‘Saadetliler’de olmakta olanları biliyorsunuz… Necmettin Erbakan’ın, “Milli Görüş ekseninde kayma var” sözlerine kaşın Numan Kurtulmuş, “Madem Numan Kurtulmuş denilen zat , bu hareketi kendi çizgisinden saptırıyordu peki niçin 11 Temmuz 2010 günü yeşil listenin başında da genel başkan adayı da Numan Kurtulmuştu?” cevabını veriyordu. Erbakan’ın ve Numan Bey’in bu açıklamaları üzerinden, –Madem ki eksen kayması yoktu ne diye yeşil listeden istifa ettin diye sorulabiliyor ya da buna karşın, –Bırakmadılar ki Numan Kurtulmuşu memlekete faydası olsun da denilebiliyor.
Benim derdim “oydu buydu şuydu”larla değil, ‘Milli Görüş Hareketi’ lideri Necmettin Erbakan Hocamızla… Başlatmış olduğu bir ‘Hareket’in, sonunu geldiğini görememesi yanında, “olması gereken” olamadığını göremeyişine değineceğim. Yapacağım değerlendirmelere üniversite talebeliğimden beri gördüğüm yanlışlıklardan başlayabilirdim ama, bir ‘kitap’ olabilecek bu konuyu bu yazıya sığdırmaya çalışacak, Refah Partisi’nin, 27 Mart 1994 Yerel Seçimleriyle Trabzon Belediye Başkanlığı seçimini kazanması sonrası yaşadığım –ama diğer şehirlerde de benzerleri yaşanan– örneklerden birkaç misal verip değerlendirmelerimi, öngörülerimle bitireceğim. Amma önce, ‘bizim oğlanların’ “Anglosakson-Judea şirketi” aşkları için Erbakan’ı ‘iktidardan aldıkları’ 28 Şubat hemen sonrası dönemde yaşadığımız bir hadiseden sözetmeliyim, o şu oluyor…
Milli Görüşçü Eski Bakan Cevat Ayhan Bey, bugünlerde Numan Kurtulmuş tarafında olan Trabzon Eski Milletvekili (olmadan önce de tanıştığım) Şeref Malkoç ile birlikte, Memur Sendikalarından birinin, “Trabzon İl Temsilciliğini” yürüttüğüm Sendikamızı –tıpkı diğer partililer gibi– ziyarete geldiklerinde, kendisine; –Erbakan Hoca’yı bulsam, etrafındaki bu kadar basiretsiz (gerçekleri görebilmekten uzak, ileri ve uzak görüşlü olmayan) insana rağmen bu davayı nasıl bu duruma getirdi, diye sorardım demiştim. O gün bugün göremedim; o gün orada bulunan arkadaşlar da hatırlarlar, Şeref Malkoç beni ‘frenlemek’ istiyor, ama bizi bilen bilir, “hak edene hak ettiğini vermek” gibi bir lüksümüz, karşımızdakilerden de, ‘cevap alamamak’ gibi bir ‘eziyetimiz’ sözkonusu oluyor, o gün de bu oluyordu… Misafirlerimizi kapıda yolcu ederken de Cevat Ayhan Bey’e; –Ben, ‘Nuh Tufanı’ isimli kitabımı Diyanet İşleri Başkanı(lığı)’na, ayrıca da Erbakan Hocamıza da göndermiştim;Başkandan teşekkür yazısı aldım, ama ‘İslam davası güden’ Erbakan Hocadan en küçük bir ses çıkmadı da demiştim. Bu ‘uyarım’ üzerine Cevat Ayhan Bey, –Bizim böyle bir eksikliğimiz var şeklinde beni cevaplıyordu…
İşte, ben de zaten bu ‘Köylülük’e; yani ‘Erbakanlı Milli Görüş Hareketi’nin iflasının ‘asıl sebebi olana’ dikkat çekeceğim. Artık ‘bitmekte’ olan ‘Erbakanlı Milli Görüş Hareketi’nin, geleceğine belki faydam olur diye, yaşanmış birkaç örnekle delillendireceğim. ‘Hareket’in, İslam aleminin yetiştirdiği büyük değerlerden İbn Haldun’un, Bedevi ve Hadari olarak tanımladığı ‘umran’lardan Bedevi (Köylü) olan olduğuna; tabii ki de ‘İslami hassasiyetleri’ fazla ama, “Kendi/Özü/bilgili (İslam ile ilgisi)” olamayan” bir ‘yapı’ olduklarının farkında bile olamayışlarına değineceğim. İmdi…
