Brezilya’nın Rio de Janerio kentinde, ‘3-14 Haziran/1992’de, düzenlenen ve ‘Yeryüzü Zirvesi’ olarak adlandırılan, ‘BM Çevre ve Kalkınma Konferansı (UNCED)’; ‘Küresel Isınma VAR’ yalanını icad etmesi yanında, “ortaklaştırdığı” bir diğer argüman olan, ‘Sürdürülebilir kalkınma’ kandırmacasıyla, “Fundemantalist Batılı Beyaz Adam”ın, ‘Küresel Tek Yapı’ amacı olan, “Babil Sendromu çözümü”ne uzanma yolunda kurguladığı “küresel zirvelerin ilk’i”oluyordu.
Sözkonusu bu konferans/zirve, daha sonra düzenlenen “tüm büyük Birleşmiş Milletler toplantıları”nın gündemini belirliyor, yaşadığımız bugünler ve geleceğimiz, Rio Zirvesi/1992 ve onun eksikliklerinin tamamlayıcısı olan, ‘2000 Yılı BM Milenyum Zirvesi (Deklarasyonu)’ üzerinden ‘dizayn’ ediliyor.
‘Yeni Bin Yıl’ın başlangıcında, 200’de New York`ta yapılan ‘Bin Yıl Zirvesi’ne, aralarında Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in de bulunduğu, 189 ülkenin Devlet veya Hükümet başkanları katılıyor, günümüzün en güçlü ve öncelikli “KÜRESEL TAAHHÜT BELGELERİNDEN BİRİ” olarak kabul edilen, ‘Birleşmiş Milletler Binyıl Bildirgesi’ imzalanıyordu.
Bildirge’de, “tüm dünyada adil ve kalıcı bir barış sağlanması” kararlılığı dile getiriliyor ama, ana esas; dünya ölçeğinde üstesinden gelinmesi gereken en temel sorunun, “Küreselleşmenin tüm insanlık için”olumlu bir güce dönüştürülmesi, yani, ‘KÜRESELLEŞMİŞ İNSANLIK’; ‘KÜRESEL TEK YAPI’ öngörülmesi; bu da, pek çok kez ifade ettiğim gibi, “BABİL SENDROMU çözümü”; “Tek Dil-Devlet-Din” demek oluyor.
***
“Leviathan” da demek olan ‘bu amaca’ giden yolun “Malthuscu iki uygulaması” olan, “Küresel Isınma VAR” ve “Sürdürülebilir kalkınma” yalanlarının öngörüleri ve de ‘Binyıl Zirvesi’nin kabul ettiği ‘bildirgedeki’ aşağıdaki bazı maddeler; ‘insanoğluna Babil Yolculuğu’yaptıran “Kıyametçi/Fundemantalist Anglosakson-Judea ortaklığı’nın; “Ortak Geleceğini (inancını)”, “Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlar” da dahil tüm insanlığa, “gelecek olarak” nasıl döşediğini ortaya koyuyor:
I. Değerler ve İlkeler
I. Devlet ve Hükümet Başkanı olan Bizler, daha barışçı, müreffeh ve adil bir DÜNYANIN VAZGEÇİLMEZ TEMELLERİNİ OLUŞTURAN BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’e ve onun kurulu Anlaşması’na olan inancımızı bir kez daha ifade etmek için, yeni bir BİNYILIN BAŞLANGICINDA, 6 – 8 Eylül 2000 tarihleri arasında Birleşmiş Milletler’in New York’taki Genel Merkezi’nde bir araya gelmiş bulunuyoruz.
2. Bizler, kendi toplumlarımıza karşı üstelendiğimiz farklı sorumlulukların yanısıra, İNSAN ONURU, eşitlik ve adalet ilkelerini KÜRESEL DÜZEYDE YÜCELTMEK İÇİN ORTAK BİR SORUMLULUK da taşıdığımızın bilincindeyiz. Dolayısıyla, liderle olarak Biz, DÜNYADAKİ TÜM İNSANLARA, özellikle de en güç durumda olanlara ve geleceğin gerçek sahibi olan çocuklara karşı bir görev taşımaktayız.
3. Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın, ZAMANLA GEÇERLİLİKLERİNİ YİTİRMEDİKLERİ ve EVRENSEL OLDUKLARI kanıtlanmış olan AMAÇ ve İLKELERİNE BAĞLILIĞIMIZI bir kez daha ifade ediyoruz.
4. Antlaşma AMAÇ ve İLKELER DOĞRULTUSUNDA TÜM DÜNYADA ADİL ve KALICI BARIŞ sağlamaya kararlıyız. TÜM DEVLETLERİN EGEMEN EŞİTLİĞİNİ; TOPRAK BÜTÜNLÜKLERİ ve SİYASAL BAĞIMSIZLIKLARINA SAYGIYI; uyuşmazlıkların barışçı yollardan ve adalet ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak çözümlenmesini…DESTEKLEYECEĞİMİZİ bir kez daha beyan ederiz.
5. Bugün karşımızda bulunan ve en temel sorunun, KÜRESELLEŞMENİN TÜM İNSANLIK İÇİN olumlu bir güce dönüştürülmesi olduğuna inanıyoruz…KÜRESELLEŞME ancak tüm çeşitliliği ile İNSANLIĞI KAPSAYAN ORTAK BİR GELECEK KURMAYA YÖNELİK geniş kapsamlı ve SÜREKLİ çabalarla HERKESİ KUCAKLAYAN ve adil bir sürece dönüştürülebilir.
6. KİMİ TEMEL DEĞERLERİ, yirmibirinci yüzyılın uluslararası ilişkileri açısından ZORUNLU GÖRÜYORUZ. BU TEMEL DEĞERLER:..HOŞGÖRÜ: UYGARLIKLAR ARASINDA BİR KÜLTÜR VE BARIŞ DİYALOGU AKTİF BİÇİMDE DESTEKLENMELİDİR.
IV. Ortak Çevrenin Korunması:
21. Başta çocuklarımız ve torunlarımız olmak üzere TÜM İNSANLIĞI, insanoğlunun faaliyetleri nedeniyle onarılamaz ölçüde bozulmuş olan ve KAYNAKLARI ARTIK İHTİYAÇLARI KARŞILAMAYACAK KADAR YETERSİZ OLAN bir gezegende YAŞAMA TEHDİDİNDEN KURTARMAK İÇİN hiçbir çabadan kaçınmamalıyız.
23. Bu nedenle, ÇEVRESEL ETKİNLİKLERİMİZİN TÜMÜNDE YENİ BİR KORUMACILIK VE EVSAHİBİ AHLAKINI BENİMSİYOR ve bu doğrultuda İLK ADIM OLARAK:
-KYOTO PROTOKOLÜ’NÜN, tercihen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nın 2002 yılında gerçekleşecek olan onuncu yıldönümünden önce yürürlüğe girmesi ve Sera gazları üretiminde öngörülen azaltmanın gerçekleşmesi için her çabayı harcamaya;
-SU KAYNAKLARI işletme stratejilerini BÖLGESEL, ULUSAL VE YEREL düzeylerde adil bir dağılım ve yeterli miktarda su sağlayacak biçimde geliştirerek SU KAYNAKLARININ SÜRDÜRÜLEMEZ BİÇİMDE KULLANILMASINA BİR SON VERİLMESİNİ SAĞLAMAYA;
-KADINA YÖNELİK HER TÜRLÜ ŞİDDETLE MÜCADELE ETMEYE VE KADINA YÖNELİK HER TÜRLÜ AYRIMCILIĞIN ortadan kaldırılması SÖZLEŞMESİ’Nİ UYGULAMAYA;
VII. Afrika’nın Özel İhtiyaçlarının Karşılanması
27. Afrika’nın dünya ekonomisindeki yerini alabilmesi için, AFRİKA’DA DEMOKRASİNİN YERLEŞMESİNİ DESTEKLEYECEĞİZ ve kalıcı barış, YOKSULLUKLA MÜCADELE ve SÜRDÜRLEBİLİR KALKINMA mücadelelerinde AFRİKALILARA YARDIMCI OLACAĞIZ.
