Filmin ismini duyuyor, çekildi, çekiliyor, senaryosu Sinan Çetin’a aitti, değildi başlık haberlerini okuyordum. Gala’sının yapıldığını duyunca da yine ilgi duymadım, çünkü, son yıllardakiisminde ‘İslami simge/motifler’ bulunan hemen her filmin “İslam olanı” reforme etmesiyle İslam düşmanlığı’ yaptığını bilebiliyordum. İsminde ‘minare’ bulunan filmde de “bozukluk” olduğunu, –İslam olan- için iyi bir şey olmayacağını zaten tahmin edebiliyordum ama, yoğunluğum yazmamı engelliyordu. Ne zamanki, Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın; “Mahsun Kırmızıgül’ün hem senaryosunu yazdığı, hem yönettiği hem de başrolünü oynadığı New York’ta Beş Minare, her geçen gün kendine daha fazla güvenen Türk sinemasının ulaştığı noktayı gösteriyor…Karakterlerin dine, özellikle de İslam’a, yaptığı vurgu hadiseyi ‘İslami terör örgütleri’ ile ‘İslam fobisi’ arasında yaşanan med-cezirlere götürüyor…Filmin bir mesajı var mı? Tabii ki var…Hacı Gümüş karakteri…yeterince özümsenmişKırmızıgül çağına şahitlik etmek isteyen..hadiseleri enine boyuna sorgulama gayreti gösteren bir insan…Halk…Mahsun’a her filmiyle biraz daha sahip çıkıyor.” şeklindeki düşüncelerini okuyup (1), Dumanlı’nın yakın bir zamanda Sinema üzerine 10 adet kadar yazı yazdığını da hatırlayınca, bu yazıyı yazmam gerekli oluyordu. Çünkü, Dumanlı’nın, “New York’ta Beş Minare-Deccal” adlı filmdeki, “özümsendiğini” söylediği “Hacı Gümüş/Müslüman” karakterinin filmdeki eşinin, boynunda haç taşıyan “Hıristiyan bir eş” olması, kızının ise, İslam dininin hükümlerini yoksayarcasına Hıristiyan bir erkekle kilisede evlendirilmesi –araya camide de nikah yaparız diyerek sentez de amaçlanması-, “Benim gibi halk” olanlarında, “İslam olana” yapılan bu tip ‘saldırılara’ karşı olduğu da ortada iken, “halkın Mahzuna sahip çıktığı”nın söylenilmesi, bu yazıyı yazmamın sebebi, Dumanlıya’ “gerçek halkın” düşüncesini aktarma, Seni de sigaya çekecek bir Molla Kasım gelir” rolümüz de oluyordu; imdi…

Bazı Müslümanlar ‘İslamı’ reforme ediyor…

Mahsun Kırmızıgül’ün hikayesini, başrol oyunculuğunu, çekimini üstelendiği “New York’ta Beş Minare-Deccal” filminin başrollerini Kırmızıgül’le birlikte; Haluk Bilginer ve Mustafa Sandal’ın yanı sıra, Hollywood yıldızları Danny Glover, Gina Gershon ve Robert Patrick paylaşıyor. Danny GloverHaluk Bilginer’in oynadığı Hacı Gümüş karakterinin yakın arkadaşı Marcus rolünü oynuyor. Gina Gershon ise, filmde radikal İslamcı terörist Hacı/Hoca Gümüş rolündeki Haluk Bilginer’in Hıristiyan eşi Maria’yı canlandırıyor. Robert Patrick ise, FBI ajanı Becker rolünde bulunuyor…