‘Köylülük/Bedevilik Hareketi…
27 Mart 1994 Yerel Seçimleriyle Trabzon Belediye Başkanı olan, Eski Refah’lı, şimdiki AKP Trabzon Milletvekili şahıs; sendikamızın, Trabzon Belediyesi’nde teşkilatlanmasını –yüzde ‘sakal’ var, ama, ‘İslam olan’ olmadığı için “kasti olarak” engelliyordu. Kendisiyle ilgili sorunumuzu “konuşmak/şikayet” etmek için –Temsilciliğimiz yönetimindeki arkadaşlarımla birlikte– partilerinin bir Başkanlık Divanı Toplantısı’na katıldığımda, –Bedevilerle uğraşmaktan bıktım demiştim de, ortada ne demek istediğimi kavrayabilecek pek fazla kimse olmadığı için, maksadımı izah etmeye de kalkmıştım. Oysa, Benim, Mili Görüş Hareketi’ni ‘köylü/lük hareketi’ olarak tanımlamam, bilinir ki, bu döneme değil, Milli Selamet Partisi günlerine, 1970’lere kadar iner. Üniversitehayatımdan beri bu şekilde tanımladığım ‘Hareketi’, İbn Haldun’a atfen, bazen de, ‘Bedevilik‘ olarak tanımlıyordum, sözettiğim toplantı da bunu yapmıştım, üstelik de, beni tanıyan Milli Görüşçüler de bunu bilirdi, hepsi bu oluyordu. Sözettiğim toplantı dönemi olan 1990’ların ikinci yarısında, bugünlerdeki gibi ‘yağmacı sürü’ koşuşu yok, o günlerde ‘sendika yasası’ olmadığı için de, sendikamız parasız; kirası ve faaliyetleri için gereken masrafları ‘çekirdek kadromla’ çocuklarımızın nafakasından keserek sağlıyorduk. İşte, böyle bir sıkıntılı sürecimizde, ‘Milli Görüşçü’ Trabzon Belediyesi’nde sendikamıza üye yapabileceğimiz 150-200 kadar kişi vardı ve eğer onları sendikamıza ‘üye’ yapabilseydik –ki yapabilecektik-’, bu durum bizi madden rahatlatacak, gavurun bile yapmayabileceği eziyet ortadan kalkacaktı ama, Başkanlık Divanları nezdinde yaptığımız şikayet de işe yaramıyor, çünkü yokolmamız isteniliyordu! Benibir tarafa bırakın, Konfederasyon Genel Başkanımız Akif İnan ismi, ‘Milli Görüş Hareketi’ içinde de çok önemli bir yer tutuyor, ama biz yine de ‘paralanamıyor’, paralanıyorduk!.. Sakallı olan ‘sakalsızlara’ hiçbir şekilde “Haklarımı helal etmiyorum”, ortada “İslam olan” yok ki sıkıntı duyulsun, zalimlik ancak bu kadar olurdu. Köylülük/Bedevilik dediğim de zaten bu ‘zihni kirlilik’; “İslamım” denilse de, yaşanan “İslamdışılık”; ‘namaz’ kılınsa dahi ‘farkındalık yaşanamayış’ oluyor…
Zannetmeyiniz ki “Köylülük/Bedevilik” sadece benim şehrimde yaşanıyor, başka şehirlerde de durum farklı olmuyordu. Mesela da, yine aynı dönemde –28 Şubat öncesi ve sonrası-, yürüttüğümüz dernek çalışmalarımız sırasında, Osman Karagüzel arkadaşımla da birlikte, ‘Bölge Toplantısı’ için Konya’ya gittiğimizde, yaptığımız toplantıya, derneğimizin Trabzon Eski Başkanı olup da, ‘1994 Yerel Seçimi’nde’ Konya Belediye Başkanı olan şahsın, en azından nezaketen uğraması gerekirken, ‘uğramaması’, sonrasında, Afra denilen alışveriş merkezinde karşımıza çıkmasında; –Ben bu toplantıya Trabzon’dan geldim, siz derneğin Trabzon Eski Başkanı olmanıza rağmen, Konya’da yapılan toplantısına katılmıyorsunuz‘şamarım’, bugün ‘yaptığımın’ dünkü versiyonu; “İslam olan” görünüp de, “olunamayış”ın (mefaat hesaplarının İslamın önünde olmasının) “Köylülük/Bedevilik” olduğunun tespiti oluyordu…