VIII. Birleşmiş Milletler’in Güçlendirilmesi
29. Aşağıdaki önceliklerin tamamının gereklerini yerine getirmede BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’i DAHA ETKİN BİR ÖRGÜTE dönüştürmek için hiç bir çabadan kaçınmayacağız…/ şeklindeki açıklamalar, New York – 8 Eylül 2000, Bin Yıl Bildirgesi’nde yer alan maddeler oluyor…
***
İşte… Yukarıda verdiğimiz ilkeleri değerlendirdiğimizde; ‘Milenyum (Binyıl) Zirvesi Bildirisi’ne imza koyan 155 Devlet başkanı ile 30 dolayında Kral, Veliaht Prens ve Başbakanın; Hükümetleri/Devletleri adına imzaladıkları anlaşma ile, ülkeleri adına ‘ORTAK SORUMLULUK’ ya da “Görev/Emir aldıkları”; bir başka deyişle de, “ülkelerinin, değişim dönüşümü, reformuna” imza attıkları görülebiliyor. Çünkü, “uluslararası ilişkiler” açısından ‘Ortak sorumluluk’; “Küresel (Ortak) Tek Yapı”ya giden ‘servis yolu’ oluyor.
Anlaşmanın 1’nci maddesindeki; “BM’nin, dünyanın vazgeçilmez temellerini oluşturduğu” şeklindeki taahhüt; ülkelerin-insanlığın “geleceğinin” BM üzerinden “inşâ” ettirildiğini gösteriyor.
Anlaşmanın 2’nci maddesindeki; “insan onurunu, küresel düzeyde yüceltmek için ortak sorumluluk taşıma bilinci” yüklenilmesi, “değer” ölçüsü “insan merkezli küresel bilincin”, “milli merkezli” değer ölçülerinin kendi elimizle yıkılması demek oluyor.
Anlaşmanın 3’nci maddesindeki; Birleşmiş Milletler Anlaşmasının amaç ve ilkelerinin, “zamanla geçerliliklerini yitirmeyişleri, “evrensel” oldukları ve onlara itaatin (!) vurgulanması, “milli olanın” reddedilmesinin açık kabulü, ama aynı zamanda, ‘arka plan’daki, “Evrensel (Küresel) Tek Yapı” amacına işaret ediyor.
Anlaşmanın 4’nci maddesinde; tüm devletlerin toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlıklarına saygı duyulacağı sözkonusu edilse de, bunun böyle olmadığı, ‘BM ile Flistin’de İsrail üretilmesinden’, bugünlerde Ortadoğu’da yaşananlardan da bilebiliyoruz. Öngörülen, “tüm dünyada adil ve kalıcı barış” ifadesi ise, “Zengin/Kuzey ülkeler (Batılı Beyaz Adam)” dışındaki Yoksul/Güney insanlarının; “tebâ olmayı, uygarlaştırılmayı kabul etmeleri” dışında bir anlamı olmadığı; “Zengin/Kuzey ülkeler” tarihinden de zaten bilinebiliyor. KüreselciNlerin, ülkelerin siyasal ve toprak bütünlüğüne saygısız olduklarını dünyanın hemen her tarafında görebilmemiz bir tarafa, ‘etnik köken’ iddiaları üzerinden ülkeleri böldükleri, ülkemizi de bu tehlike içine soktuklarını da bilebiliyoruz.
Anlaşmanın 5’nci maddesi, tüm çeşitliliği ile insanlığı kapsayan; tüm insanlık için “Ortak Gelecek” planlaması; ‘Küresel Tek Yapı’ arka planı ‘uygulaması’ oluyor. Ayrıca da.. Kalkınma için ‘küresel ortaklıklar’ geliştirmek (Hedef 8) ve BM ile ulusal parlamentolar arasındaki ‘İşbirliğinin Güçlendirilmesi’ öngörülmesi de, ‘Küresel Ortaklıklar”dan “Küresel Tek (Devlet) Yapısı”na geçme ‘uygulamasını’ gösteriyor. “Küreselleşmenin”, yani “Evrensel Tek Yapı”nın, insanlık için en doğru yapı olduğunun ifade edilmesi, KüreselciNlerin ‘arka plan’daki inancını; yani, insanlığın, “Babil’de Tek Aile” iken dağılışı (Babil Sendromu) sonrasıayrıştığı, bu farklılaşmanın “çatışma” meydana getirmesi sebebiyle (!) yeniden “Tek Aileye’ dönüşme inancını (!) gösteriyor.
