Yakın tarihlerde bir oyununu izlemek için tiyatroya gitmiştim.. Fuaye’de dolaşırken uzun boylu, beyaz saçlı… ilk görünüşte aydınlık bir yüzü olan, entellektüel görünüşlü bir şahıs yanıma yaklaşıp, –Merhaba diyerek.. daha cevap vermeme müsade etmeden; –Tiyatro ile sorununuzu hallettiniz mi (?) diye sordu. Ben, pat diye aldığım bu soru karşısında bir adım geriye atarak, bir an düşündüm, “Bu beyefendi nereden tanıyordur beni?”…

Hiç vakit kaybetmeden hemen ışık yandı beynimde… “Gazetelerde çıkan tartışma haberlerimizden olacaktır” diye düşündüm..

Yıllarca amatörce tiyatroyla uğraşmıştım; aynı ataklıkla tebessüm ederek, geriye attığım adımımı öne aldım.. –Efendim ben de sizi tanıyorum.. siz Araştırmacı Yazar Ahmet Musaoğlu değil misiniz (?) dedim.. O da, –Evet efendim, diyerek cevap verdiler. 
Ve böylece ayak üstü sohbetimiz de başladı..

Aslında tanışıklığımızın çok eskiye gittiğini de hatırladım. Yıllar öncesinde, benim başrol oynadığım bir oyunumuzu, “yönetmen-başrol oyuncusu” olan arkadaşının daveti üzerine izlemeye geldiklerinde tanışmış, yine ayak üstü konuşmuştuk. Bu defa da öyle oldu. Oyunun başlama anonsu duyuluncaya dek.. Görüşmek üzere dileklerimizle sohbeti bitirip oyuna döndük..

Tanımakla müşerref olduğum kişi aynı zamanda, “İLESEM(Türkiye İlim ve Edebiyat Eserleri Meslek Birliği) Trabzon İl Temsilcisi” olarak da karşımdaydı..

Kendisini ziyaret edeceğimi söylemiştim; arayıp, İLESAM Temsilciliği’ne gittim.. Kendileri nezaketiyle… herkesi olumlu etkileyecek davranışlarıyla beni ayakta karşıladı.. son derece donanımlı, bilgili, bir o kadar da bilinen kültürlü duruşuyla, pek çok şey konuştuk. Sordum, cevap aldım, siz soru soruyorsunuz o konuya kökeninden başlıyor.. konuşmamızda, ‘sanatla’ ilgili bir yazısından bahsederek; –Okudunuz mu diye sordu?.. –Evet diye cevap verdim.. –Görüşlerinizi ve yorumlarınızı almak isterim diye söyleyince.. son derece irdeleyici bir şekilde Ahmet Musaoğlu’nu araştırmaya, onunla ilgili daha çok bilgi edinmeye soyundum..

Hafızamı zorlayıp beni gerilere götürecek ‘Ahmet Musaoğlu’ ismi ve kimliğini netleştirmeye çalıştım.. Afişlerde konferans veren ismiyle Ahmet Musaoğlu, TV programlarında izlediğim entelektüel Ahmet Musaoğlu, radyo programcısı, Araştırmacı-Yazar  olarak bildiğim Ahmet Musaoğlu vardı kabaca.. bunların üstüne, yüzyüze, yıllar sonraki karşılaşmamızdan sonra ne/ne kadar olduğunu daha da pekiştirip öğrendiğim; zaman zaman da yayınladığı yazılarını okuyup bilgilendiğim Ahmet Musaoğlu’nu da ekledim.. Kısacası, yaşam felsefemi oluşturan hiçbir şeye ‘bilgi sahibi olmadan’ sözde biliyormuşu oynayanlardan tavrım olmadığı ve bu tip şeylere ‘cahil cesareti’ diye güldüğüm için, araştırmamı derinleştirmiştim.. Yazı metnine ‘yorum yazmak, eleştiri sunacak hale gelmem için’ bu alt yapıyı oluşturmam gerekiyordu..

Çocukluğumdan beri yazmayı sevdim, ‘anı’ türünde yazılarım defterlerimi doldurmuştur.. Buna şiirlerim de eklenebilir, ama, sorun şuydu ki; benim ideal modelimi oluşturan ‘Yazarlık’ kelimesinin gerçek anlamıyla vuku bulduğu yazar günümüzde yok denecek kadar azdı.. Şimdi siz benim yerimde olsanız O’nun gibi bir Yazar’la müşerref olmuşken, bir daha elinize kalemi alıp yazar mıydınız?

Ülkemizde ‘Yazar’ mı?

Etraf dolu, eline kalemi alan yazıyor.. Köşe yazarı mı ararsınız, eleştirmen mi ararsınız.. artık gerisini siz düşünün.. Sadece şehrimizde değil, durum Türkiye’de aşağı yukarı aynı.. Bir iki yazar hariç diyebilirim. Bir konuya farklı bir çok açıdan bakabilecek bilgiler bütününden bahsediyorum. Ahmet Musaoğlu gibi birini, bir şekilde tanıdınız; yazıları ve yayınları hakkında genel bilgi sahibi oldunuz, hatta, durumu daha da deşerek, yazılarının içine de daldınız.. bir de gördünüz ki, bu benim için ideal yazar modelini oluşturan bir adam!.. Ab-u derya..

Konuyu ele alış şekliyle, bilimsel, istatistiksel, kanıtlayıcı örnekleriyle.. bir konu hakkında en az dört beş açıdan açıklama yapacak kadar bilgili biri.. düşünün bir kere ‘sanat’ kelimesini.. edebi, siyasi, sosyal, politik, psikolojik, dini… kısacası, buna, kimyası dahil sayfalarca açıklamak yapabilecek bir ‘bilgi deposu’ düşünün, o; Ahmet Musaoğlu..

