığındadırlar…Büyük bir dinlerarası savaşı, bir dünya savaşını da göze almışlardır…ya da kıyamet benzeri olayları kendileri yaratarak hem kendi halklarını inandıracaklar hem de vahşetlerine kitle desteği alacaklardır.” demesi (12), ‘Düzen kurma operasyonunu’ için ‘psikolojik destek’, çünkü, korku (bilinç kayması) oluşturuyordu. Aynı dönemde kendisi gibi ‘Marduk yazısı’ yazan Engin Ardıç ise; “Tövbe. Bir daha olmayacak…Çünkü..malzeme olmaktan bıktım…’Marduk geliyor’ diye gününü gün etmeye bakanlar, tarikat kuranlar, vur patlasın çal oynasın dağıtanlar ve fakat hayattan elini eteğini çekenler, ‘yüksekçe bir yerlerde arazi satın alıp’ yerleşmeye kalkanlar da varmış…Hiçbir sorumluluk kabul etmem. Kimse bu saçmalıkların faturasını bana çıkarmaya kalkmasın…Türkiye, dangalak darlığı çekilen bir ülke değildir. Ancak şu ‘Marduk gezegeni dünyaya çarpacak’ dangalaklığı, bu alanda geçerli Türk standartlarını da zorlamaya başladı. Dünyaya bir şey çarpacak falan değil, bin kere söyledik…” diyordu (13). Fakat ‘Küçük Amerikalı Adam’ durmuyor, Yahudilerin, Müslümanlarla yapacağı “son savaş” olarak tanımlanan Armegedon’u da önümüze koyuyor; “Amerikancı olmamızı” istiyordu: “Önceki gün ABD Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA).. ‘Deep Impact’ adlı bir operasyonu gerçekleştirdi… Sinema tutkunları Amerika’nın aslında ‘Armageddon’un provasını yapmakta olduğunu fark edeceklerdir…Bu tatbikat daha sonra olabilecek daha büyük felaketi önleyecek operasyonun düzgün gitmesi için yapılmıştır. O gün de anti-Amerikan kalabilecek miyiz?..Ülkemizde de son derece güçlü bir anti-Amerikan lobisi var, ben şu senaryo ile özellikle onlara seslenmek istiyorum…dünyayı ve ailemizi ölümden kurtaracak tek silahın ve bilginin Amerika’da olduğunu öğrendiğimizde acaba o gün bile anti-Amerikan duygularımıza teslim olmayı sürdürebilecek miyiz?” diyordu (14). Yine 2005 yılında, “Fırat ve Dicle arasında kalan topraklar tüm dinlerin çıkış noktasıdır…Dünyayı yöneten güçler bir hesaplaşma gününün yaklaşması gerektiğine karar vermiş durumdalar. 21’inci yüzyılda dünyanın din coğrafyasını yeniden düzenlemeye de kararlılar.” açıklaması da (15), ‘Pusulasız keşiş’ Ertuğrul Özkök ile örtüştükleri noktayı, ‘Lego Dinler’ üretilecek olmasını da ortaya koyuyor…
‘Cemaati’ neden istiyor!..
Serdar Turgut, Gülen cemaati ile TSK arasında diyalog kurulmasını, inançla her kesin yüzleşmesini, bunun modernliğin gereği olduğunu söylüyor: “Gülen cemaati ile TSK arasında diyalog kanalları mutlaka açılmalıdır. İki tarafın da birbirlerini daha iyi anlamaya ihtiyaçları var…Bu dediğim laflar sadece Türkiye’ye özgü bazı sorunlardan çıkış yolu arama arzusundan kaynaklanmıyor. İşin bir de daha genel ve büyük boyutu da var. 21’inci yüzyılda dünyanın yeniden oluşturulması zorunluluğu ortaya çıkmışken, her ülkede konumu ne olursa olsun her insan ‘İNANÇ’ meselesiyle mutlaka yüzleşip kendi bireysel iç hesaplaşmasını yeniden yapacak…toplumun büyük çoğunluğu inancını da inançsızlığını da çok daha ılımlı bir şekilde yaşayacak…Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda dinine çok daha önem veren, inancı ön plana çıkaracak bir toplum olacağı kesindir. Cemaat de bu gerçeğin bir parçasıdır. CHP de öyledir…Gerçekten laik demokratik düzen işte o zaman olacaktır.” (16). Bu ‘yeni kurumda’, ne laiklerin ‘katı laiklik’, ne de Müslümanların ‘katı/normal Müslümanlık’ yaşayamayacakları anlaşılabiliyor. 1940’lı yıllardaki ‘Amerikan gönderisi demokrasi (hurafesi)’ ile kandırıldığımız yetmiyor, şimdi de ‘demokratik düzen’ hurafesi geliyorr!.
