‘Bilgilendireni/Yazar’ pek bulunmayan, buna karşın çok bolca ‘Yazan’ı bulunan ulusal gazetelerimizden birinde bir ‘felsefeci/Yazan’; “gelecekte bu zamanların tarihini yazacakların işitmesi için çığlık izleri bırakmak için tarihe, dünyayı tanıklığa çağırıyorum” diyerek şunları söylüyor; “Türkiye 2011 yılında kendini değişmeci, değiştirmeci olarak gören insanların egemenliğinde…Onlara göre, ülkenin çoğunluğu ve bütün dünya onların yanındadır. Neden? Çünkü…Bir takım çeteler ülkenin seçimle gelen hükümetlerini devirmeye çalışmış, onlar da bu demokrasi düşmanı çeteleri, kesin suç delilleriyle yakalamış, içeri tıkmış, böylece bu güzelim ülkeyi demokrasinin ışığıyla aydınlatmışlardır…Ey dünya görüyor musun ülkemizde olanları? Şahidim sensin…Bu ülkeye demokrasi geliyor. Fikirlerinden ve yazdıklarından dolayı hiç kimse hapse girmiyor…Dünya duyuyor musun? Çıkmadık kitaplar toplatılıyor. Savunma haklarına darbe vuruluyor insanların. Dünya duyuyor musun? Senin de masum olduğun söylenemez…Ey ikiyüzlü birleşmiş Milletler! Ey Filistin’de, Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Afrika ülkelerinde çıkar hesaplarınız doğrultusunda kıyımlar yapmakta olan emperyalist güçler!..Türkiye’den bir yazarın selamı var size.” diyordu (1)…
“Bilmediğini Bilmeyenler”den olmak da aynen bu oluyor. Kim ‘kime’ şikayet ediliyor? Bu ülkede olanlar sanki, ‘emperyalist’ denilen, ama aslında “fundemantalist (köktenci) ABD’den (Kıyametçi Anglosakson-Judea ortaklığı’ndan) kaynaklanmıyor da, ülkenin ‘iç dinamiklerden’ kaynaklanıyormuş gibi, ‘içerisi/demokrasi’, ‘dışarısına/demokrasi evine!!’ şikayet ediliyor. “Ey dünya duyuyor musun?” denilerek “şikayet bildirilen” makam, “İkili Anlaşmalar” veya “Sözleşmelerle” veya “NATO, BM, IMF, DB vb…” gibi kurumlar üzerinden “bağ(ım)lı” olduklarımız oluyor. Asıl “kendisinden” şikayet edilecek olana, ‘iş birliği yaptıkları’ şikayet ediliyor. Ülkemiz demokrasisinden şikayet ediliyor da, sıkıntılarını çektiğimiz bu sistemi kuranın “ABD olduğu”, bizatihi sistemin ‘kendisinin (Amerikanlaşmış olmamızın) sıkıntı” olduğunun farkındalığı yaşanamadığı için, neyi neye, kimin kime şikayet edileceğinin idraki yaşanılmadan, “dünya” denilse de, “fundemantalist zalimler” tanıklığa çağrılıyor!..