“Köylülük” veya “Bedevilik” dediğimizde, bu tabiri bir coğrafyada yaşayan insanlar olarak algılayıp alınanlar çıkacak olursa da –hiç umurumda değil, cahillerle uğraşamam-, ne dediğim de zaten ortada; ben tespitimi, “şehr-i olmama hâli – köyden medeniyet çıkmaz” olarak yapıyor, “bilgisiz olma hâli” olarak da kullanıyorum. Bu noktada belirtmek isterim ki de, ‘köylülük’ dediğimiz “model tip”, sadece köylerde görülmez, şehirde doğup yaşanılsa dahi –şehr-i olunamadığı zaman– şehirden de çıkar, bu da zaten, “Köylülük/Bedeviliğin” coğrafya hâli olmadığı da demek oluyor. Mesela, Trabzon dernek/sendika faaliyetlerimiz sırasında, karşımıza; –Nefis çalışması yapalım nakaratı ile çokça çıkan bir arkadaş, partisi Refah iktidara geldiğinde bize; –Ben (şu) Müdür olmazsam sizin aleyhinize olurum, demesiyle, “nefsini kendine atmosfer (!) yapıyordu” ama, bu durum, “temsil ettiğine inanmayan”bir bozuk yapının sözkonusu olduğunun güzel örneklerinden biri oluyordu. “Kendi/Öz (İslam) olunamayış” Köylülük/Bedevilik demem oluyordu…
“İbret alınsaydı tekerrür eder miydi”, denilir tarih için ya, “Köylü olunmasaydı tarih de tekerrür etmezdi” diyeyim, tarihe katkı olsun benden bu da; Belediyelerde veya Hükümette ‘iktidara geliniyor’ ama, yapı ‘Köylülük/Bilgisizlik’ olduğu, “Kendi (olması gereken) olamadığı” için, “kendini” de ‘idare’ edemiyordu. Erbakan Hoca şehr-i bir insan olsa da, ‘Milli Görüş Hareketi’ “Kendi (İslam) olamadığı”; İslamdışılığı “İslam olan” olarak yaşadığı içinzaten bitiyor!…
“Kendi” olamayanlar, “Kendinden hiç olmayanlarla”…
Bir tülü “Kendi” olamayan Hareket, 1999 seçimlerinde bünyesine, “Kendi hiç olmayanları” alıyor; Milli Görüş partilerinin yanından bile geçmemiş; bu iş Erbakan’la olmaz, parti çalışmalarıyla bir yere varılamaz diyenlerden diyebileceğimiz Nazlı Ilıcaklar, Abdülkadir Aksular, Ali Coşkunlar, Mehmet Bekaroğlularla ‘şehirleşebileceği’ zannediliyordu. Fakat, ‘Köylülüğün’, şehirde yaşamakla değil, ancak ‘Bilgilenme’ile aşılabileceği, bünyeye alınanların, “Köylülüğün” bir başka versiyonu oldukları görülemiyordu.“Kendi hiç olmayanlar”ın, kendilerine “oy getirmiş” olsalar bile, bunun geçiciolacağı, “kalıcı olmayacağı” bilinemeiyor, asıl da, “Milli Görüş Hareketi”nin artık hiç “Kendi” olmayı başaramayacağı da idrak edilemiyordu. Benim gibi ‘sıradan bir insanın’ gördüğü, ‘bu aşı tutmaz’ı, ‘basiretsizlikleri sebebiyle’ Hoca’nın etrafındaki ‘tüm aksaçlılar’ zaten göremezlerdi, ama, lider Erbakan Hoca’nın, görmesi gerekiyordu. “İlk oğul verme (Tayyipleşme) vakası”ndan sonra “ikinci oğul verme vakası” olan ‘Numanlaşma’da da hâta yapılıyordu…
‘İslam olan’ın, “Emaneti ehil olana veriniz” ilkesi Numan Kurtulmuş hadisesinde de çiğneniyor, ‘akademisyen merakı’ da yüzünden, 1998’de İstanbul’a, Fazilet Partisi İl Başkanlığı için o bulunuyordu! Üstelik, ülkemizdeki akademisyenlerin büyük çoğunluğunun, Doç., Prof. da olsalar dahi, “bilim adamı” olmadıkları, ayrıca da, kendi meslekleri dışında, “dünyada neler olup bittiğini bilmeyişleri” sebebiyle de hiç “tercih edilmemeleri” gerekirken, bu başarılıyordu! O dönemde partiden henüz ayrılmamış olan Tayyip Erdoğan’ın, İstanbul İl Başkanlığı için başka isimlere