İşte, bu ‘yeni kurulum’ için, ‘Düzen kurma operasyonuna’ katkı için cemaati ‘lüzumlu’ görüyor: “..Ben bundan dolayı TSK ile cemaatin diyalog kanallarını kurmasını istiyorum. Bu diyaloğa önümüzdeki yıllarda daha da ihtiyaç olacaktır…Bu süreci…halkın değerlerinden koparak modernleşme sürecini başlatmış olan devletin tek başına başarması mümkün değildir.” (17). Gördüğünüz gibi de, halkın değerlerinden yeniden bir kez daha kopartılması için ‘cemaat’ isteniliyor. Türkiye’de Müslümanların değişmesini, sol ile İslamın” birleşmesini istiyor, bunu yapamayacak olan Laikleri de ‘beyin ölümü’ ile tanımlıyordu: “Türkiye’de…çok önemli bir olay yaşanıyor. Laik insanların beyin ölümü gerçekleşti ve fişin çekilmesi zamanı çoktan geldi… Kendi Marksistlerini öldürmüş ve sindirmiş olan Türkiye, bugünlerde anlamlı bir sol siyaset oluşumu olmamasının bedelini ödüyor. Çünkü güçlü bir sol olsaydı; cemaat ile konuşma, anlaşma lisanımızı çok daha rahat oluşturabilecektik…Türkiye’de laisizm eski haliyle çoktan öldü. Cumhuriyet de can çekişiyor. İkisinin de acilen yenilenmesi gerekiyor. Post-seküler modern ülke olmak bir global trenddir. Türkiye de post-seküler olmak zorundadır. Bu tür bir büyük dönüşüm cemaat olmadan gerçekleştirilemez.” diyordu (18). ‘Cemaat’, halkı/İslamıreforme etme (dönüştürme) projesine inşallah katkı koymaz, koymamalı; ‘cumhuriyet sistemi tıkandı’ denilerek yapılacak ‘yeni bir kuruluma’ karşı koyulmalı, çünkü, ‘KüreselciNlerin geleceği bir kez daha geleceğimiz’ olsun istemiyoruz… Ama ne yazık ki…
‘Yeni Cumhuriyet’ kurulumu!..
‘Aramızdaki küçük Amerikalı’, Türkiye’de bir dönemin sonu geldi, alıştığımız veri kabul ettiğimiz cumhuriyet sistemitıkandı, şimdi yeni bir sisteme geçiyoruz, onun adı da cumhuriyet ama içeriği tamamen değişmişolacak, artık cumhuriyetimizin var olduğu biçimle yaşaması imkansızlaşmıştır, değişime uğrayarakyaşayabilmesi için yeni bir anlayışla kamusal alanını oluşturmalıdır, diyordu(19). Cumhuriyet sisteminin anlamı ile Laikliğin yeniden tarifini ve ‘Kamusal alan ilahiyatı’ istiyordu: “Cumhuriyet sisteminin anlamını yeniden tanımlarsak ve laikliği de yeniden tarif edersek, bunun ikisinin de sonu anlamına geleceğini düşünenler var. Aksine bu yeniden tanımlamayı yapmadığımız takdirde, cumhuriyetin ve laikliğin sonu asıl o zaman gelecektir…laikliğe yeni anlamlar kazandırmak aslında ülkede bir kamusal alan yaratmak veya var olduğu iddia edilen kamusal alanı yeniden tanımlamakla olabilir…Bu semantik problem çözülmedikçe..Türkiye’nin huzur bulmasına imkan yoktur… bir kamusal alan ilahiyatı üzerine düşünmeye başlamamız gerekiyor.” diyordu (20). ‘Yeni kurulumla’ ortaya çıkacak “Yeni Kamusal Alan”da, “başörtüsü üniversitelerde serbest bırakılacak” belki ama, bu durum, “avcıların’, ‘av (Müslümanlar)’ için oltaya takılan ‘yem’ gibi olacağı da görülebiliyor. ‘Alevi inançlı’ “Yeni CHP” Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Herkes okuyabilecek (türban sorununu çözeceğiz benzeri)” açıklaması da zaten, ‘yeni kurulumla’ doğacak ‘yeni kamusal alana’ işaret