İşte, yazı konum da bu film/mesajına itirazım oluyor…

Müslümanı/İslamı reforme amaçlı film ve kitapları (çok gerekmedikçe) izlemeden/okumadan eleştiriyor, yaptığım eleştirilerin de “yapılması gereken” olduğunu yazıp duruyorum. Sadece fragmanını izlediğim, “New York’ta Beş Minare-Deccal” filminin konusu şu oluyor: Kırmızı bültenle aranan ve ismi fenomene dönüşen, Haluk Bilginer’in canlandırdığı, “radikal İslamcı terör örgütünün ‘Deccal’ kod adlı lideri Hacı Gümüş”ün, Amerika’da yakalandığı bilgisi gelince, Teşkilatın en başarılı iki polisi, cihad peşinde olan suçluyu teslim almaya Amerika’ya giderler. Mustafa Sandal’ın oynadığı acar polis Acar Aydın, İngilizce bilen, mesai arkadaşı Mahsun Kırmızıgül’ün oynadığı Fırat Baran karakteri ise, adından da anlaşılacağı üzere, Mezopotamya’dan –geçmişte Türkişh modamız vardı, şimdilerdeki Kürdişh modamız var, ondan-, Bitlis’li oluyor. Bu ikili, Amerika’ya gidip suçluyu teslim alırlar ama, Hacı Gümüş, arkadaşı Marcus’un adamları tarafından kaçırılınca, fundemantalistlerin FBI “işletmesi” de peşine düşüyor, bu arada, Hacı Gümüş’ü kaçıran Mahsun ve Sandal ikilisinden Mahsun, ‘minare niyetleri’ olmadığı için (!), çıktıkları bir gökdelenin tepesinde, “Bitlis’te Beş Minare” türküsünü söylüyor.

İstanbul’da başlayıp, New York, Bitlis üçgeninde ‘gelişip biten’ film, Batılı Beyaz Adam’ın, bizde olmasını istemediği “namus (terör cinayeti!!)” ve “kan davası” tu-ka mesaj finaliyle biterken; 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler/New York, “kendi/ABD vurgunları” sonrası üretilen “İslamcı terörist” yalanını, Amerika’nın, yani “Anglosakson-Judea ortaklığı”nın “Müslüman olan”da bulunmasını istediği İslamı, yani, dünyanın her yerinde “İslam olanın” reforme edilmesi veya yok edilmesi sürerken bu gösterilmeyip, İslamdışılık olan “Hoşgörülü İslam” hurafesinin  altını çiziyor. En hafif deyimiyle de, “New York’ta Beş Minare-Deccal” filmi, “Müslüman/İslam olanı” hem reforme ediyor, hem de yokediyor… 

Fragman, söylenecek olanı zaten söylüyor!..

New York’ta Beş Minare-Deccal” filminin izlediğim fragmanı bile, ortada nasıl bir “İslamdışılık”, nasıl da ‘İslama saldırı’ olduğunu zaten gösteriyor. Fragman koca bir yalan ile, Obama denilen ABD Başkanı gavurun görüntüsü, “ABD’nin İslam ile savaşmadığı, hiç savaşmayacağı” sözleri ile başlıyor…

Sadece bu ‘soytarılık’ bile, filmin “Amerikan filmi!..”, “İslamın olanın” aleyhine çevrildiğini, Müslümanların kandırılmak istenildiğini de gösteriyor…  

Kandırılmak istenildiğimiz için de soruyorum…

Bu filmi çeviren ve katkı koyan Müslümanlar, nasıl Müslümanlar ki, 11 Eylül 2001 ‘vurgunu’ndan sonra, “Haçlı Seferi” başlattıklarını söyleyenlerin, “Bush/ABD” olduğu “kesin bilgisi” de bir tarafta, hâlen Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da, Sudan’da ve dünyanın hemen her yerinde “İslam olana” savaş açan ‘Obama’lara “rol verilip”, “İslam ile savaşılmadığının, savaşılmayacağının” söyletilmesi, gözgöre göre kandırılmamız, izleyicinin/halkın reforme edilmesi ya da ‘İslama saldırı’ demek olmuyor mu?.. Dahası, “Bizleri/Müslümanları” enayi yerine de koymak değil mi?..   

Ayrıca, “radikal İslamcı”, yani ‘Müslüman terörist’ denilen Hacı Gümüş’e, söylettirilen; dünyadaki bütün problemlerin üç temel sebebinin, “Ayrımcılık, Fakirlik, Cehalet” olduğu iddiası, “İslam/Müslüman olanın” öngörüsü olmadığına, “Amerikan istekleri/öngörüleri” olduğuna göre, “Radikal İslamcı/terörist” denilen adama yaptırılan, Amerikan mızıkası” çaldırmak oluyor…