karşı çıkarken Numan Kurtulmuş’a ‘karşı çıkmaması’ ise, aslında ‘işaret taşı’ oluyordu ama, bunu da okuyabilecek kimse olmadığından yine hata yapılıyordu. Yaşananları “görememek” sanki ‘Hareketin şiarı gibi’, bugünlerde yaşanmakta olan ‘Numan Kurtulmuş (ikinci oğul verme) vakası’ da zaten, daha o dönemde başlamış oluyordu. Erbakan Hoca 2010 yılında, Numan Kurtulmuş’u isim vermeden eleştirip, ‘yanlış yola saptılar‘ diyordu ama, ‘yanlış yola sapılması’ denilen hadise, hiç olmazsa, Mehmet Bekaroğlu ile ‘2004 yılı yolculuğu (istifa ederken etmeyişi)’ sırasında, Saadet Partisi’nden ayrılması sözkonusu olduğu dönemde olsun görülmesi gerekiyordu. O dönemde Bekaroğlu’nun;“Bir hafta içinde istifa edecektik ama Numan Kurtulmuş’tan böyle bir hareket gelmedi. O gün bugün Numan beyin niçin istifa etmediğini kendi ağzından öğrenmiş değilim” açıklaması da zaten (06.11.2004), ‘yanlış başkan’ tercihlerini tescilliyordu. Kaçmakta olan Numan Kurtulmuş partide tutuluyor, “Kendi olamayanlar”, “Kendi/leri hiç olmayan” Numan Kurtulmuşu Genel Başkanlığa getiriyordu.
Milli Görüş çizgisinde şimdiye kadar ayrıcalık sağlanan iki kişiden birinin, “Pazara kadar değil, mezar kadar” deyip de neredeyse ‘bir Pazar’ bile kalmayıp kaçan Aydın Menderes; diğerinin de, “kaçmak isteyip de’ kaçamayan” Numan Kurtulmuş olması da zaten, ‘Hareket’in “Kendi ol(a)mayışının” delili oluyordu. ‘Numan Kurtulmuş, Mehmet Bekaroğlu vakası’ sırasında ‘işaret taşlarını’ okuyamayanlar sonra da göremiyor; Numan Kurtulmuş, 2008’de Saadet Partisi Genel Başkanlığı’na; Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcılığı’ndan eleştirisini de yapıp giden Mehmet Bekaroğlu da, 2009 Yerel Seçimlerinde SP’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak seçmenine geri döndürülüyordu!.. Aksaçlılar zaten hâta için varlar da (!), Erbakan Hoca liderdi, görmeme lüksü yoktu, bu sorunu görmeli de değil, ‘darbe vurması’ da gerekiyordu. Çünkü, o Mehmet Bekaroğlu ki, partiden istifa edip gittikten sonra, CHP’den ayrılan ‘sosyal demokrat’ Ertuğrul Günay ile birlikte, “Müslüman Sol” olarak adlandırılan; ‘İlahi olan’ İslam ile, hurafe olan Solu “sentezleyen” fitne hareketinin –Günay’ın AK Parti’ye katılması nedeniyle yaşamayan ama, bugün Eliaçıkgillerce fitnesi/İslamdışılığı sürdürülen dindışılığın, Milli Görüş Harketinin yanlışlıklarının ve AKP’nin ‘İslam olan’ olmadığının idrak edilebilmesi sonrası, iyice savrulacak Müslümanların önüne tuzak olarak konacak, ‘Müslüman sol’ hurafesinin- savunucusu olmuş (sorunun, Müslüman kadın kimliğinin kırılması olduğunu göremeyerek); “Başörtülü bir kadın jipe binemez” diyerek “Sol kültürsüzlük” yapmış, –Hoca ve ekibi ile mümkün değildi diyerek tasfiyelerini de amaçlayan birinin, İstanbul Belediye Başkanı Adayı halka sunulması, ‘Milli Görüş Hareketi’nin “Kendi” ol(a)madığı”nın şeddelenmesi oluyordu…
Basiretsizliğe gell…