ediyor. ‘Müslüman olan’, tıpkı, 1950 CHP-DP ‘geçiş(tirilmes)indeki’ “Ezan’ın” serbest bırak(tır)ılmasındaki gibi, “çalanın” ‘çalınana’ ‘çaldığını’ tekrar buldurması hadisesi tekrar yaşanacak; bu olunca, ‘Müslüman olan’, “mal bulmuş (Mağribi)” gibi sevinecek ama, o dönemden bugüne görüldüğü gibi de, “gelenin İslam olmayacağı da” tartışmasız anlaşılabiliyor… İstediği, “kendini daha çok Müslüman” hissedenleri ve Laikpersetleri reforme etmek, ortaya çıkarılacak lego dinler için “karma kültür/sentez” oluşturmak oluyor…
Sol (hurafesi) ile Dini (İslamı) buluşturması (sentezi), daha önce Ertuğrul Günay ve Mehmet Bekaroğlu üzerinden pazarlanacak gibi olmuştu, sonrasında ve hâlen de, ilahiyatçı profesör İhsan Eliaçık üzerinden pazarda, pazarlanıyor; kanmamak, kandırılmamamız gerekiyor… Bir ‘şey’, sentez olunca, ortada o ‘şey’ kalmaz, “İslam” ile Sol denilen “İslam dışılığın” sentezi, “Lego dinler” anlayışı için gerekiyor… Kendileri bilirler de, sadece bu bile, Hocaefendi’nin, Serdar Turgut’a ‘iltifat’ etmemesi için yeterli olabiliyor…
Dönecek mi!..
Bugünlerde, “Hocaefendinin elini öpmek” istediğini açıklayan Serdar Turgut; 26 Haziran 2008’de; “Fethullah Gülen’in davası beraat ile sonuçlandı. Daha kararın okunması bitmeden hemen ‘acaba dönecek mi?‘ tartışması başlatıldı…bu konuda fikrimi soracak olsalar ben de ‘Dönecektir, neden dönmesin ki?‘ derim.” diyordu (21). 2009 Şubat’ında ise; “…normale dönülmesi için Fethullah Gülen mümkün olan en kısa zamanda Türkiye’ye dönmeli.” diyordu (22). Derdinin bu ‘dönüş’ olduğu görülebiliyordu. 2009 yılı Temmuz’unda ise, “Fethullah Gülen ile görüşme imkanına henüz kavuşamadım ama bir gün görüşmeyi umuyorum.” diyordu (23). Sistemli bir şekilde bu ‘dönüşü’ istiyordu.
Haziran 2010’da da ise, “Amerika’ya gidersem de Fethullah Hoca’nın elini öpeceğim ve büyük ihtimalle resmim de çıkacak.” diyordu (24). Serdar Bey, ‘el öpme isteğini’ açıklamadan iki sene önce, 26 Haziran 2008’de; “Fethullah Gülen’in davası beraat ile sonuçlandı…hemen ‘acaba dönecek mi?‘ tartışması başlatıldı…Şimdi bırakalım ‘dönecek mi?’ tartışmalarını…ne zaman isterse yapar bunu…Bizlere düşen bunu tartışmak değil, Gülen’e düşünsel olarak kendimizi hazırlamaktır. Burada bizler derken tabii ki tarikattan olmayanları, hatta dindar bile olmayanları kastediyorum. Ülkemizde büyük bir diyaloğa ihtiyaç var…Bu ülkede dindarlıkla- sol düşünce sentezini düşünmüş olan bir büyük düşünür zaten vardı. Şimdi özellikle bugün Cemil Meriç’in eserlerini tekrar okuyup tartışmanın zamanı…Cemil Meriç halktan kopuk aydını dönüştürmeye adadı hayatını. Kendi dönüşürken başkalarını da dönüştürdü….yeni Türkiye’nin koşullarında sentezci düşüncelere…ihtiyaç var.” diyordu (25)… Son yıllarda ‘doğurtulan’ Cemil Meriç ‘aşkı’ da (-ki kimseye/felsefe okumayı önermiyorum) bu açıklamasında yerini buluyor. Sentezci düşünce, Türkiye’nin koşulları için değil,“Huntington’cu öngörü”; İslam olanın, İslamdan çıkartılması, “Müslüman olanın, kendini Hıristiyan ve Yahudi gibi hissetmesi için” isteniliyor… ‘Aramızdaki küçük Amerikalı’ olmasının yanında, ‘yamuk kimlik’ türünün Türkiye’deki sözcüsü de olarak da tanımlanan Serdar Turgut (26), sentez düşüncesiyle kimliğimizi kırıp, ‘yamuk kimlik’ olmamızı istiyor…