İşte, bugünkü dersimiz bu, ‘şikayet edilen Demokrasi’; haliyle de, ‘ülkeme de dersime’ önce, ‘Demokrasi’ denilenin tanımı ve tarihçesi ile başlıyoruz…
Demokrasi nedir/tarihçesi…
‘Demokrasi’ için,Yunancada halk anlamına gelen “demos” ile, iktidar ve yönetim anlamına gelen “kratos” kelimelerinin birleşmesiyle ‘meydana gelir’ şeklindeki, herşeyi “Eski Yunan denilen”, ama hiç ilgileri olmamasına rağmen de “Yunanlılarla irtibatlandırılarak” ileri sürülen palavraları bir tarafa iterek bakarsak, yapılan;“halkın egemenliğine dayanan yönetim” şekli ya da “özgür bir seçim sistemi sonunda seçilen temsilcilerden kurulan halk yönetimi” şeklindeki tanımlarını okuyabiliyoruz…
Her ne kadar “palavraları” bir tarafa itsek de, “Batı”, dolayısıyla ‘Demokrasi tarihi’ de, “Avrupa’nın beşiği Yunanistan” palavralarına dayandırıldığı için, Biz; “Demokrasi, ilk olarak eski Yunanistan’da‘da, şehir-devletlerinde uygulandı, bu sistem Atina demokrasisi olarak da anılır” palavralarını da sizinle paylaşıyoruz. Fakat, bu iddialarda o kadar çok palavra var ki, sadece şunu söyleyelim; “Hıristiyan-Yahudi kültürüne” dayalı “Batı Tarihi”nde, inançlardan gelen, “kadının suçlu-şeytan” olduğu akidesi sebebiyle de sadece “Atina demokrasisi” iddiasında değil –sonrasındaki Roma İmparatorluğu dönemini de geçiniz– peşinden gelen Orta Çağ –İngiltere’deki Magna Carta Libertatum‘un /Büyük sözleşme palavrası da dahil– ve de ‘Yeni Çağ’ Avrupa’sında da kısıtlamalar olduğu, “kadınların da” oy kullanamadığını, haliyle de –oy verme ve fikrini söyleme hakkı olmadığı için– ortada “demokrasi olmadığını” bilebiliyoruz. ‘Demokrasi’ palavrası, söz ettiğimiz dönemler ve sonrası tarihlerde bile, “erkek olma hâli” ile eş anlamlı oluyor/du…
‘Demokrasi’ için, 18. ve 19. yüzyıllarda, ‘Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi(1778)’ ve ‘Fransız İnsan ve Yurrtaş Hakları Bildirisi (1789)’ yutturmacaları delil gösterilse, Amerika’nın kurulmasını sağlayanların oluşturduğu sistem ‘ilk liberal demokrasi’ olarak tanımlansa da, Batı geleneğinde sadece kadınlar da değil, “erkeklerin hepsi de” oy kullanamıyor; Amerika’da, istenen bazı sıfatları karşılayabilen “Beyaz erkeklerin”, Fransa da ise, ‘bazı erkeklerin’ seçme hakları bulunuyordu. Zaten de, insanlar, “haklar yönünden” özgür ve eşit doğarlar ve yaşarlar derler ama, “sosyal farklılıkları” kabul etmelerinin yanında, kendilerinin, “kendilerinden olmayan” insanoğlundan “üstün oldukları” da “inançları” oluyor, haliyle ‘Demokrasi’ de (hiç) bulunmuyor…
‘Demokrasi’ denilenin tarihi için, 20. yüzyıl da “hızlı bir değişme ve gelişme göstermiştir” denilse de, bu da koca bir yalan oluyor. “Fransız İhtilali/İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi (1789)denilen vahşet” ile, ‘Vatikan/Kilise’yi yaşam dışına ‘iten’ “Kıyametçi Anglosakson-Judea ortaklığı”, ürettiğiI. Dünya Savaşı ile “Katolik Hıristiyanlık” olan ‘Avusturya-Macaristan (-ve İslam olan Osmanlı) İmparatorluğu’nu yıkarak, ‘sınırlarını’ çizdiği “pek çok devlet-ülke” ortaya çıkardıktan sonra, ürettiği bu ‘yeni ülkelerin’ devlet yönetimleri için, ‘Demokratik yöntemlere’ sahipti iddiasında da bulunsalar da, hiçbir önemi bulunmuyor. Tıpkı 2000’li yıllarda ürettikleri “küresel mali kriz” gibi, 1929 yılında da, yine dünyayı “şekillendirmek/amaçları