Sıklıkla belirtiyor, ülkemizde ne doğru dürüst bir Yazar, ne de bilim adamı var, diyorum. Ulusal basındakilere ve üniversite hocaları denilenlere (de) ders notlarım sürüyor –yarası olan gocunur diye bir söz var geleneğimizde-, bu da öyle bir yazı oluyor…

Din için; “Tanrı’ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurumdur‘medeniyet basamağında en üstün din/ırk’, ‘Batılı Beyaz Adam’a ait dindir”denilebiliyor. Bu tanımlama, “Avrupamerkezci Tarih Modeli -İleremeci Evrim Kuramı-” görüşü oluyor. Buna karşın Din için; “Allah tarafından konulmuş bir kanundur, insanlara; yaratılış gayesini ve varoluş hikmetini bildiriyor” da diyebilirsiniz. Bu tanıma ayrıca, “gerçeğin bilimsel ifadesidir, insana, gerçeğinin bildirilmesidir” de diyebilirsiniz… Bu görüş de, ‘Bilimsel Yaratılışçılık (İnsanın Gerçeği)’ görüşü oluyor…

Tartışmak istediğim konu, bu ‘iki görüş’ üzerinden “inancın/dinin” insanoğluna ne zaman ‘geldiği’ sorusu oluyor…

Bu sorunun cevabı; “Avrupamerkezci Tarih Modeli -İleremeci Evrim Kuramı-” bakış açısı ile izah edilmeye çalışılırken, insanlığın önemli bir kısmı “insan sayılmadığı” gibi, sözkonusu bu insanların “inançları da, din sayılmadan” veriliyor… ‘Batılı Beyaz Adam’a ait olan bu “Sahte Tarih Model”in, “kendilerinden olmayan” “Afrika” ve “Asyalıları” insan olarak değil de, “maymun/hayvan” ve “ilkel insanlar” olarak kabul etmeleri; dinlerini de ‘din olarak’ görmeyişleri sorunu, bu ‘Sahte Tarih Modeli’nin (Avrupamerkezci Evrim Kuramı’nın), “insanlık/dinler tarihi”ni yorumlamasının yansıması oluyor. Bu yorumlamanın tarihe ve sosyal bilimlere uygulanması;ilkel insanın Afrika ve Asya’da evrimleşmesi sonucunda ‘ilk/modern insan’ın, Avrupa’daortaya çıktığışeklindeki bir kabulün de doğması oluyor. Buna paralel olarak da, Tek Tanrılı din(ler)in, ‘çok tanrılı’ dinlerin (!) evrimleşmesi sonucu ortaya çıktığı, “ilk tek tanrılı dinin” de, ‘Yahudilik’ olduğu iddia ediliyor. Dolayısıyla da, Tek Tanrıcılık ve modernlik, ‘Batılı Beyaz Adam’a has bir ‘özellik’ oluyor

Fakat, bu öngörü ileri sürülürken; “ilk tek tanrılı din” denilen Yahudiliğin ilk ortaya çıktığı tarih olan yaklaşık MÖ.1200-1300’denönce yaşanmış en az 8500 yıllık “insanlık dönemi/din tarihi” yoksayılıyor. Dahası da şu oluyor: ‘Çok tanrıcılık’ denilen şey, yeryüzündeki “ilk insan topluluklarında” görülen bir hâl olmayıp, çok daha sonraları ortaya çıkmış bir ‘tercih (çarpık tercih)’ oluyor. Çok tanrıcılıkMÖ.10 bin yıl civarında görülen yeryüzündeki ilk insan topluluklarında (1) varolan, “Tek Tanrı”lı inanç/din sisteminin; zaman içersindeki bozulumu sonucu ortaya çıkmış bulunuyor. Sağlığında sevilen bazı insanların, öldükten sonra yüceltilmeleri, onlara aşırı saygı gösterilmesi, bu ölmüş olan kimselerin neredeyse “tabu” haline getirilmiş olmaları, zaman içersinde çeşitli ‘sahte ilahların ve dinlerin’ ortaya çıkmasının da sebebi oluyor.