Hacı Gümüş’e, “Ayrımcılık” dedirtilerek istenilmeyen şey, “insanların/din-lerin” farklı (çeşitli) olması oluyor. “İnsanlık/dinler” arasındaki farklılığı (çeşitliliği) yok sayıp, aynileştirerek “tek tipleştirmek isteyenler”, “senin dinin sana, benim dinim bana ayrımımızı (ayrımcılığı) istemiyor. Benim dinim ile “Benden/dinimden” olmayanları ifade eden gavuru, yani ‘Ötekini’ elimden alıp, Ben/Bizi “Ötekimle” aynileştirmek istiyor. Bunun için Hacı Gümüş’e, ‘ayrımcılık’ kötü dedirtiliyor. “Küreselci (Tek Tipleştirme amaçlıBatılı Beyaz Adam”, “BEN/Biz olanı” yok etmek için ayrımcılık, yani “farklılık/çeşitlilik” istemiyor. Bu da filmde, ‘Müslüman/İslam terörist’ olarak gösterdiği adama söylettiriliyor. Oysa, “terörist/İslam adam” normalde bundan hiç bahsetmemesi gerekiyor! Bahset(tiril)mesi, “kendine karşı” gösterdiği karakterden bile, “kendi mesajını” ver(dir)mesi oluyor. Fakat, kimsenin, değiştiremeyeceği ölçülerimizden biri de, “senin dinin sana, benim dinim bana”, “seninle benim aramda fark var”, yaşamam için yaşamalısın ‘ölçüsü’ oluyor. Ayrımcılık saldırısı’nın bir de, babayasalara kadar giren ‘kadına ayrımcılık yönü’ var ki, o da, ‘İslam olanı’ yok ediyor ki, bahs-i diğer…

 Teröristimiz Hacı Gümüş’e, “dünyadaki problemlerin” ikincisi olarak göstertilen, Fakirlik/yoksulluk” sorunu, Müslümanlara ait bir sorun değil; ‘Malthuscu yönü’ sebebiyle “kendinden olmayan insanlığı”, Afrikalı ve Asyalıları –kendi idarecileriyle işbirliği de yaparak– “açlığa” mahkum eden “köktendinci Batılı Beyaz Adam”ın ürettiği, ama bu ‘hastalığın’ boyutlarının artması sebebiyle Afrika’lı ve Asyalı yoksulluğun/yoksulların, ‘açlık’ yüzünden kendi ülkelerine “göç edecekleri” tehlikesini kendi güvenlikleri” için sorun görmeleri, Hacı Gümüş’ün, yani ‘işbirlikçi Müslümanların da sorunu’ oluyor. ‘Batılı Beyaz Adam’ bu “sorunun/yoksuluğun” çözümünü de, “ürettiği terörist Hacı Gümüşe”, –Ben Müslümanım diyen insanlara havale ediliyor. Müslüman, “akleden insan” da demektir, sahi, hiç düşünen oldu  mu? Mesela, Türkiye’nin Afrikalara kadar koşturup yardımlar yapması, Deniz fenerleri, Kimseler yokmular doğması neden! Hacı Gümüş karakterinin “dünya için tehlikeli” gördüğü “fakirlik”, ‘Batılı Beyaz Adam’ın “güvenliği” için ortadan kaldırılması gereken oluyor, “İslam için” olan olmuyor.

Hacı/Hocamızın üçüncü tespiti olan, “Cehalet” meselesine gelince… Hacı’nın söz ettiği ‘cehalet’, Müslümanları, içinde bulunduğu felakete hazırlayıp “Amerikanoya/siyasete teslim eden’ “bugünkü tasavvuf anlayışını”, Allah’ın, sıklıkla yaptığı, “Akletmez misiniz?” şeklindeki sorgulayıcı aklı yok edip, akılları ‘teslim alıp’ yönlendiren cehaleti ortadan kaldırmak amaçlı değil ya “neden aç/fakir” bırakıldığımızın sorgulamasını yapmak ya da “kadına neden ayrımcılık istenildiğinin” açığa çıkarılmasını sağlayacak amaçlı olmuyor. Cehaletten amaç, “Amerikanlaşmamıza, yani ‘Amerikan İslamı’nın, ‘İslam olan’ olmadığını söyleyip karşı çıkan (bizim gibi düşünencehalet!!!” oluyor. İslam olanın, “bir yanağına vurulunca diğer yanağını da çevir vursunlar” mesajı yokken, barış/kardeşlik mesajı yutacak Müslüman cehaleti olmuyor. Hacı/mız, “dünya için” dese de, “Amerika/ncılar” için problem olan “İslam olan”, yani, “diğer yanağımı da çevireyim de vurun” demeyenler, “İslam olan, Protestanlaştırılıyor” diyenler oluyor.   