için” çıkarttıkları ‘Büyük Buhran’ döneminde birçok ülkede ‘diktatörler’ de ortaya çıkarıp, peşinden de, “Eski Babil olarak gördükleri –kendi dindaşları, ama farklı mezhep olan– “Katolik Hıristiyanlığı” Avrupa tarihinden tamamen ‘silmek için’ çıkarttıkları II.Dünya Savaşı sonrası, isimlerinde ‘Demokratiklik’ bulunan pek çok devlet ortaya çıksa da, ortada ‘Demokrasi olmadığı’ tartışılmaz oluyor. ABD’de güney eyaletlerdeki “Siyah ırkın ilk kez” oy kullanabildiği tarihin 1960’lar olması; “Kadınlara seçme hakkı”nın ilk kez 1893’de Yeni Zellanda’da verilmesinin yanında, erkeklerle “eşit oy verme” ve “aday olma” haklarını elde etme tarihlerinin; İngiltere’de 1928, Türkiye’de 1934, Fransa’da 1944, İsviçre’de 1971, Portekiz’de 1976 yılı olarak yaşanılması, ‘Demokrasi’ denilen ile tariflenenin, 20. Yüzyılda da “olmadığını” ortaya koyar nitelikte oluyor…
21. Yüzyılda ‘Demokrasi’ adına ortalıkta ne var diye baktığımızda, görülebilen; Afganistan, Irak, son olarak Libya örneğinde olduğu gibi, “demokrasi olması” istenilen ülkelerin kafasına, BM-NATO üzerinden “bomba yağdırıp”, ‘direk’ olarak, –Demokrasiye geçin emrinin verilmesini ya da aynı KüreselCİNler’in, yani “Babil Sendromu çözümü” misyonları (Küresel Tek Devlet-Dil-Din amaçları) bulunan “Kıyametçi Anglosakson-Judea ortaklığı”nın, “paralandırdığı/silahlandırdığı” ‘Sivil’ denilen sözde hareketlerle Ortadoğu, Kuzey Afrika ülkelerinde “halk ayaklanmaları” başlatıp, ‘dolaylı’ olarak, –Demokrasiye geçin emrini görüyoruz fakat, tanımlardaki ‘Demokrasi’yi göremiyoruz…
Demokrasi : ‘Siz şunu istiyorsunuz’
Yaşanan hâl bu olunca da, ortada “Demokrasi” denilen bir sistem olmadığını, olmakta olanın, ‘ülkelerin bağımsızlığının yokedilmesi’; ‘Küresel Tek Yapı’ya ‘eklenti yönetimi’ dayatılması, “ABD (Anglosakson-Judea ortaklığı)” dış politikası uygulaması olduğunu görebiliyoruz.
Şöyle ifade edersek de, ‘Demokrasi’; ‘halkların/ülkelerin’; “ikili anlaşmalar ya da sözde sivil isyanlarla”, yani, “Yumuşak güç/AB-Sorosculuk/Kırk Katır” modeli veya başlarına “bomba yağdırılması/Askeri işgaller”, yani “Sert-Sopa güç/Kırk Satır” modeli ile ‘kucaklarında’ buldukları, –Siz şunu istiyorsunuz “tercihli!!..” sistemin adı oluyor…
“Kırk Katır’lı demokrasi”
Bu “model”de ülkelere; “Size ‘silah kullanmadan’ SİZ DEMOKRASİYE GEÇİNİZ, eğer geçmezseniz karışmam haa (mesela, Komünizm gelir, sizi yok eder)”, deniliyor. Demokrasinin bu versiyonu, “KIRK KATIR modeli” oluyor. Bu “modeli” kabul ettiğinizde siz, “Demokrasi” ve “Demokrat” oluyorsunuz. Bu versiyonun eski bir örneğini verirsek, 1940’lı yıllar Türkiye’sini gösterebiliyoruz: “Şu anki CHP kadrolarının hep gururlanarak anlattığı ‘İsmet Paşa, 1950 gecesi sırtında paltosu elinde çantasıyla Köşk’ten inmesini bildi’ sözleri yanıltmasın. Çünkü başka seçeneği yoktu. Artık sandıktan ne çıkarsa kabul etmek gerekiyordu. İktidarı devretmek zorundaydı. Çünkü Amerika, Türkiye’ye yeni bir rejim ihraç etmişti. Uzak müttefikin (-ABD) dediği olacaktı. İsmet Paşa hayatı boyunca – bilinenin aksine- Amerika’ya hiç karşı gelmemişti.!” deniliyor (2). İsmet İnönü’lü yıllar “Demokrasi yapıldığımız”, ama aynı zamanda –ülke olarak yaşadığımızın bütün sorunlarımızın kaynağı olan– “Amerikanlaşmamız”ın da başladığı, “Marshall yardımı alıp bağımsızlığımızı verdiğimiz” yıllar oluyor.