Anlaşmanın 6’nci maddesindeki, “..uluslararası zorunlu temel değer olan HOŞGÖRÜ ve UYGARLIKLAR ARASINDA KÜLTÜR DİYALOGU aktif biçimde desteklenmelidir” BUYRUĞU, ülkemizdeki Hoşgörü zırvasının ve medeniyetler arası ittifak saldırısının “BM kökenine” işaret ediyor. Hoşgörü ‘zırvası’, Milenyum/2000 Bildirisi’nde “emredilse de”, BM Milenyum/2000 Zirvesi’nde “doğmadı”, ama yine ‘BM icadı’ oluyor.
Hoşgörünün ‘icatçısı’ olarak, Fethullah Gülen hocaefendi bilinse de, bizatihi kendisi; Zaman Gazetesi’nde, 29.03.2004’de, Nuriye Akman röportajında; “Hoşgörü ve diyaloğu ben icat etmedim.”diyordu.
Birleşmiş Milletlerin, 1995 yılını ‘Hoşgörü yılı” ilan etmesi ve de hemen akabinde, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü olan UNESCO’nun, 16 Kasım 1995 tarihindeki, “Hoşgörünün İlkeleri Bildirgesi”; Hoşgörü’nün ‘kökeni’ oluyor. Hoşgörü’nün; “insan olmanın yollarını kabul etmek…çeşitlilik içindeki uyum..bireyler, gruplar ve Devletler tarafından uygulanır…demokrasiyi destekleyen sorumluluk” ŞEKLİNDE tanımlanması, ayrıca da, bildirgede; BM’nin birçok sözleşme ve belgesine gönderme yapılmış olması ve bunlardan birisinin de, “Her Türlü Irk Ayrımcılığının Kaldırılması Sözleşmesi” ile, “Din ya da İnanca Dayalı Her Türlü Hoşgörüsüzlük ve Ayrımcılığın Kaldırılması” konusunda da bir bildirge kabul etmesi ve “varılacak amaç için” en ciddi tehditlerden birini, “din ve inanca dayalı” hoşgörüsüzlük olarak kabul etmesi, “çeşitli dinler olmasının istenilmemesi, dinlerin birleştirilip, “Tek din” şekline sokulma amacıoluyor. Hoşgörünün, “Demokrasiyi desteklemesi” ise; Tunus, Mısır, Libya, Suriye’ye “demokrasi götürme” örneklerinde olduğu gibi, “bir milletin ikiye bölünüp birbirini öldürmesi, yani Savaşın Afganlaştırılması”; ‘barış kültürü’nün değil, savaş kültürünün sürmesi; “ABD isteklerinin, İslam/coğrafyasında kabul ettirilmesi” demokrasi demek oluyor.
Uygarlıklar arası “Diyalog” hurafesi öngörülmesi ise, “çoğulcu kültürel yapı”dan, “Küresel Tek (Kültürel) yapı”ya geçiş için; Kültürlerin sentezi (birleştirtilmesi), farklı kültürlerden ‘Tek Kültür’ oluşturmak amacı için gerekiyor.
Milenyum Bildirgesi’nin, “IV. Ortak Çevrenin Korunması” başlığı:
21’nci maddesindeki; “Tüm insanlığı”, kaynakları artık ihtiyaçları karşılamayacak kadar yetersiz olan bir gezegende “yaşama tehdidinden kurtarmak” çabasının kabulü; insan nüfusunun “artışının” kaynakları yokettiği, dolayısıyla, “nüfus fazlalığının” yokedilmesini öngören, Protestan Papaz Robert Malthus’dan mülhem “Malthusculuk” ya da evladı Sosyal Darwinistlik ya da “Sürdürülebilirlik” demek oluyor.