Bekaroğlu, 2004 Mahalli İdareler Seçimi Sonrasında yaşanan 2. istifa sürecini anlattığı şu açıklaması; “Mahalli seçimlerden sonra Saadet Partisi iyice içe kapanmıştı. Son zamanlarda toplantılara katılmıyordum. Ama Hoca’nın başkanlık ettiği bir başkanlık divanı toplantısına bunları konuşmak için gittim. Bu toplantı Saadet Partisinde son katıldığım toplantı oldu. Bir süre önce Rize’de yaptığım bir basın toplantısında gazetecilerin sorusu üzerine “Saadet Partisinde ben dahil genel başkanlık yapacak çok arkadaş var” demiştim. Bu ertesi gün gazetelerde “bekaroğlu adaylığını açıkladı” şeklinde verilmişti. Bundan günler sonra katıldığım başkanlık divanı toplantısında Şevket Kazan söz alarak “Hocam bazı arkadaşlar genel başkan adaylığını açıklıyor. Bizim gelenekte böyle bir şey yok. Bu durumu konuşmamız gerekir” tarzında bir çıkış yaptı. Hoca sorunca da adaylığını açıklayanın benim olduğunu söyledi. Bunun üzerine Hoca, bana dönerek “ne diyorlar bekaroğlu” diyerek söz verdi. Cevabım şöyle oldu “ Hocam adaylık falan açıkladığı yok. Şevket ağabeyimiz gelenekten söz ediyor. Gelenekten önce kitabımız var. Dinin kendisi var. Kitabımız demiyor mu ki “bir haber aldığınız zaman onu tetkik edeniz” Bu haberin üzerine günler geçti. Şevket abi ile defalara karşılaştık. Bir kere olsun bunu bana sormadı. Şimdi konuyu bu şekilde gündeme getirmesini doğrusu anlayamadım. Bunu iyi niyetli de bulmadım.”Şevket bey bu cevabıma alındı. Bir şeyler söylemek üzere söz istedi. Ancak Hoca “konu kapanmıştır” diye söz vermedi. Bunun üzerine Şevket Kazan çok sinirlendi ‘Bizi dinlemiyorsun, adam bana hakaret etti.’ Cümlelerini söylenerek kalktı ve kapıyı çarparak odadan çıktı.” şeklindeki açıklaması; Erbakan Hoca’nın, ‘Hareketin’ içinde “tek/yalnız adam”, “Aksaçlılar” içersinde “farkındalık” yaşayan olmadığının da bir delili oluyordu.
Erbakan Hoca’nın etrafı,basiretsiz dolu olduğuiçin de, sürmekte olan bozukluğu/İslamdılığı Hoca’da göremiyor ya da görse de müdahale edemiyordu. Her ne olursa da olsun, Hoca liderdi, ‘sorumluluğu daha fazlaydı’ diye de düşünüyor, bunun da altını çiziyorum. En önemlisi de, Erbakan Hoca’nın, Milli Görüş Hareketi’nin “Kendi olamayışı”nın temel sebebinin ne olduğunu hâlâ da göremiyor diyorum. “Milli görüş, milletimizin inancı, kimliği ve şuurudur” diyor ama, söz edilen bu “kimliğin”, ortada hiç bulunmadığını, kazanılması gerekenin, ‘Numancılardan partiyi almak’ ya da ‘yeni parti kurmak değil’, “hiç kazanılamayan bu kimlik’olduğunu artık görmesi gerekiyor. “40 yıldan sonra milyonluk camianın içerisinde bazı kardeşlerimizin dış etkenlerin tesiri altında kalarak başka partilere benzemeyi marifet zannederek yanılgıyla, yanlış yollara sapmaya yönelmiş olduklarını görüyoruz.” deseler de, bu tespitleri de doğru değil, doğru olan; dış etkenlerin tesiriyle ‘yanlış yola’ sapılması değil, sahip olunan “kırık kimliğin”, “öz kimliğin” hiç kazanılamamasının/Kendi olamayışın” buna sebep veriyor olmasının bu sonucu doğurduğu oluyor. Bir kez daha bölünmesi bile, Hareketin, “kimlik oluşturamadığı”, “Bilgi hareketi olmadığı için de” en küçük bir rüzgarda bile savrulabildiğini gösteriyor. Ama asıl da şu: Milli Görüşçülerin, “Numanlaşma (ikinci oğul verme) vakası” yaşamaları –birinci vakacıları, yani Tayyip Erdoğan’ı haklı çıkaracak olması-, “Hareketin anlamsızlaşmasını” ortaya koyması yanında, ülkemizdeki “Tek Milli Hareket” diyebileceğimiz bir ‘Hareket’in de ölümü oluyor.