Bu gerçek yoksayılıp, Din için; “doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum; çok tanrıcılıkla başladı”deniliyor. Dinin ilk başlangıçta, ‘çok tanrılı’ olduğu kabulü yapılınca;  ‘din’in ortaya çıkması ile ilgili olarak, Neolitik dönemle (MÖ.10-9 bin yıl civarı) başlayan tarım faaliyetleri esnasında, “toplumsal artı”nın artmaması sebebiyle sınıf farklılıklarının ortaya çıkamadığı, bu sebeple de, o dönemlerde tek bir egemen sınıf bulunduğu, bunun sonucu olarak da tapınakların binlerce yıl kurulamadığıkentlerin de ortaya çıkmadığı, ancak MÖ.3000 civarında, Mezopotamya’da, çeşitli sınıf farklılığını barındıran kentlerin ilk kez ortaya çıkması sonucu olarak (bu dönemde) üretimin artmasıyla oluşan “toplumsal artı” değerler için, önceden kullanılan ev ve odalar yeterli olmayınca, elde kalan “toplumsal artı”nın, yapılan büyük tapınaklara taşındığı, iste, tapınakların da bu şekilde ortaya çıktığı; bu dönemdeki hakim sınıfların, kendi dünya görüşlerini ve çıkarlarını formülleştirmek için geliştirdikleri yeni formüllerden birinin de “din” olduğu iddia ediliyor.

Bu tür iddiaları üreten “Sahte Model”, bilgi/bilinç kayması’na sebebiyet verdiği için de, MÖ.10.000 tarihinden, MÖ.3000’e kadar “Anaerkil Dönem/Ana Tanrıça Dönemi” yaşandığı; bu dönemin, “kentlerin” ve “tapınakların” ortaya çıktığı dönem ‘denilen’ MÖ.3.000’de, yerini, “Ataerkil Dönem/Erkek Egemen Toplum” yapısına bıraktığı iddia edilebiliyor, bu iddialara paralel olarak da; “Bundan 10 bin yıl önce anaerkil bir toplumda yaşıyorduk. Dişi enerji ön plandaydı. Kadınlar onurlandırılıyordu…Tam 5 bin yıl önce (MÖ.3000)… Kadınlar ikinci hatta üçüncü sınıf insan olarak görülmeye başlanmıştı.” denilebiliyor (2). Diğer benzer örnekleri gibi, erkekleri de dahil, “pek bilgi sahibi olmayan” başörtülü, “Yazar” değil, “Yazan” hanımlarındamal bulmuş mağribi gibi, “Anaerkil Dönem” ve “Erkek Egemen Toplum”tanımlamaları kullanmaları da bu cahiliyet (bilgisizlik) sebebiyle; “Avrupa(Batı)merkezci ‘köktendinci kafayalanını yutmaları” sebebiyle oluyor.

‘Örtülüsü’ veya ‘olmayanı’ tarafından kullanılagelen, Anaerkil (Ana Tanrıça) Dönem temelli ayrımlama ise;Menghin’in, “Wrold History of the Stone Age” isimli kitabında; Paleolitik dönemde (yani Avrupamerkezci/Evrimci görüşün insanlık tarihini yorumlarken iddia ettiği maymunumsu insan-Afrika dönemi ve ilkel-vahşi insan-Asya dönemine paralel olarak) bulunduğu ileri sürülen heykellerle (onları yapan insanlarla!), bitki yetiştiriciler, yani MÖ.10-9000 yıl civarındaaniden ortaya çıkan Tarımcı insanlar arasında bir ilişki bulunduğu; bunun Ortadoğu tarımcı uygarlıklarında göze çarpıcı hale gelen “Yüce Anne”veya “Toprak Ana” olarak kutsanan “Ana Tanrıça”yla özdeş olduğunu ileri sürmesi oluyor.  “Ana Tanrıça (Toprak Ana)”kavramı ‘üretimi’, bu iddiadan kökenlenerek yapılıyor.