23’nci maddesindeki; çevresel etkinliklerimizin tümünde yeni bir korumacılık ve ev sahibi ahlakınınbenimsenmesi ve bu doğrultuda KYOTO PROTOKOLÜ’NÜN gerçekleşmesi çabası; BM üretimi “Küresel Isınma VAR/çevre” yalanı üzerinden küresel (evrensel) düşünce ahlakı öngörüsü, ‘ortak tek kültür bilinci’ geliştirilmesi oluyor. Kyoto Protokolü ise, bu ahlak(sızlığ)ın sürdürülüp –Karbon-Sera Gazı kirliliği üzerinden- ülkelerin yağmalanması oluyor. Bin Yıl zirvesinden geçen 11 yıl sonra hâlâ da (işe yaramaz, ama sömürü kapısı) Kyoto imzalamayanlar, sıkılmadan, 2012 yılında, yeni versiyonunu ileri sürüp, kabul ettireceklerdir.
-Su kaynaklarının Sürdürülemez biçimde kullanılmasına bir son verilmesini sağlamaya; Su kaynakların adil dağılımı ve kullanılmasından söz edilmesi, Yoksul/Güneyin, dolayısıyla da ülkemizin de Su kaynaklarına da göz dikildiğini, “kendi kaynakları olduğu” inancını taşıdıklarını gösteriyor.
–KADINA yönelik her türlü şiddetle mücadele etmeye ve kadına yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması söylemlerinin bitmek bilmemesi; “geçmişlerinde kadına, Cadı diyen ve Şeytan olarak gördükleri için de yakanların” samimiyetsizlikleri ama, Doğu/İslam toplumlarının, “Kadın/Aile üzerinden” kolay yıkılacağının bilebilmeleri sebebiyle de, ‘saldırmaları’ oluyor.
VII. Afrika’nın Özel İhtiyaçlarının Karşılanması bölümünde;
27. maddede; Afrika’da demokrasinin yerleşmesini destekleyeceğiz ve kalıcı barış, yoksullukla mücadele ve SÜRDÜRÜLEBİLİR mücadelelerinde Afrikalılara yardımcı olacağız, kabulleri, ‘daha çok Afrikalı ölecek’ demek oluyor. BM Milenyum (Binyıl) Zirvesi Anlaşmanın imzalanması tarihi olan 2000’den 11 yıl sonrasına, yani, 2011 yılına bakıp, “yoksulluğun ve açlığın” daha da arttığını gördüğümüzde, “yoksulluğun artmasını istediklerini, bunun zaten, ‘Malthusculuk inançları’ olduğunu anlayabilmemiz mümkün olabiliyor. Sosyal adaleti dikkate almayan “kurumlar ve kurallara alternatif olmak iddiasıyla, bizim ülkemizde de pek yok “yardım (hayır) kuruluşu” yerden ot biter gibi türese de, bu durum, “Zengin/Kuzey zenginliği” karşısında gittikçe yoksullaşan “Yoksul/Güney”in, ‘isyan etmemesi’ için bu kuruluşlarca pasifize edilmesi; “yoksulları yine yoksullara baktırmak kurnazlığı” taşıyor. Haliyle de, BM Milenyum Deklarasyonu’nu yoksulluğun ortadan kaldırılması, insan haklarının güvenceye alınması gibi değerler üzerine oturttuğu “Ortak Geleceğimiz”, Kuzey/Zengin ‘hep zengin ve efendi’, Güney/Yoksul, ‘hep yoksul ve köle’ kalmalı üzerine kurulu bulunuyor.
“VIII. Birleşmiş Milletler’in Güçlendirilmesi” başlıklı bölüm, 29’ıncı maddede; Birleşmiş Milletler’i daha etkin bir örgüte dönüştürmek için hiç bir çabadan kaçınmayacağız…/ şeklinde yer alan açıklama ise, “Birleşmiş Hayaller ülkesi”, yani, “Küresel Tek Dil-Din-Devlet inşâsı” için yapılması gereken oluyor…
***
Birleşmiş Milletler (BM), II.Dünya Savaşı sırası-sonrası, IMF, Dünya Bankası gibi örgütleri kurduran ABD’nin (Anglosakson-Judea ortaklığının) kurdu(rdu)ğu uluslararası bir örgüt oluyor. Birleşmiş Milletler, İkinci Dünya Savaşı sürerken; 26 ülkenin temsilcilerinin, Amerika’nın San Fransisko kentinde toplanıp, ‘dünyayı savaşlardan korumak amaçlı’ kararlar da alıp, ortak bir bildiri yayınlamaları, yasasını da hazırlayıp onaylamaları ile, 24 Ekim 1945 tarihinde kuruluyordu.