Bu modelin “yeni örnek ülkeleri” olarak ise; Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan vb.. şimdilerde de, Tunus, Mısır gibi ülkeleri sayabiliyoruz. Ülkelerin insanı ‘ayaklandırıp’ parlamentolar bastırılıyor, Demokrasi ‘denilenin’ olmazsa olmazı denilen “seçimler –Ukrayna seçimlerinde olduğu gibi-“, eğer “ABD’nin istediği sonuç” olmazsa –projesi olan AB’nin desteğiyle de– “tanınmıyor”, ortaya çıkan “istenilmeyen” sonuç üzerine halk “ikiye bölünüp”, birbirini ‘vurmaya’ başlıyor. Bu sırada NATO/ABD ile ‘işbirliği içinde olan” askerler ya ‘seyirci’ kalıyor ya da duruma göre, ‘isyan eden halk’ kesimlerinin ‘tarafına’ geçiyor! Böylelikle gelen ‘Demokrasi modeli’, Batı para/destekli, ‘Sivil Kisveli Darbe şekilli Demokrasi’ oluyor. Bu model 20’nci yüzyılda Doğu Blokunu yıkmak için Polonya’da kullanıldı, 21’nci yüzyıldaki “ilk operasyonu” Sırbistan-Karadağ olmuş, muhalifler, verilen ‘destekle’ örgütlenip çuvallarla para alıyor; STÖ denilen sözde örgütler, ve diğer sözdeler, akademisyenler, gazeteler, aydın denilenler, para gücü ile istenildiği gibi yoğrulup, halkın yönlendirilmesinde kullanılıyor, bağımsızlık kazanacağım diye bekleyen halka gelen ise, “Demokrasi”, yani, “ABD dış politikasını kendi politikası gibi uygulayan iktidar/ülkeler” oluyor. Para dağıtımın babası ABD’li Yahudi Soros’a atfen isimlendirdiğimiz SOROSCULUK, yani, STÖ denilen “kimi bağımlı”, kimileri de “bağımsız ama bilgisiz” sivil kuruluşlar üzerinden “dağıtılan paralar” ile, “Demokrasi halkı” ya da “halk Demokrasiyi” buluyor. 1945’lerden sonra uygulanan bu modelde “Marshal yardımı”, “Öcü devlet Rusya/komünizm” ya da “ABD destekli askeri darbe” argümanlarının yerini modelin yeni versiyonunda, “Yeni Marshall yardımları, AB ‘uyum yasaları ve projeleri’, Soros para dağıtımları” alıyor; ABD misyonlu, George Soros’un “Açık Toplum Vakfı’ndan beslemeli senaryolar, ‘Sivil darbeler‘ yaptırınca da, “demokrasinin halkı bulması” ya da “halkın demokrasiyi bulması” kaçınılmaz oluyor!..
‘Kırk Katır’ın “tepemediği” yerlerde uygulanan ise, ‘Kırk Satır’ modeli oluyor…
“Kırk Satır’lı demokrasi”
Bir diğer “Demokrasi geliş modeli”, dünlerde Afganistan ve Irak’ta yaşandı, bugünlerde ise Libya’da yaşanıyor; ülkelere, “Demokrasiye SİLAHSIZ geçmeyi kabul etmez, DEĞİŞMEZ, dönüşmeseniz eğer, Silahla değiştiririm haa, işte Ülkenizi işgal ettim, “Demokrasi, geldi, Demokrat oldunuz” şekil modelli, “Demokrasi” oluyor. Bu satırları yazmayı düşündüğüm 29 Mart 2011, Afganistan’da ABD askerlerinin, “tecavüz ettikleri kadınların çıplaklığı ile fotoğraf çektirmeleri”, “Kırk Satır” modeli demokrasinin ‘iç dinamiklerinden’ biri oluyor. Bu ve dahası zalimliklerin yapılması için de, “Demokrasi olsun” istenilen ülkeler ‘işgal’ ediliyor…
ABD Başkanı George W. Bush, ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ni konusunu açıklarken, dayanak noktası olarak, ‘Demokrasi’ argümanını kullanmıştı. “Ona göre, Fas’tan Pakistan’a kadar uzanan geniş coğrafyada Müslüman ülkelerin siyasal reformlar gerçekleştirmesi ve çoğulcu sistemi benimsemesi zamanı gelmiştir…Bush… Washington’un bu yeni stratejisini uygulamaya çalıştı…bölgeye yönelik her konuşmasında ‘demokrasi’ deyip durdu!…Ama bu ülkelerde Batı modeli bir demokrasinin, ısmarlama olarak hemen kurulamayacağı da bir gerçek.” deniliyordu (3). Kuruldu hemen kurulmadı, “gerçek” olan, ‘Demokrasi’nin ABD ile geliyor olduğu’ gerçeği oluyor. ‘Demokrasi’ olması için bir milyon küsur Irak’lı öldürülüyor, yüzbinlercesi de yaralanıyor, dahası tüm bir nüfusun ruhen sakat kalması kimsenin umurunda değil;Irak yok ediliyor, parçalara ayrılıyor, Türk askerinin kafasına ‘çuval geçiriliyor’ ama olsun (!), Irak’a ‘Demokrasi’ gelmiş bulunuyor. Peşinden Afganistan’ın işgali de,“Demokratik” bir işgal oluyor (!), Amerika’nın, “herkesin demokrasi olmasını” istemesine “karşı çıkanlar” bulununca da, Demokrasinin bu ‘Kırk Satır’ modeli orayı ziyaret ediyor, olmasa da, “kitle imha silahları” ya da “El kaide” var diyerek ülkelere, ‘Demokrasi’yi getiriyor! Bush’un, ikinci halka seslenişi sırasında, özgürlüklerin yerleşmesi adına “Haçlı Seferi düzenleyecekleri” açıklaması ise, “Kırk Katır’ modeli dahil, asıl gelenin, “Küresel Tek Yapı” kurulması amacı olduğunu gösteriyor.