Ana Tanrıça kültü’nü bu şekilde oluşturan“Avrupamerkezci İleremeci Evrim Kuramı”, yeryüzünde böyle bir ‘inancın’ yaşandığını, insanlığın, bu ‘sahte’ öngörüsünü kabul etmesini istiyor. MÖ.10-9000 civarında ortaya çıkan Tarım döneminden, kentlerin ortaya çıktığı dönem olduğunu ileri sürdükleri MÖ.3000 (Mezopotamya) tarihine kadar ki dönem içersinde de “tek tanrı inancı/din” yaşandığını yoksayıp, “Anaerkil dönem”den, “Ana Tanrıca” inancından sözediyor. Bilimdışı bu ‘kabûl’ yapıldıktan sonra da; “Tarım çok olasılıkla kadınların buluşuydu. Uygarlığın gelişmesinde tarımın oynadığı ana rol göz önüne alınırsa, modern uygarlığın kadınlar tarafından kurulduğunu belirtmek abartma olmaz…Toprağın ve kadının doğurma yeteneği çok doğal olarak, ilk tarımcıların dünyasında anneye üstün bir yer sağladı…Anne çoğu kez toprak anayla özdeşleştirilen Tanrıça olarak, dinsel dünyanın en büyük tanrıçası oldu.” deniliyor (3). Ya da benzer şekilde, “Tanrı ANA gökte, yerde ve yeraltında ‘kadiri mutlak’tır, Yani o her yerdedir. Gök onun rahmidir, bütün gök cisimleri ondan çıkar…Önceleri göksel tanrı dişildir, fakat giderek onun oğullarıyla kaplanır gökyüzü ve gök cisimleri erilleşir…Türlerdeki dişil cinsleri, üreme gücünü ve yeteneğini yetkinlikle temsil eden, düzenleyen Tanrı-Ana’dır.” denilebiliyor (4). Yapılan bu tür bilimdışı yorumlamalar, aslında, “bir delinin kuyuya taş atması” benzeri olaylar ama, ne yazık ki de, bu tür taşların peşine düşen akıllılar (!) hep çıkageliyor…

İnsanoğlunun yaşamını ve uygarlığını sürdürebilmeleri için “mutlaka gerekli” olan Buğday’ın, ‘yeşermesine/doğmasına’ vesile olan bir unsur olması sebebiyle, “toprağa” atfedilen, ‘Yüce Anne (Toprak Ana)’ kavramı, ideolojik bir ihtiyaç olarak “Ana Tanrıça” kavramına; buna benzer şekilde, insanoğlunun “yeryüzü yaşamı için” gerekli olan “gök/evren” unsuru da, “Tanrı Ana Gök” saçmalığına dönüştürülmüş bulunuyor…

Fakat, iddia sahiplerinin sorunları şu ki; Paleolitik Dönem denilen, yaklaşık MÖ.10 bin (12 bin yıllık) yıldan önceki dönemde, tarımcı topluluklar ile ilişkilendirilecek heykeller bulunması iddiası doğru olmuyor. Çünkü, yaklaşık MÖ.10 bin yıl civarında ortaya çıkan Tarımcı topluluk denilen yeryüzündeki ilk insan toplulukları (Mezolitik-Neolitik Dönem insanları) öncesi dönem olan Paleolitik Dönemde (M.Ö.10.000 öncesindeyeryüzünde yaşamış bir insan/topluluğu veya insanoğlu uygarlığı bulunmuyor….