Hacı Gümüş karakterinin, bırakın “Amerika’ya karşı çıkan İslam karakteri” olmasını, “Amerika’ya/Hıristiyanlığa ‘hizmet eden’ bir karakter” olduğu anlaşılabiliyor. Haliyle de, gavura (gayri Müslime), “senin tanrın” ile “BENİM TANRIM” arasında fark var diyecek  “farkındalık/şuur” istenilmediği için istenilen, “Müslüman cahil olsun” isteniliyor. Minareli görünmesi sizi aldatmasın, istenilen, “evcilleşmiş (ABD’ye hizmet veren) Müslüman tipi oluyor. Kıvırmaya hiç gerek yok, filme, “bilinçle övgü çekenler”, tabii ki hiç de iyi niyetli durmuyor! Deccal tanımı da, “Müslümana/İslama” değil, insanlığın, yaklaşık 200 yıllık belası, “Fransız İhtilali” ile, “Kataolik Hıristiyanlığa/Vatikan’a” üstünlük sağlayıp onu yokederken, “İslam olanı” da ‘bazı Müslümanlar’ eliyle reforme eden/yokeden “Fundemantalist Anglosakson-Judea ortaklığı”na –Deccal, Kıyamet günü öncesi için yaşanacak bir durum olarak gösterilse de, doğru değil; her dönemde Deccal yaşaması sözkonusu olduğu, Deccal her devirde sosyal bozukluk çıkaran/lar, yani Fundemantaslist Batılı Beyaz Adam ve işbirlikçilerine de– yakışan tanım oluyor…

Neden susuyorsunuz?..

“Deccal/Müslüman” denilen Hacı Gümüş’ün, New York’taki evinde namaz kılarken FBI ajanları tarafından yakalanıp kelepçelendiği sahnede, FBI’lı teröristlerin, “secde halinde” görülen insanlara, Sağır mısınız diye bağırtılması, bir Müslümanın, “Müslümana/İslam olana” yapacağı “eziyet” olamaz!… Filmin bir diğer fragmanında, “saygı düşmanlığı da” bulunuyor ki, “İslam dinini terörist” yaptıran utanmaz/lara (FBI), –Düşmanlarımıza yardım eden bir dine (yani İslama) saygı duyulmaz dedirtenler, kendilerini ‘Müslüman olarak’ tanıdığımız kişiler oluyor…

Kimsenin din/inancı ile bir sıkıntım yok, ama bu noktada, “bazı Müslümanların” ve  FBI’cilerin de cevaplanması gereken soru şu oluyor: Hangi/din “gerçek din” oluyor?.. Hoşgörücüler de dahil, söyleyin bakalım, “hangi inanç/lar, kendinden olmayan inancı/insanları “inanç/insan” diye görmüyor? Ya da “ilahi olana mı”, yoksa “insani olana mı” saygı duyulması gerekiyor?..

Cevap ver Ekrem Dumanlı

Ali Bulaç, Abdurrahman Dilipak, Ahmet Taşgetiren, Hayrettin Karaman ve isimlerini saymadığım dahası… “Yazar/bilgilendiren” olmadığınızı biliyorum da, “İslama saldırı” yok mu?..

Akit’çi, Vakitçi, Yeni Vakitçi ‘yılmaz savaşçı’ Hasan Karakaya, sözüm sana da: “CHP/liler olsa/yapsa” söylemediğini, yazmadığını bırakmazdın, asıl şimdi konuşman, yazman gerekmiyor mu? Ya şimdi konuş ya da sus!..

Yazar, bilim adamı veya hacı hoca tanınanlar da, sözüm hepİnize…

“Müslüman olanı”, –Ben Müslümanım diyen insanlarla reforme eden bu filmi, Galası gösteriminde izleyen Bakan Mehdi Eker ve Eski Bakan AKP’li Çelik’in, filmi beğendik açıklamaları kimin için ne ifade diyor!

Çok açık ve seçik… “AKP&Hareket Dönemi”nde, “İslam/Müslüman kimliği” kırıldıkça kırılıyor, sizler neden hâlâ susuyorsunuz?…

Rahmetli Mehmet Akif Ersoy, ne de güzel cevaplıyor; “Müslüman/lık bilmem amma, galiba göklerdedir…”

Peki de ya yerdekiler nerede!..