Ben ‘Önce Müslümanım’…
Kendileri Bendenizi (Serdar Turgut kadar da olmasa da), anlarlar mı bilemem de; Benim, Hüseyin Gülerce’nin; “22. Abant Toplantısı, yine üzerine düşeni yaptı..çıkış yolunu bir daha gösterdi:.. ‘Kavga etmeden, özgürce tartışarak, evrensel insanî değerlerde buluşma ve demokratikleşme hedefine ulaşma..’..Müslümanların demokratlığı, hem Türkiye için, hem dünya için önemli…Bu yeni dünyada ancak konumlara saygılı olmakla çözüm bulabilirsiniz. Konuma saygı, insanların düşüncelerine, fikirlerine de saygıdır…‘Önce insanız, sonra Müslüman’ız…Geldiğimiz nokta ileri bir demokrasi talebidir: İnsan ve insanî değerler önemlidir…” şeklindeki açıklamalarını (27) benimsemem mümkün olmuyor…
Ben, Müslümanım… ‘Müslüman Demokrat’ veya ‘Müslüman Sol’ tanımlamalarını da ‘Müslüman olana’ yakıştırmam; bu yakıştırmama hâlim de, “sadece Müslüman ismiyle anılın” diyen Kur’an’ın görüşü, benim olmuyor… İstedikleri, ‘evrensel insani değerler’ denilenler, ‘gavurun’ sadece kendine tanıdığı hak oluyor, yoksa Müslümana verilecek olan hak olmuyor… Yaşadığımız Dünya ise, ‘inancı gereği’, sadece ‘gavura miras’, bu yanlış inanç değiştirilmediği müddetçe de –gavur istese de- zaten mirastan pay veremez… İnsanlardan, gavur olanlar da dahil, tabii ki nefret etmiyor veya kin duymuyoruz, ama insanların “yanlış olan düşüncelerine (fikirlerine, inancına)” saygı da duymuyoruz… Yanlışlık kimden gelirse de gelsin karşı çıkmak, mesela da, Bushlara Obamalara, –Senin tanrınla Benim Tanrım arasında fark var, demek, Müslüman olanın (hesap günü) sorumluluğu oluyor… Demokrasi denilen ‘şey’ ise, Amerikalıların (Anglosakson-Judea) kimilerine ‘bombayla’ ya da ‘demokrasiye geçmezseniz bombalarım tehdidiyle’ kazanılan ‘şey’ oluyor, bundan başka da bir şey olmuyor…
Fethullah Gülen’e en yakın isim olarak da gösterilen Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce, bir gazeteye konuşmasında; -Hocaefendi Zeki Müren ve Aziz Nesin ile tanışamadığına üzülüyor… -Hocaefendi Mozart’ta dinler, şiiri ve sporu da sever… Hocaefendi, ‘yalnız sporda değil, Bale’de de olmak lazım’ diyordu (28)… Biz Müslümanız, hesap günü var, söylenmeli; kökeni Hıristiyanlığa dayalı opera ve bazı operalarda da yer alan Bale de istemiyoruz; Osmanlı/İslam düşmanı Mozart’ı da… Biz ‘yamuk kimlik’ değil, “kendimiz/İslam” olarak kalmak istiyoruz…
Ez cümle…
‘Aramızdaki küçük Amerikalı’ adamlar tarafından önümüze konan ‘Lego dinler’ tuzağı, ‘arka planı’nda, Babil Sendromu çözümü, yani Küresel/Tek Dil, Devlet, Din kurma amacı oluyor. “Fundemantalist Anglosakson-Judea ortaklığı” bu amaç için Katolik Hıristiyanlığı yok ederken, ‘İslam olanı da’ yok ediyor…
Ben şucu bucu değilim… incitmek de değil, kardeşlik duyguları içersinde yazdım, yazıyorum…
‘Hesap Günü’ var…
Yaşananlara “Müslüman gibi değil de”, ‘taraftar’ olarak bakanlar ya da ‘beni anlamak istemeyenler’ için de…