Yeryüzüne ilk defa MÖ.10 bin yıl civarında ayak basan ilk insan topluluklarının ise, “verimlilik” sağlayan toprağa, “Ana” sıfatını vermesinin şaşırtıcı bir yönü de bulunmuyor. Çünkü, insanoğlunun uygarlığının yeryüzündeki “ilk dönemlerinde” toprağın; hayvanları ve bitkileri doğurup beslediği, ‘tıpkı bir Anne gibi’’ doğurucu ve üretken olduğuyaşanılarak görülüyordu. Tarım’ın ilk başladığı dönemde görülen “ilk insanın”, topraktan yaratıldığının o dönemi yaşayan insanlar tarafından bilinebilmesiyani “Bilgilendirilmiş İlk İnsan ve İlk Peygamber olan Adem aleyhisselamın” bilinebilmesi de zaten, bu dönemin Tevhidi/dini bir dönem olarak yaşanmasına; toprağın da, “doğurgan Ana” olduğuna “inanç (imani) olarak da inanılmasını zaten vesile kılıyordu. Dolayısıyla da, yeryüzündeki “ilk insan topluluklarının” “toprağa”, Hz.Adem’in topraktan yaratıldığını bilmeleri sebebiyle önem atfetmelerinin, “toprağı bir anne gibi” görüp  “Yüce Ana” olarak tasavvur etmelerinin anlaşılmaz bir yönü de bulunmuyor. Öte yandan, Gök denilen unsurun, “evrenin doğumu” sonrası doğması sebebiyle, “Doğurgan (Tanrı) Ana” olamayacağını tartışmak bile anlamsız olur, gereği bile olmuyor…

İşte, bu “gerçekler” yoksayılıp, “Din-İnsanlık” tarihinin ortaya çıkışına, Avrupamerkezci/Evrimci Sahte Tarih Modeli üzerinden bakıldığında; “Tarihte biliyoruz ki önce insanlar arasında efendi-kul ilişkisi doğdu; daha sonra bu ilişkiyi meşrulaştıran din ortaya çıktı…Tanrılar insanlar arasında efendi-kul ilişkisinin doğduğu tarihsel süreçte üretilmiştir…Dinler gökyüzünden inmemiş, fakat yeryüzündeki ilişkilerin gökyüzüne çıkarılmasıyla oluşmuşlardır.” denilebiliyor (5). Tanrıkavramının, insanın doğayla, toplumla ve düşüncelerle ilişkilerinin ürünü olduğu da söylenebiliyor (6). Din inancının, doğaüstü tasarımlardan ortaya çıktığını, Tanrı’nın, doğanın görünmeyen gücünü anlatmak için üretilmiş soyut bir sözcük olduğunu da ileri sürebiliyor (7). Fakat, yeryüzündeki yaklaşık 12 bin yıllık (MÖ.10 bin yıldan bu tarafa süren)insanoğlu yaşamından veya doğa denilen 4.6 milyar yıllık dünya yaşamından din/tanrı üretebiliyor ama, bu bahsedilenler öncesinde yaşanmış, 9 milyar yıllık dönemin de mutlaka da inşâ edilmesi de gerekiyor!…

Peki de, inşâ mı ettiler ki, ‘din/tanrı’ üretiliyor?..

Tanrı kavramının, yeryüzündeki insan uygarlığının doğması ve yaşamasa için Evren Sistemi’ni vareden; kurduğu düzeni koruyan ve zamanı geldiğinde de bozacak olan ‘Yaratıcı Güç’ olduğu; Bilimsel Yaratılışçılık Modeli’nin insanoğlunun “kendi gerçeği” olduğu ötelendiği (yoksayıldığı)için, “din/tanrı” ile ilgili iddialarda ‘bilimdışı’kalınabiliyor…

Tabii ki de ‘Yaşam (insanoğlunun) Tarihi, “Tercih Tarihi” oluyor… Böyle olduğu için de, “Din/Tanrı” inancı de, bir ‘Tercih’ oluyor…

Tercih olduğu için de, herkes istediği dini (!), hatta ‘helva dini’ni dahi seçmekte ‘özgür’ bulunuyor. Buna hiç kimsenin en küçük bir itirazı da olamaz, olmuyor.