Terbiyesizlik yapıyorsun Yavuz!.. Heyy… Diyanet…” başlıklı yazımda yazmıştım; “Müslümanlar yeryüzünde olmadıkları için” de, kutsalımıza yapılan saldırıların farkındalığını yaşayacak kimse ortalıkta pek de görünmüyor…

Müslümanım diyenler ‘İslam olanı’ yokediyor…

New York’ta Beş Minare-Deccal” filminin ‘İslam olana saldırdığını’ görebilmek için fragmanından fazlası gerekmiyor ama, edindiğimiz bilgi üzerinden filmden bazı sahneler vereceğiz –gelenekte aksine görüşler bulunsa da-, boynunda Haç taşıyan, Hıristiyan olan, biri ile bir Müslüman erkeğin evlenemeyeceği görüşümüzü, filmin izlenmesi sonrası yapılan şu açıklama da gösteriyor: “….Acar Aydın ve Fırat Baran iki günlüğüne Amerika’ya, cihad peşinde neçe canlara kıymış Hacı’yı yakalamaya giderler. FBI’ın da dahil olduğu operasyonla tam namazın ortasında kelepçelenir Hacı. Haluk Bilginer’in oynadığı Hacı, filmin Amerikalı oyuncularından Gina Berschon ile evli. Karısının boynundaki haçı gören Acar, anında bu adamın katil olamayacağını anlıyorMüslüman Hacı ile Hristiyan karısı arasındaki ilişki, filmin alınacak mesajlar listesinde bir numara.” deniliyor (2). Karınızın Hıristiyan olması, boynunda Haç taşıması halinde “suçlu olmadığınız” anlaşılıyor… Bu ‘sahne’yi sakın unutmayınız… “Bir numara/suçsuz” olma hâli, “kimilerinin düşmanı olmamak için” ne olunması gerektiğini, “İslam olanın” nasıl tahrip edildiğini de gösteriyor. “Mahsun Kırmızıgül…filminde…Sevginin din ve dil gözetmediğini ise etkileyici bir karı koca ilişkisiyle vermiş. Filmin en sevdiğim yanlarından biri de buydu zaten. Haluk Bilginer’in canlandırdığı Hoca karakteri ve Hıristiyan eşi arasındaki sonsuz hoşgörü, aşk ve sevgiye hayran kaldım.” denilmesi (3), amaçlanın elde edildiğini, eğer farkındalık yaşanılmazsa, “Müslümanlarla Hıristiyan kadınların ve  Müslüman kızlarla Hıristiyan erkeklerin evlilikleri doğacak” olduğunu gösteriyor…

Eyy akıl ya da akılsızlık neredesin!… Filmdeki, “Müslüman olan Hacı”, “radikal İslamcı” ama, nasıl radikal Müslüman ise, Hıristiyan kadından eş seçiyor (!), boynuna takılmış Haçını da seyrediyor. Yazılan bu ‘senaryo’, filmin, Müslüman olanı reforme etme amaçlı olmasını gösteriyor…

Kimi İslami görüşlerde –ekstrem hallerde-, mesela, Müslüman erkeğin “kadınsız kalması halinde”Hıristiyan eş alabilir gibi öngörü bulunsa da, bu tip zaruretler zaten ortaya pek çıkmıyor. Kimi görüşler de zaten, “bu hâlin doğru olmadığını”, Hıristiyan eş alınamayacağını söylüyor. Bence “doğru görüş de” bu görüş oluyor. “Yahudi sevgilin.. ya başörtülü karın” yazımda belirttiğim gibi de, aksi hâl; “İslam olanı delme” olur, oluyor. Daha evlilik başlamadan, “doğacak çocuğun dini ne olacak?” sorunu da zaten, “Hıristiyan bir kadınla evli olma” hâlinin doğru olmayacağını gösteriyor. Hâl bu olunca da, İslamın, “yıkıldıkça yıkıldığı, reforme edildiği bir dönemde”, “Hıristiyan eşiniz olabilir, boynuna haçını da takabilir” gösterimi, yıkıcılık; ‘inancımıza saldırıyla/düşmanlıkla’ karşı karşıya bırakıldığımızı gösteriyor…