Zaman zaman sosyal hayattan kendimi çektiğim; Ahmet Musaoğlu’nun deyimiyle, ‘angarya dönemler’ yaşadığım olmuştur.. Buradaki angarya kelimesi benim için, ‘haybeye gitmek, boşa geçen zaman, hamallıktan ibaret dönemi’ ifade etmekte.. bu dönem, beynimi dinlendirmeye çalıştığım, moralimi düzeltmek anlamında küçük inzivaya çekilmek gibi birşey..

İşte, o ‘angarya’ günlerimin birinde, yıllar sonra, Ahmet Musaoğlu gibi son derece kıymetli ve özel bir insanla tesadüf sonrası yine karşılaşmış olmaktan son derece mutluluk duydum.. Angarya dönemim, hiçte boşa geçmemiş oldu benim için.. bu yazıyı yazmamın asıl konusu olan, ’sanat’ üzerine yazdığı, Antalya film festivalini konu olan, “Alın ödülümüzü verin şarabı..’sanat/kar ‘” adlı yazısını bu dönemimde okudum.

Sanat ve sanatçı gerçeği ve bunun senteziyle ortaya çıkan ‘eser’ ve bu bağlamda.. umumi bakış açısıyla kaleme alınan bir yazı.. Tek kelimeyle ifade edilemeyecek kadar dolu.. yazar, sanatçı ve bunların oluşumuyla ilgili görüşleriyle birlikte açıklamaları; bilgilendirici, bir o kadar da.. ılımlı ama, inancından, duruşundan, görüşlerinden asla taviz vermeyen.. inatçı, gerçekçi yaklaşımlarından dolayı da kendisini haddim olmayarak kutluyorum…

Benim de inandığım, anlatmaya çalıştığım savunduğum, ‘bir konu hakkında bilgi sahibi olunmadan ihtisas sahibi olunmadan’ hiçbir şey yapılmaz fikrimi kanıtlarcasına bir yazı… okumaktan, bilgilenmekten son derece mutlu oldum. Daldan dala, azıcık ondan, birazcık bundan genel bilgim olsun.. ama herşeyi bilirim havasında olayım ya da görüneyim diyenlere bir kez daha cevap onun gibi ‘Molla Kasım’ olan; bilgisini, kültürünü, birikimini, eğitimiyle ve hayat felsefesiyle yoğurmuş.. inancıyla da pekiştirmiş.. hatta, ‘inançsız hiçbir şeyin yapılamayacağının’  altını çizen yürekli ‘gerçek insan!!’ modeli..

Ahmet Musaoğlu, yazılarının birinde; “Bilgisizliğin, bilginin yanında değer olduğu’ bir toplumsal yapı var günümüzde” diye yazmış, yukarıdaki satırlarımı kanıtlarcasına.. Ne yazık ki böyle..

Kıymet, kıymetsizlere  veriliyor.. Peki ama, kıstas-ölçü ne?…Kıymet verenler kim?.. Kısacası; sanat, sanatçı, eser kim, ne?…

Ahmet Hocamın sıklıkla ifade ettiği gibi de, “her dönemde doğru tek’tir”; buna kesinlikle katılıyorum, altına da imzamı basarım.. Kişiye göre doğru olamaz. O zaman anlam kargaşası yaşanır, sadece kaos çıkar ki, günümüzde toplum böyle yaşamayı tercih ediyor.. Kimse de buna ‘yanlıştır’ demiyor… Oysa ki, yanlışlıklar çoktur… benim de kabulümce.. Tüm bunlar bana şunu gösterdi ki, yaşadığımız toplumda Ahmet Musaoğlu gibi insanların sayısı az ve bu yüzden de “gerçekler yalana” dönüşüyor.. Ben nacizane bunu bilir, bunu söylerim.. İşte, bu bizim insan olabilmemizin gerçeği –Musaoğlu’nun ifade ettiği gibi de, İnsanın Gerçeği– aslında.. Aynı zamanda başarılı ve hayata bakış açısıyla yaptıkları iş açısından farklı olan insanların neden kıskanıldığını ve çekilemediğini kendi iş hayatımdan da, sanatsal uğraşlarımdan da biliyordum ama, bunu, Ahmet Musaoğlu gibi birini tanımakla bir kez daha  teyid etmiş oldum..

Diyeceğim odur ki; onun gibi “hemen her kulvarda yazan” donanımlı yazarlar kıskanılır.. Çünkü, kişi kendini donatmak, Ahmet Musaoğlu’nun bilgi birikimlerinden yararlanmak yerine, marazi bir duygu olan kıskançlığı tercih ediyordur. Şahsen,      Ben onların yerinde olsam, ikinci yol olan, ‘bilgilenip’ ondan yararlanmayı tercih eder.. bilgi süzgecimden geçirip vücudumda vuku bulacak olan o doyulmaz hazzı yaşamak isteyenlerden olurdum.. Gerisi de, durumu hazmetmeye çalışanların takdiridir der geçerim…

Türkiye toplumu Ahmet Musaoğlu’nu biliyor, faydalanıyor.

Peki ya Trabzon!..

“Çok yazarı, münevveri vb..” var mı dediniz?…

Ahmet Musaoğlu’nun, hemen bütün eserleri gibi “ilk ve tek” olan, Türkiye’de sadece onun yaptığı, “Peygamberler Şeceresi” isimli tablo eser, Uzun Sokak’ta boş bir dükkanda asılı duruyor ve Trabzon önünden sadece geçiyor!..

Uygun adım geçmeli!..

Ebru Dilek KARAHASAN