BM, Rio/1992 zirvesiile oluşturulan ‘karşılıklı bağımlılığın’ artması ile Küreselleşmeye (yani, Birleşik Tek Ülke’ye dönüşmeye)başlayan dünyamızda; “Küresel soruna küresel çözüm gerektiği”,neredeyse tüm dünya devletlerini, ‘çatısı altında’ toplaması ve “küresel gündemin” belirlendiği yer olması hasebiyle, Birleşmiş Milletler (BM), eşsiz bir konuma sahip bulunuyor. BM üzerinden insanoğluna, ‘Ortak Gelecek’ biçiliyor. Rio/1992 Zirvesi’nden bugüne değin yapılan ‘tüm’ BM toplantılarını değerlendirdiğimizde de bu zaten bu görülebiliyor. Birleşmiş Milletler “İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC)” kapsamında düzenli aralıklarla gerçekleştirilen ‘Taraflar Konferansı’ndan, sınırlı sayıda ülkenin devlet başkanlarını bir araya getiren üst düzey ‘Konferanslara/Zirvelere’ kadar, tüm görüşmelerde sağlanan “Küreselleşme”, ‘Küresel Tek Yapı’ inşâsı” oluyor. BM’in, “ABD güdümünden” çıkılamayacağı bilinebildiğine, ABD denildiğinde de, “Anglosakson-Judea(Protestan Hıristiyanlık ve Yahudilik) ortaklığı” anlaşılması gerektiğine göre, kimin için ne istendiği de ‘anlaşılabilir’ oluyor.
BM’li ABD’nin, 11 Eylül sonrasında başlattığı ‘terörle küresel savaş’ konseptinin uygulanmasının getirdiği başarısızlıklar, ‘Küresel Tek Yapı’ amacına ulaşma araçları olan “Sopa-Sert Güç (askeri) Modeli (BOP/GOP)” ve “Yumuşak Güç Modelini (havuç uzatma-AB, STÖ/Sorosculuk)” yenilemeyi gerektirip, “Savaşın Afganlaşmasını (Müslümanın, Müslümana öldürttülerek de kontrol ettirilmesi)” ve ‘Küresel işbirliğini’ esas alan ‘Akıllı Güç Modeli’, yani, güçlü bir askeri yapıya olan ihtiyacın önemini vurgulayan, ama aynı zamanda, Amerika’nın nüfuzunu yaymak ve ABD girişimlerine meşruiyet kazandırmak için ‘ortaklıklara’ yaklaşımı esas alan ‘model’ geliştirilmiş bulunuyor. İster “Sopa-Sert Güç Modeli (BOP-GOP)”, isterse de “Yumuşak Güç Modeli (havuç uzatma-AB-STÖ/Sorosculuk)” ya da bunların karışımı olan ‘Akıllı Güç Modeli’ modeli olsun, tüm bu modeller –küreselciNler arasında zaman zaman tartışma konusu olsalar da– esasta hepsi aynı amaçlı; her üçü birden “Batılı Beyaz Adam için Sürdürülebilir Gelecek (Sürdürülebilir Tek Yapı) amacına ulaşmak için” uygulanıyor. “Sürdürülebilirlik”, atası Sosyal Darwinizm ya da her ikisinin köken atası olan “Malthusculuk” olup; “kendilerinden olmayan insanların artan nüfuslarının, kendilerini ve dünya hammadde kaynaklarını tüketeceği” inancı sebebiyle, ‘yaşama hakları olmadığı’ düşüncesini “sürdürürken”, “Fundemantalist Batılı Beyaz Adam’ın ‘Ortak Gelecek’ ülküsü olan, “Babil Sendromu çözümünü” formüle etmesini de sürdürüyor. Sürdürülebilirlik, ‘Babil Yolculuğu’ sonunda varılacak “Birleşmiş Hayaller Ülkesi”, yani ‘Babil Sendromu çözümü’ düşüne ulaşma yolunda kullanılan ‘yol haritası’ oluyor.