Mesela da, filmde, Hacı Gümüş, yani Müslüman olan Hoca’nın kızının, “İslam olanın” hükümlerine “tamamen aykırı” olarak, “Hıristiyan erkekle” Kilise’de evlenmesi, Hacı’nın da, oradaki görüntüleri izleyip mutluluk gözyaşları dökmesi, tabii ki, “İslam olana ihanet” olarak yorumlanabiliyor. Bunu yapan ve yapılanları övenler/destekleyenler, –Ben Müslümanım diyen ya da Müslüman olarak tanınan insanlar oluyor. Bu sebeple de, İslam olan için asıl ‘tehlikeli’ olan, ‘köktendinci Batılı Beyaz Adam’ın İslama her dem sürdürdüğü Haçlı Seferleri değil, bu tip ‘dolaylı/kendinden’ saldırılar, “Bazı Müslümanların İslama saldırısı” oluyor. Müslümandan ‘istenilen Türk Sineması da zaten bu, “NewYork’çu (Sahte) Minare”yi izledikten sonra yazılan; “İkiz Kuleler ve Pentagon’a yapılan saldırıdan sonra, her ne kadar yanlış bir terim de olsa İslamî teröristler Hollywood’un yeni düşmanlarıydı. Artık bu düşmanlara karşı mücadelede Yeşilçam da yer alıyor…kimi detaylara da dikkat çekmek gerek. Örneğin polisin operasyonu sırasında örgüt evindeki televizyonda ABD Başkanı Obama’nın Mısır’da Müslümanlara yönelik yaptığı konuşmanın yer alması çok zekice..” açıklaması da (4) bunu gösteriyor. Görülemeyen, “New York’ta Beş Minare-Deccal” filminin mesajının, “Fundemantalist Anglosakson-Judea mesajı” olduğu oluyor…

“Minare&Gökdelen (Müslüman/Hıristiyan) kardeşliği!!..”

Film ile ilgili yapılan eleştirilerde, “ABD filmi gibi başladı, tam bir Türk filmi gibi sona erdi” denilse de, filme “esas”; “verdiği esas mesaj” üzerinden baktığımızda, “İslam/Müslüman kimliğini kırdığını” görebiliyoruz. Filme “rezalet” yakıştırmasını yapsa da, ‘esası” göremeyenlerden biri de, İletişim Uzmanı Prof. Dr. Ali Atıf Bir oluyor; “Mahsun amerikan film kiliselerini arka arkaya koyup kurgulamayı film sanıyor. Bir de sürekli bir ders verme çabası var. Senaryo elek gibi…” diyordu ama, senaryo tam da ‘istenildiği’ gibi, “İslam olan”a darbe vurdukça vuruyorGala sonrası ilk görüş belirtilenlerden biri olan gazeteci Ömür Gedik’in, “Haluk Bilginer’in canlandırdığı Hoca karakteri ve onun Hıristiyan eşi arasındaki sonsuz sevgi ve hoşgörü çok hoşuma gitti” açıklaması ile, Nazlı Ilıcak’ın, “İslamofobiye karşı hoşgörülü İslam anlatılıyor” açıklaması da zaten, ortada olanın “İslam olan olmadığını”, “Höşgörülü İslam” adı altında yaşatılan “Minare&Gökdelen kardeşliği” hurafesini gösteriyor. “Muhafazakar-Kiliseleşme Dönemi” ya da “II.Tanzimat Dönemi” olarak isimlendirdiğim dönemde görülen bu ‘Sahte kardeşlik’, “İslam olana” saldırdıkça saldırıyor…

Bu ‘kimlik kırıcı’ filme Sevda Türküsev tarafından yapılan değerlendirmedeki; “Hıristiyan toplumu üzerinde ki Müslümanların terörist oldukları düşüncelerini değiştirme ve dinler arası kardeşliği aşılama Allah’ın tek olduğuna dikkat çekme amaçlı bir hikaye yazılmaya çalışılmış…Ayrıca İslam da terör olmaz, içinde terör olan bir şey İslam olamaz mesajını vermek için bu kadar para harcamaya gerek yoktu. Bunu zaten herkes biliyorHacı Gümüş karakterinin çok iyi bir Müslüman olmasına rağmen karısının Hıristiyan olması, kızının bir kilisede bir Hıristiyan ile evlenmesinindinlerin kardeşliğini anlatmak için…” şeklindeki açıklamaları (5) alt alta koyduğumuzda, şunları söylememiz mümkün olabiliyor…