Fakat, “Tanrı/Din” kavramlarının ortaya çıkışını ‘gerçek ilme’, yani ‘gerçek inanca’dayalı bir şekilde değil de,sahip olunan ‘bilimdışı inançlar’ doğrultusunda yorumlayanların; atalarının “Guardio” isimli bir bağırsak solucanı olduğuna inanıp; bu Bağırsak Solucanı’nın, evrimleşmesi ile, zaman içersinde Dinozorsonra Kuş, sonra Ağaç faresisonra İlkel Maymunsonra Maymunsonra Yarı Maymun-Yarı İnsanen sonda da “Avrupa’da insan oldu” şeklindeki veya “Ana Tanrıca/Anaerkil Dönem yaşandı”ya da “çok tanrıcılıktan tek tanrıcılık doğdu” ya da “ilk tek tanrılı din Musevilik’tir” şeklinde iddialar ileri sürmeleri; “Avrupamerkezci Sahte ilmin/inancın/Tarih Modelinin”bir üretimi oluyor. Kimilerinin, “kimi tanrı/din icat etmeleri” tabii ki putperestlik olur, oluyor.“’Zaman zaman içinde, karataş tapınak içinde…imiş bir zamanlar, gökten inmiş o karataşa kimileri Kibele dermiş, kimileri ana tanrıça, kimileri de Magna Mater, yani Koca Ana…o karataş, ana tanrıça Kibele’nin cisimleşmiş hali olarak kabul edilmiş, zamanla Koca Ana diye adlandırılmış…ama buradan da bir ders çıkaralım istiyorum: Göktaşını kutsal sayıp ona ibadet edenler, ona Kibele diyenler, onu tanrılar dünyasından gelme sayanlar vs. yalnızca Frigler ve Romalılar değil, biliyorsunuz!” deniliyor (8).  Gerçek Tanrıyı-Dini reddedip, onu bunu “tanrı/din” kabul edenler dün de vardı, -okuduğunuz gibi- bugün de bulunabiliyor…

Varsayılan “Ana Tanrıça”ya, bir “erkek” de gerektiğinden (!), ütopik “Ana Tanrıça”nın erkeği olarak, Boğa‘nın kutsal olduğu (Erkek Tanrı olduğu) da ileri sürülebiliyor.

Fakat, unutulmasın ki; eğer insanoğlu, kozmik düzendeki (Evren Sistemi’ndeki) konumu ve durumu hakkında bilinçli olursa,“kendi gerçeği”ni bilebilirse; hem yeryüzündekiçevresine/insanlığa zulüm ve ihanet etmez, hem de Evren Sistemi’mizin  ötesindeki Ahiret Yurdu’nda (Kalıcı Evren hayatındaki) güzel yaşama da yol bulmuş olur!..

İşte, ancak o zaman “Geçici Dünya (-Evren) hayatı” da yaşanılır olur, başka olmaz, olmuyor…

Dileyebileceğim ya da umabileceğim, herkesin ‘sağlıklı tercih’ yapması; “Avrupamerkezci Sahte Tarih (Din) Modeli (İleremeci Evrim Kuramı)” görüşünün öngördüğü, “Tanrı-Din/İnsanlık Tarihi” saçmalıklarının terkedilmesi oluyor…

Tercih sizin… 

Fakat…

Ne yazık ki de, her devir/dönemde “anormallik (kültürsüzlük), normal (kültür) olarak yaşandığı için, “gerçek gerçek” ortaya koyulsa –koysak- dahi, yine de “yanlış tercih”, tercih olarak seçilebiliyor…

İşte bu noktada (da), “Gerçek Din / Gerçek Tanrı” devreye giriyor ve diyor ki:

“…Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır. ”  Ankebut (29) 3

Ahmet MUSAOĞLU / 15.09.2010