Bu hayale ulaşma yolundaki uygulamalar esasta BM üzerinden yürütülmesine rağmen de, BM’nin temel belgelerine dahi tam katılım sağlanamıyor olunması ya da bütün sözleşmelerini “çekincesiz imzalayan” hiçbir ülkenin bulunmaması gibi zorluklar, BM üzerinden ‘tasarlanan planın kolay hayata geçemeyeceğini’ gösteriyor. Rio/1992 Zirvesi sonrası doğan “Küresel Isınma VAR Politikası” ve “Sürdürülebilirlik politikası” uygulama sürecinde, çok taraflılıktan “tek taraflılığa”, yani “Küresel Tek Yapı”ya doğru bir ‘kayış süreci’ yaşanılıyor olması, ‘2002 Johannesburg Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde gündeme getirilip ‘tehlikeli’ bulunuyordu. Sorun/lar küresel olduğuna göre, çözümlerinin de küresel olması lazım (!) öngörüsünden hareketle, bunu sağlayabilecek olan kurumun bütün ülke ve toplumların temsil edilebileceği zemin (!) olan ‘BM çatısı’ olması iddiasının, kimilerince kaygı verici bulunması, ‘KüreselciNleri’ endişeye sevkediyor olsa da, ‘tek taraflılık’ yine de, “BM süreci vasıtasıyla” sağlanıyor. Buna karşın, BM dışında hiçbir devlet-ülke ‘sorunları çözemez’ öngörüsü ile BM’nin ‘küresel kararlar’ alması; gelecekte BM’nin, kendisini kullananlarca bir başka yapıya dönüştürüleceği veya bizzat kendisinin “Küresel Yapı/Küresel Tek Devlet” halini alacağı düşüncesi yaşanıyor ki, bu durum, ‘akil insanlar’ için endişe verici oluyor.
BM’nin ‘geleceğinin’ ne olacağı da zaten, ‘KüreselciNler’ arasında ‘tartışma konusu’ gibi gösterilse de, aslında, sözkonusu bu tartışmalar; “geleceği şekillendirme amacına giden yoldaki model görüş ayrılıkları” oluyor. ‘KüreselYönetişim’in, yani ‘Küresel Tek Yapı’nın ‘inşâsı’ bakımından BM’nin yerinin ne olacağı konusu, “iki kutup” arasında tartışılıyor. Bir tarafta, “BM’yi yeniden yapılandırmak suretiyle” ABD’nin patronluğunu yaptığı ‘küresel yapı’ya uygun hale getirmek; diğer tarafta ise, ‘tamamen bu yapının terk edilmesi’ görüşü ileri sürülüyor. BM’nin ‘geleceği’ ile ilgili ‘üçüncü/sentez’ bir öneride bulunan çalışma ise, 2005 yılında UNDP’nin (Birleşmiş Milletler Kalkınma Teşkilatı) başına getirilen ‘dervişimiz’, Kemal Derviş ile, Ceren Özer tarafından, aynı yılın ilk ayında ‘Daha İyi Bir Küreselleşme: Meşruiyet, Yönetişim ve Reform’ başlığıyla yayınlanmış bulunuyor. Sözkonusu bu eser, BM Güvenlik Konseyi’nin, “Küresel Yönetişime” uygun bir yapıyakavuşturulması için reform öneriyor. Önerinin temel gerekçesi, ‘Küresel düzendışı” devletlerin ‘istikrarsızlığına’, yani ‘Küresel Tek Yapı’ya karşıçıkışlarına karşı yapılacak etkili bir savaşın ancak, küresel meşruiyet ile sağlanabileceği ve bunun da en meşru kaynağının ‘BM olduğu’ düşüncesi oluyor. S. Bayramoğlu, “Yönetişim Zihniyeti” isimli eserinde; “Derviş, ABD’nin liderliğinde, fakat diğer güçlü küresel aktörleri de hesaba katan bir küresel meşruiyet sistemi önermektedir. Kitap, önerdiği BM reformu sayesinde, diğer ülkelerin ABD liderliğindeki küresel yönetişimi sorgulamayacakları ve meşru görecekleri iddiasındadır.” diyordu.