Haliyle de, Amerikan dış politikası olan ‘Kırk Katır’ ve ‘Kırk Satır’ modelleri, halkların “Tercihi/Demokrasi” olmuyor. Zaten de, “kendilerini”, “kendilerinden olmayan insanların efendisi” gören ve “yeryüzündeki bütün hammadde kaynaklarının sadece kendilerinin olması” gerektiği ‘inancına’ sahip fundemantalist Batılı Beyaz (Şeytani) Adamlar size tercihi bırakmıyor, size sadece; ya “Kırk Katır’ı ya da “Kırk Satır”ı tercih edin diyor. “Tercihinize” göre de size, ‘Demokrasi’nin bu iki versiyonundan biri geliyor!..
Sahi, Demokrasi mi!..
Afganistan’da başkanlık için seçimler yapıldı… Irak’ta Saddam sonrası dönemin ilk genel seçimleri düzenlendi… Suudi Arabistan’da ülke çapındaki ilk yerel seçimler gerçekleşti, kadınlar daha bir görünür oldu…
Bu ve dahası pek çok ülkede yapılan “seçimler”, “Bu ne biçim demokrasi!” dedirtecek nitelikte ya da “Demokrasi” için yapılan tanımlara hiç uymuyor. Çünkü, Afganistan’da oy kullananların parmağına sürülen boya hemen siliniveriyor; Irak’ta otorite ‘denilenler’ ülkenin geneline hakim olmadığı için bazı kesimlerde seçimler yapılmayabiliyor; Suudi Arabistan’da Belediye meclisinin sadece yarısı seçilecek, diğer yarısını ise hanedan atıyor, bu ve benzeri tablolar olsa da, akla; “Böyle demokrasi olur mu?” sorusu getirmeyin, çünkü, “Demokrasi” gelmiştir! Sakın kimi akıl; Ortadoğu veya Kuzey Afrika ülkelerinin “demokratik geleneği, birikimi yok..” demesin, onlarda yok denilen, ülkemizde 1945’den beri bulunuyor ama, 1945’de ‘demokrasiye geçiş alan’ Türkiye’den, bugünkü Türkiye’ye değişen/gelişen fazla bir şey olmuyor.
Bugünlerdeki siyasal liderlerden “Tayyip Bey” seçimi (!! kendileri) yapmıyor mu? Ya da seçileceklere/kimin milletvekili olacağına liderler (kadrosu) karar vermiyor mu?..