‘Görünen köy kılavuz istemez’…
Benim, ne o parti, ne de şu parti veya tarikat veyahut da hareket ya da adları herneyseler onlarla, kimselerle de irtibatım yok; kendini sadece, “Müslüman” olarak tanımlayan, Milli Görüşçü Trabzon’luların ‘düzenlilerinden’ büyüğünün tanımı ile, –İtaat etmezsin(lerden) de oluyormuş (!) olsam da, hamdolsun, bu şehirden, Ahmet Trabzoni (Musaoğlu) olarak –kimselerin farkında olamayışı da beni hiç de ilgilendirmiyor, ortalıktaki ‘Sahte Tarih Modeli’ne karşı, ‘Gerçek Tarihsel Kültürel Model’ ortaya koymuş biri de olarak-, itaatin, sadece Allah’a, ve O’nun Son Peygamberine’ olduğunu, ortada yanlışlık varsa da zaten, kimseye ‘itaat’ edilmesine de gerek olmadığını; aksine, ‘yanlışın düzeltilmesi gerektiğinin’ farkındalığını yaşayan biri olarak konuşmalar yaptım, düşüncelerimi de yazıyorum.
Yapmakta olduğum, onlarca yıllık ‘Milli Görüş Hareketi’nin bir türlü yapamadığı tenkidini yapıp önlerine koymak oluyor. Bu ‘Hareket’in başarısızlığı üzerinden zarar gören “İslam olan” olduğu, ben de sadece “İslam olan” adına taraf olduğum” için, bu tenkiti yapıyor, bir daha artık bu ‘Hareketin’ –inşaallah yanılırım-, kolay kolay ‘doğamayacağını’ görebildiğim için, Necmettin Erbakan Hocamızın da, –partiyi Numanlaşmadan kurtarmak değil– asıl da bu gerçeği görmesini istiyor, istirham da ediyorum. ‘Görünen köy kılavuz istemez’, denir; Milli Görüş Hareketi’nin, Hocanın evlatları ile de –ki onlarla şart da değil– ‘dirilebilmesi’ artık pek mümkün görünmüyor.
Bugünlerde gündemde olan Referandum hadisesi için, “Erbakan Ailesi, referanduma ‘evet’ diyor.”, Erbakan Hoca’nın da, “Anayasa değişikliği basit rötuşlardan ibarettir. Türkiye’de gerçek demokrasi yoktur. Halkın seçime alet edilmesi vardır…” demesine rağmen de, ‘evet’ oyu vermekte fayda var. Çünkü bir adım ileri gitme vardır.” açıklaması da, “İslam olana” talip olanın, “kendi yazmadığı” bir senaryoda –Allah’ın, tabii ki hesabı var ama-, “Allah’ın hesabı var” “kabulü” yapılarak, ‘rol alınmaması’ gerektiğinin de bilinemediğini gösteriyor. Referandum ‘yarışmaları’ da dahil, bugünlerde ülkemizde yaşanan hadiselerin, Türkiye’nin, tıpkı 1940’larda olduğu gibi ‘modelinin değiştirilmesi’, yeniden bir kez daha ‘dizayn’ edilmesi olduğunu, “Anglosakson-Judea şirketi” uygulaması olduğunu göremeyenlerin –Kendi olamayanların– milletin önünde olmalarının da gerekmediğini zaten de gösteriyor.
Erbakan Hoca’nın şimdilerde yapması gereken…
Milli Görüş Hareketi, bu vaziyeti ile zaten geri dönmemesi gerekiyor. Erbakan Hoca’nın şimdilerde yapması gereken, ‘partiyle uğraşması’ değil, ‘iki büyük hizmete’ imza atmasıdır…
Bunlardan biri, “Hatırat yaz(dır)ması”, ikincisi de, “yeniden dirilişi” sağlayacak olan, bir “Tarihsel Kültürel Model” ortaya koyulmasını sağlaması olur…
Hatıratının –hatasıyla sevabıyla, öyle veya böyle, askerlerin kurdurma dahli de oldu mu sorusunun cevabıyla da– eksiksiz yazılmasını sağlayarak, tarihe (Harekete) emanet etmesi gerekiyor. Fakat, hemen belirtmeliyim ki de, Hoca bunu yaparsa, akademisyen yapar gibi bir ‘yanlışlığa’ düşülmemeli, neredeyse bir tek yazar ve entelektüel çıkaramamış‘Hareket’ içinden de çıkabilir belki ama, mutlaka ‘ehl-i’ biri bulunması gerekiyor. Bu uyarıyı da, ‘yine Eyvah’denilmemesi için yapıyorum. Yıllar önce, Şeref Malkoç’a, –Hocaya söyleyiniz, hatıratını yazsın demiştim, şimdiki yeni çağrım oluyor; bunu ve ikinci öngörümü Erbakan Hoca’ya ‘duy(urt)acak’ Müslümana, ‘selam olsun’ diyorum…