İşte bunun için Türkiye; Ortadoğu’da, Afrika’da ve dahi Asya’da “rol almış, görev üstlenmiş” bulunuyor, yoksa “Dünya ülkesi” olmuyor. Milliyet’ten Meral Tamer’in, 22.05.2005 tarihli, “Derviş Yunanlılar’ın adamı!” başlıklı yazısında; Birleşmiş Milletler’in “reform” planlarında Türkiye’nin kendi boyutunu aşan bir işlevi olabileceğine işaret eden Kemal Derviş’e göre; “Türkiye, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’den oluşan ve BRIC diye adlandırılan grupla birlikte hareket ederse, küreselleşmenin ve G – 7’nin aşırı gücünü azaltan gelişmelere destek olabilir.” İfadeleri bulunuyor. ‘Sahte Derviş’çe söz edilen, “Küresel Yapı” kurma amacı yolculuğu uygulamasından doğacak ‘sorunların’ Türkiye üzerinde ‘giderilmesi’ oluyor. Türkiye, AKP Hükümeti döneminde ‘Güvenlik konseyi üyeliği’ kazanıyor (!) ama, ‘Türkiye gerçeği’ bu olmuyor;, tıpkı “Sahte Derviş” gibi, “Güçlü küresel aktör” olmuyor, o konuma sokulmuş bulunuyor. “Sürdürülebilir İdare/Yönetim”, yani, ‘Küresel Tek Aile’ kurulumu için BM kullanılıyor.
Sözkonusu ‘Küresel Tek Yapı’ kurmak için kullanılan “Küresel Isınma VAR” ve “Sürdürülebilirlik” ZIRVALARI, BM vasıtasıyla ‘meşrulaştırılmış’, neredeyse “bütün ülkeler/insanlık”; ‘Babil Yolculuklarını’ sürdürmeleri için, ‘Anglosakson-Judea ortaklığı’ ‘Küresel Treninin’ lokomotifi olan BM’ye ‘teslim edilmiş’ bulunuyor.
Birleşmiş Milletler (BM) Zirve, Konferans ve Toplantıları, “idarecilerimiz birtakım kararlar alacak, bu kararlar uygulanacak ve sorunlarımız çözülecek” gibi görünse de, aslında bu olmuyor; zirveler, konferanslar; ülkelerin, hükümetleri eliyle ‘Sürdürülebilirlik’ amacını benimsemeleriyle, milli olandan (milli vatandaşlıktan) vazgeçip, ‘Küresel Tek Aile Yapısı’na (Tek Devlet/Dünya Vatandaşlığına) entegre olmalarını pekiştiren toplantılar; ‘idarecileri eliyle’ çözülen ülkelerin/insanlığın, ‘Babil Yolculuğu’ yapan ‘Küresel Tren’e ‘yüklenmesi’ oluyor. Bir başka şekilde söylersek; BM üzerinden ülkeler, kendilerini tasfiye ediyor. ‘Uluslararası şirketlerin’ koçboynuzluğu’nda; hacısı hocası, bilim adamı denilenleri ile de birlikte, Tevrat kökenli ‘Babil Sendromu’ sorunu (!) ‘çözümüne yolcu’ taşınıyor!..
BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun, Bangkok/2008 müzakereleri açılışında yayımlanan görüntülü mesajında; “Tarihin akışını değiştirmek amacıyla görüşme sürecini başlatmak için toplandınız.” diyordu. Tarihin ‘akışını’ değiştirmekten kastedilen, ABD’li ideolog Francis Fukayama’nın, Tevrat kaynaklı öngörüsü, “Tarihin (Günlerin) Sonu” düşü oluyor. Yaşananlar, bir diğer ABD’li ideolog Samul Huntington’un da öngörüsü; ‘Tarihin Sonu’na gelmiş olan “-Türkiye dahilYoksul/Güney ülkelerin– ya da –Medeniyetler Çatışmasında kaybetmesi gerekenlerin-,‘Küresel Tren’e ‘kendi rızalarıyla’ binmeleri de demek oluyor…
Bilimadamı denilen üniversiteli cahillere de “ders vermek” amacıyla da yazıyorum…
Ahmet MUSAOĞLU