Yaşatıldığımız sistemin “Demokrasi olmadığı, aldatıldığımız” ifade ediliyor: “5 yılda bir sandık başına gidiyor, oy veriyor, bir partiyi iktidara getiriyor, ‘Ülkede demokrasi var’ diye kendimizi ve başkalarını aldatıyoruz. Çok şükür demokrasinin bütün kurumları mevcut… Partiler, Parti organları, Yetkili kurullar, Parlamento Muhalefet, Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay…Peki olmayan ne? Demokrasinin kendisi…Tek bir adam, kafasına estiğinde bir telefonla TBMM’de en hayati yasayı askıya aldırıyor, Türkiye’nin kaderiyle oynayabiliyor…parti yöneticilerini ve milletvekillerini o tek adam tek başına seçiyor…Hepsi onun emir eri…Tek adamın bir telefonuyla Meclis’te parmaklar iniyor kalkıyor, en mantıksız kararlar alınıyor…Biz buna demokrasi diyoruz.” deniliyor (4). Yok eğer “var” denilecekse –mesela-, Avrupa Komisyonu Başkanı Barosso’nun, “Türkiye, AB’nin kurallarına uymalı” demesi, hatta emretmesi, ‘Demokrasi’ mi oluyor? Ya da AB Komisyonunun, ‘iç işlerimize’ karışıp, hangi yasalar “çıkar” veya “çıkmazsa neler olabileceğini” açıklaması, ‘Demokrasi’ denilen mi oluyor? “Egemenliği bizde/halkta” olan, nasıl ‘Barosso’da bulunuyor? Ya da… Referandumla halka sorulsa (Demokrasiysek) eğer, “Borroso/AB” kendini nerede bulur?..
Bulunacağı yer ‘çöplük’ de, o zaman ne diyeceğiz? Sahi ne/neler oluyor?..
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Londra ziyareti sırasında İngiltere Başbakanı David Cameron’la düzenlediği ortak basın toplantısında, Libya’da muhalefetin silahlandırılmasına karşı NATO’ya, “Afganistan gibi olmasın.” diyordu ama, diğer taraftan aynı haberde, ABD Başkanı Barack Obama’nın, Libya’daki isyancı gruplara yardım amaçlı gizli (CIA) operasyonyapılmasını onayladığı, CIA ajanlarının haftalardır Libya’da bulunduğunu, Libya’da operasyonlara İngiliz istihbaratı ve özel kuvvetlerinin de dahil olduğu da yazıyordu (5). “Demokrasi” var(mış) ama, “halkın egemenliği” karar alamıyordu. Netice alan “Demokrasi kuran” oluyor…
Siyaset örneği verdik, bir de “asker” örneği verelim: “2003 yılı başı…ABD, Irak’ı işgale hazırlanıyor. Amerikan Büyükelçisi, “Savaşa girmekte gecikirseniz yarın barış masasına da oturamazsınız” diye tehdit ediyor. “1 koyup 3 alalım” lobisi devrede…Bizlerse bir avuç yazar, Türkiye’nin bu kirli savaşa dahil olmaması, tezkerenin çıkmaması için yazılar yazıyoruz…bu ortamda Milliyet’in… muhabiri Namık Durukan, PKK Başkanlık Konseyi’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen bir yazıyı buldu. Yazıda PKK ile ABD arasında yapılan bir görüşmenin ayrıntıları…varılan mutabakat teyit ediliyordu…Haberin çıktığı sabah Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün, ABD’li mevkidaşı Org. Myers ile görüşmesi vardı. Acaba bu konu gündeme gelmiş miydi? Bunu öğrenmek için Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’ı aradım…Kendilerinin elinde de bu yönde istihbari bilgiler olduğunu söyledi. Bağıstani’yi tanıyorlardı ve bazı Amerikalıların bu görüşmelere katıldığını biliyorlardı. “Bu konu ABD Genelkurmay Başkanı’na iletildi mi” diye sordum. “Bu görüşmede değil, ama bir çok başka zeminde, duyduğumuz rahatsızlığı Amerikalı yetkililere ilettik” dedi.” deniliyor (6). Sorun da zaten bu, ‘Demokrasi’nin “kendisi” olan Amerika’ya, açıkça/direk, “kafana çuval geçiririm, geçirdim” denil(e)miyor?…
Başka bir cevap varsa bekliyoruz…