Necmettin Erbakan’ın, –Ben Müslümanım, diyen insanlara yapacağı ikinci, ama en önemli hizmeti, bir “Tarihsel Kültürel Model” ortaya koyulmasını sağlaması olacaktır. Çünkü, Milli Görüş Hareketi’nin iflasının asıl sebebi de zaten bu “Modelsizlik”, “Kendi modelini bilemeyiş” olmuştur. Kimse ‘gak-guk’ etmesin, ortada bir “İslam olan/Modeli” yok. Bulunmadığı için de zaten, ‘nüzül-i isa’ ve ‘Mehdi gelecek’ şeklindeki (tek bir Kur’an ayetine dayanmamasına; ortada sadece, ‘hadis’ olarak gösterilen rivayetler üzerinden iddialar olmasına, ama buna karşın da, iddiaların ‘doğru olmadığını’ ortaya koyan başka ‘hadis-i şerifler’ de bulunuyor olmasına rağmen) İslamdışı iddialar “İslam olanı” yıkıyor. Hareket’in içinden diyebileceğimiz, Mehmet Şevket Eygi, “din baronları” deyip duruyor ama, kendisi ‘Mehdi getirmekten’ yorulmuyor, getiremeyince de ‘geliş tarihini’ değiştirip duruyor ama, kimse ona, “sende din baronusun”, böyle bir model bizim “tarihsel kültürel modelimiz olamaz” demiyor, diyemiyor. Eski ABD Başkanı (oğul) Bush, Tayyip Erdoğan’a, –Seninle biz tanrıya inanıyoruz, dediğinde, Tayyip Bey, diyelim ki cevap veremedi, bu İslamdışılığa tasavvuf ehlinden, –Senin tanrım dediğin ile, benim Tanrım dediğim arasında fark var, aynı tanrıya inanmıyoruz “farkındalığı” yaşatacak bir açıklama gel(e)meyişi de, bu modelsizlik (modelini bilemeyiş) oluyor.‘Modelsizlik sorunu’ yaşandığı için de, Erbakan Hoca’nın; “Siyonizmin ortaya çıkış tarihi” ile ilgili olarak ileri sürdüğü M.Ö.3765 tarihi yanlış, ama Hareket içinde ‘doğru olarak’ kayıtlara geçmiş bulunuyor.
Bu “bilim/İslam/dışı” açıklamayı duyunca, şehrimden Şeref Malkoç’a, hatta Trabzon’umuzdan başka tanıdığım partililere de; –Hoca hata yapıyor, o tarih yanlış, düzeltilsin dedim ama, kimseden, –Ne diyor bu adam fikr-i jimnastiği bile çıkmıyor; ben ise, Musevilik’in ilk başlangıcı, yaklaşık M.Ö.1250 civarında yaşamış olan Hz.Musa ile olduğu için; Siyonizm/Kabala’nın başlangıç tarihi olarak 5765 verilemez, sözkonusu tarih için; H.zMusa’nın/Museviliğin ‘tebliğ/doğum’ tarihi olan M.Ö.1250 tarihini ele aldığımızda, öngörülen tarih en fazla 3250 yıl (yani M.Ö.1250)olur, 5765 (M.Ö.3765) tarihi asla ileri sürülemez, dedim durdum ama, Erbakan Hoca sıklıkla aynı hatayı telaffuz edip durunca; –Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak demek de karakterimiz de hep var ya, Saadetli kardeşlerimizin hâlen ki İl Başkanlarını -bir arkadaşımla- ziyaret edip; Hoca’ya ulaşacak bir faks numarası alıp, Erbakan’ın; “ırkçı emperyalizm” açıklamaları için de, “Batılı Beyaz Adam emperyalist değil, fundemantalist, köktendincidir; ırkçı emperyalizm yanlış tanımlama oluyor” şeklindeki düşüncelerimi de ortaya koyan yazımın, kendisine ulaşması için, yakınında bulunanM.K.’nın eline geçmesini (03.11.2009 tarihinde) sağlamıştım. Tarih “tekerrür etmemesi” gerekir de, yine “tekerrür etti”; ne “görüşlerinizi aldık, teşekkür ederiz” şeklinde bir nezaket cümlesi, ne de –Arkadaş asıl sen yanlış söylüyorsun şeklinde bir cevap gelsin! Gelen giden olmayınca da bu defa, konuyu/sorunu, “Erbakan Hoca.. ‘Siyonizmin tarihi’ yanlışlığına” başlıklı yazımla ortaya koyup, 29.11.2009 tarihinde, web site’mde, tarihe not düşmek için de yayınlayıp, “ya yanlışlığımın ortaya koyulması ya da ortadaki yanlışlığın düzeltilmesi” gerekir diyordum ama, yine duyan kimse olmuyor, çünkü; Allah’ın emri olan, “sorup sorgulamak” ‘Hareket’te yaşanılmıyor…
Düşünsenize de, Hareket (Milli Görüş), “yeryüzündeki ilk insan (ilk peygamber) olarak kabul ettiği ve öngördüğü Hz.Adem’in, “yeryüzüne ne zaman ayak bastığı” konusunda en küçük bir görüşü bulunmuyor. Kur’an’ın, Yeryüzündeki “Şehirlerin Anası (ilki) Mekke’dir (Şura-7) çağrısına rağmen de, bu konuda da söyleyebilecek en küçük bir görüşü bulunmuyor, ama Kudüs ile (sanki Ana Şehir yapmış!!!) uğraşıp duruyor!.. Hz.İdris’in yeryüzündeki “terzilerin atası” olması, onlar için hiçbir anlam ifade etmediği gibi, merak da edilmiyor. Sayabileceğim pek çok şey var… Saymıyor, “modelsiz”, Milli Görüş ‘kurtuluş reçetesi’ olamazdı, olamadı Erbakan’ın “kurduğu” bir ‘Hareket’, yine Erbakan’ın sağlığında; “Kendi/Öz/Bilgili ol(a)mayış”, “Modeli olmayış” sorunu sebebiyle, artık ‘talep edilen’ olmaktan çıkmış bulunuyor…
İşte, bu ‘bitişi’ ‘yeniden dirilişe’ çevirecek olan da, Hoca’nın mutlaka hazırlattırmasını öngördüğüm, “Kültürel Tarihsel Model –Kozmik Tasavvur/Batı Modelini yanlışlayacak Gerçek Medeniyet Modeli-” oluyor… Böyle bir modeli, Müslümanlarla birlikte, tüm insanlık da bekliyor!..
Ve de…
Allah ömürler versin, Erbakan Hoca’nın arkasından kim ne yazar bilemem. Ben, kişiye verilecek olanın yaşarken verilmesini savunanlardanım; tüm eleştirilerime rağmen de diyorum ki, Necmettin Erbakan her durumda/dönemde saygıyı hâk ediyor. Olmayan ‘irtica’ takipçiliği ile ünlü, Yargıtay Eski Başsavcısı Vural Savaş’ın, bir televizyon programında, hatta, Erbakan hakkında bir röportajında; Necmettin Erbakan için, “milli insan, antiemperyalistti” derken ve bu hareketiyle, Erbakan’a karşı yaptığı (–kan emiciler, en büyük sahtekarlık çetesi, Cumhuriyet düşmanı- gibi) saygısızlıkların da ‘şamarını kendi suratına’ vururken, Tayyip Erdoğan için aksini (Erbakan’ı siyaset sahnesinin dışına emperyalistlerin ve siyonistlerin ittiğini, yerine Erdoğan’ı getirdiklerini, Erdoğan’ın ise bu güçlere hizmet ettiğini’) söylüyor olması (-Özal, Demirel, Tansu ve APO’nun teslim edilmesiyle seçim kazanan Mesut, Ecevit, Devletlûler de dahil, ‘Numanlaşma’nın da ‘değer’ olmadığının, olamayacağının anlaşılması-) Erbakan Gerçeği’ni; (Erbakan iktidarının, 28 Şubat’ta devrilmesinin, İsrail’in isteği olduğu şeklindeki açıklamaları da dikkate aldığımızda, ‘Anglosakson-Judea şirketi’ isteklerine katkı koyan ‘Vural Savaşlar’ da dahil), “Tek Milli Adam” olduğunu gösteriyor…
Beni ‘bilen bilir’ ki, hayatımın hiçbir döneminde menfaat için en küçük bir iş/eylem yapmadım, yapmam; “Muhterem ‘Baş(bak)an’ Necmettin Erbakan”, üniversite talebesiyken “bağımsızlık karakterinizi” sevmiştim, ‘sizi’ hâlâ da seviyorum…
Ahmet MUSAOĞLU / 09.08.2010