“SSCB’nin öcü rolü” gereği “NATO’nun kacağına itildiğimiz” ya da “Bin Ladin-El Kaide öcüsü” ile “İslam/terörist avına çıktığımız” dönemler, “Demokrasi’ye geçtiğimiz” ve “Demokrasi’mizin gelişmesi”dönemleri oluyor. Bugünler, “Dün gibi” yaşanıyor…
Bölücülerin kendilerinden “devlet bekledikleri” de ‘Demokrasi’
Başbakan Erdoğan bugünlerde, “yargı bize karışmasın, biz de yargıya karışmıyoruz” deren, CHP milletvekili Şahin Mengü ise, “idare yargıya karışamaz ama, yargı idareye karışır” diyordu. Peki de, ‘Demokrasi’ adına yapılan tarifler bu işe ne diyor!.. Ya da 2006’de İngiltere’de, “Yüzde 35 oyla parlamentonun yüzde 70’ini temsil ediyorlar. Seçim (Dar Bölge) sistemi hemen değişmeli…” deniliyor. “Dar bölge”den vazgeçilip uygulanması istenilen sistem ne biliyor musunuz? Türkiye’de uygulanmakta olan ve uygulamasından vazgeçilmesi için birçok teklif verilen, “Nispi Temsil” sistemi/Demokrasi oluyor. Dahası, “Dar Bölge” Türkiye de, 10 yıl uygulamış, yönetimde istikrar, temsilde adalet getirmediği gerekçesiyle uygulamadan kaldırılmış ve “Nispi temsile” dönülmüştü. TBMM’de tekrar “Dar veya daraltılmış bölge” sistemine dönüş için birden fazla teklif bulunuyor (7). Diğer taraftan ülkemizde AKP, seçimde % 49 oy alıp çoğunluğu sağlamış ama, bir kısım insanlar, “Bu oy oranıyla ülkeyi temsil edemezsin” diyerek itiraz ediyor. Şimdi şu soruyu cevaplamak gerekiyor: İngiltere’nin “Kraliçesi” de var, bunu da hatırlatmıyorum da, “sahi kim daha demokratik”, Türkiye mi, İngiltere mi?.. Ya da cevabını aradığımız soru; ‘Demokrasi’ ne, sizin cevabınız ne oluyor?..
“Demokrasi nedir ve ne değildir” başlıkla “Yazan” biri, “1. Özgürlüğün…. 2. Eşitliğin… 3. Kardeşliğin olmadığı yerde demokrasi yoktur! Ve gerisi palavradır! Davul tozu ile minare gölgesidir!.. Demokrasi…Sadesi, az şekerlisi, orta şekerlisi, şekerlisi olmaz…’Daha çok demokrasi!’ talebi bir safsatadır…Demokrasinin olmadığını ifade eder.” diyor (8). Peki de nasıl bir şey bu ‘Demokrasi?’. 1946’de kur(ul)duk, Demokrasimiz için gelişme döneminde deniliyor. Meclis var, dürüst seçimler yapılıyor, siyasal partiler, var, deniliyor, ama bunu söyleyenler bile peşinden, siyasal partilerimizin iç işleyişlerinin “demokrasi” ile ilgisi yok da diyor. Sahi ne/kim bu demokrasi?..
‘Demokrasi’, “seçim” ise eğer, Filistin’de “seçim” yapıldı. Oysa Filistin denilen bir ülke ya da devlet yok: “Filistin denilen ülkenin yarısı 1948’de ABD kontrolündeki BM tarafından Yahudilere verilerek İsrail devleti kurduruldu. İsrailliler..1967’de Filistin’in geri kalan bölümünü işgal etti…İşgal altında yaşayan bir halktan sandıklara giderek yöneticilerini seçmesi ve demokrasiye bağlı olduğunu kanıtlaması isteniyor. Ama her nedense kimse çıkıp da İsrail’den işgal altında tuttuğu topraklardan çekilmesini istemiyor…” deniliyor (9). Tamam da, bizim güneydoğumuzu da karıştıran bu ‘Demokrasi’ değil mi? Ya da Amerika’dan ‘devlet bekleyen’ bölücüleri Meclisimize sokan “halkın iradesi denilen” ‘Demokrasi (ABD değil) mi!’
Demokrasi’nin ‘Derin Devleti’ de var…
Bir ilköğretim öğrencisine de sorsak; ‘Demokrasi’nin, “halkın iktidarı” olduğunu söyler fakat, “halkın iktidarı” demokrasilerde niye pek gör(ü)lemiyor!
Bugünlerde ‘Demokrasi’yi daha iyi anlamaya başladık gibi… ‘Demokrasi’nin “Derin Devleti” bulunuyor. Üstelik, son derece de güçlüler. Darbeler, ödürmeler vb… hemen heryere herkese, “haddinizi bilin, halkın iktidarı ne, geçiniz” de diyebiliyor. Ya da adı, “NATO’nun Gizli Orduları (Başka Hükümetin Adamları)” ya da herneyse o olsun, ama “o”, ‘Demokrasi’ ile birlikte geliyor!..
Graham Greene’in, “bombaların demokrasi getirebileceğine” inanan bir kahramanı anlattığı ‘Sessiz Amerikalı’ isimli eserinde yer alan ‘yaşlı gazeteci’, ‘Demokrasi’ denilenin dışındaki insanların, aslında ne istediklerini de söylüyor: “Yiyecek pirinç istiyorlar. Vurulmak istemiyorlar. Günün birinde başkaları gibi olabilmeyi istiyorlar. Bizim Beyaz etrafta dolanıp ‘siz şunu istiyorsunuz‘ dememizi istemiyorlar.” diyor (10). Sizin ne istediğinizin (tercihinizin) önemi yok, “Amerika (ABD)”, yani “fundemantalist Anglosakson-Judea ortaklığı”nın dış politikasının (sürekli yenilenen Monreo Doktrininin), hem ABD, hem de onunla “işbirliği içerisinde olan” ülkeler tarafından ‘kendi dış politikası’ gibi uygulanması, kendilerinden olmayan insanlık ve İslam/coğrafyası için ‘sıkıntı/yıkım’ olmasını sürdürüyor…
‘Demokrasi’ bir ‘aldatmaca’ mı?..
17 Mayıs 2007 tarihli Radikal Gazetesi’nde Portekiz’in Nobelli yazarı Jose Saramago ile yapılan bir söyleşi özeti yayınlandı, Saramago bakın ne diyordu: -“Demokratik bir sistemle yönetilmiyoruz. Demokrasi halkın belirli aralıklarla oy vermesi ise o yapılıyor. Bence bu bir aldatmaca. Ötekisi siyasetçilerin elinde, büyük sermaye sahiplerinin, feodal beylerin, ağaların elinde. Onların büyük başarısı, insanları demokrasinin böyle bir şey olduğuna inandırmaları.”/”Mesela IMF, Dünya Bankası demokratik kurumlar değil. Bunları biz seçmedik ki. Onlar kendi aralarında oturuyorlar, bizim düşüncemizi almadan bizim için neyin iyi neyin kötü olduğuna karar veriyorlar.”/”Ben size bir soru sormak istiyorum:Türkiye’deki muhafazakárlar kim, neyi muhafaza etmek istiyorlar?“!(11). Cevabını ‘kim verirse versin’, ‘Demokrasi’nin bizatihi kendisi olan ‘ABD’nin bile, kendi halkını kandırdığı zaten bilinebiliyor. Watergate olayını ortaya çıkaran iki gazeteciden biri olan Bob Woodward’a atfen; “Bob Woodward Amerika’nın eski Başkan Yardımcısı Al Gore’a ‘biz gerçekte olan bitenin yüzde kaçını tam olarak öğrenebiliyoruz’ diye sormuş. Neredeyse sekiz yıl başkan yardımcılığı yapmış olan Al Gore bu soruya ‘sadece yüzde birini bilebiliyorsunuz’ demiş. Bu cevap karşısında şoke olduğunu anlatan Bob Woodward, Al Gore’a ‘Peki ama siz bir kitap yazsanız ve olan biteni anlatsanız o zaman gerçekte olanın yüzde kaçını öğrenmiş oluruz’ diye sormuş. Al Gore buna da ‘yüzde ikisini’ diye cevap vermiş. Yani ‘ülkeyi yönetenler sırlarla yaşar ve gerçekler ortaya çıkmaz’ demiş.” deniliyor (12). Ya da; “insana kendi yaptığını, hatta yaşam amacını sorgulamaya itecek kadar çarpıcı bir cevap” da denilmesi gerekiyor…
Benim ‘sorgulama’ sorunum yok, 2005 yılında; “..Türkiye; Yöneticileri tarafından ´Kırk Katır´ ile ´Kırk Satır´ tercihi arasında bırakılmış bulunmaktadır…´Kırk Katır’a da, ´Kırk Satır’a da, “kulübenize lan…hoştt hoşşttt…” diyebilecek ´babayiğitler´ gerekiyor…” diye yazmıştım (13). ‘Yazan’ dediklerimin ‘ünlü’ olmaları beni hiç ilgilendirmiyor, “Ben Ahmet (Trabzoni) Musaoğlu”, “Gerçek Yazar”ım vesselam…
Ahmet MUSAOĞLU / 03.04.2011