-‘Dinler arası kardeşlik’ öngörüsü, “İslam olana” fiili saldırı oluyor…

-Allah’ın “tek olduğu” kabul edilir ama, “İslam olanın” tanrısı olan Allah’ı, “İslam olmayanların” kabul etmediğini, dolayısıyla –dinlerdeki tanrı tanımlamalarına baktığımızda– sözkonusu olan tanrının aslında “aynı tanrı olmadığı”, dolayısıyla, bu ‘fark’ belirtilmeden, yani “senin tanrın ile benim tanrım/inancım arasında fark var” denilmeden kurulacak ‘tek tanrı çatısı’ da, “İslama saldırı” oluyor…

-Terör/terörist olanın, “İslam olan olmadığı”, asıl teröristlerin, inanç akidelerinden gelen, kendilerinden olmayanlarıinsan görmeyenler olduğu bilinebiliyorken, “İslam olana” terör/terörist diyenlerle ‘kardeşlik’, İslamdışılık oluyor…

-Mahsun filminde, Hacı/Hoca’nın, boynunda Haç taşıyan Hıristiyan eş’e sahip olması, ayrıca da, kızını bir kilisede Hıristiyan biriyle evlendirip, bundan mutluluk duyduğunun gösterilmesi de, “İslam olana saldırının” aleni delillerinden biri oluyor…

Filmin “İslama saldırı filmi” olduğu “değerlendirmemizin” dışında kalan, “Amerika’ya yerleşmiş ve tehlikeli sayılan bir Türk hoca” tiplemesinin bir Hocaefendiye benzetilmesi veya Cemaatin temizolduğunun ima edilmesi veya ‘Hacı Gümüş’ün gerçek ‘Deccal’ olmadığı ortaya çıkınca Zafer Ergin’in canlandırdığı üst düzey bir emniyet müdürüne, ‘Hacı’dan/Hoca’dan özür diletilmesi veya milliyetçilerin de nasibini alıp, ‘sınav’dan geçme, temize çıkma sahneleri beni ilgilendirmiyor…

Ben, kendimi, hep/sadece Müslüman olarak tanımlayan biriyim, “sorumluluğum” da sadece “İslam olana”; “New York’ta Beş Minare-Deccal” filmine de sadece bu sorumluluğum üzerinden bakıp eleştiriyorum: Hacı’yı canlandıran Haluk Bilginer, filmle ilgili olarak; “Filmin altını çizdiği şey; terör nereden gelirse gelsin, onu herkes lanetlemeli…Filmin İslamofobi’ye ilaç olacağını düşünüyorum…” diyor ama (6), uluslararası arenada “terör” denilince, “İslam/terör olan” anlaşıldığı gerçeği bulunuyor. Bu gerçek ortada iken, yetkililerimiz de dahil, kimilerinin kendilerini de kandırırcasına, “terör nerede gelirse gelsin karşıyız” açıklamaları hiçbir anlam ifade etmediği gibi, “İslam olanı” kandırmak da oluyor. Filmin, “İslamofobiye” ilaç olacağı” açıklamaları ise, cehaletin zirvesi oluyor… “İslamofobi” hayali bir korku, “fundemantaslist Batılı Beyaz Adam” için her devirde tehlike, “İslam olan” oluyor…

“Yaradılanı Yaratandan ötürü sev” hurafesi…

Batılı Beyaz Adam’ın ülkemizdeki önemli işbirlikçilerinden olan Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD), Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner’in; İslamofobi’nin Müslümanlık korkusu olduğu açıklaması da zaten (7), “İslamofobi” ile söz edilenin, “İslam korkusu” olduğunu ortaya koyuyor. “Küreselleşmenin ortaya koyduğu bir başka sonuç İslam korkusu.” denilmesi de zaten (8), Sovyet İmparatorluğu’nun ‘Batılı Beyaz Adam’ tarafından yıkılması/1989-91 sonrası Baba Bush/ABD tarafından açıklanan Küreselleşme’nin, yani 21’nci yüzyılın (Yeni Milenyum’unYeni Dünya Düzeni’nin, “İslam olanı” yok etme amacı taşıdığını; bunu, “Silahlı Saldırı Gücü (Kırk Katır)” BOP projesi ve buna paralel olarak işlettikleri, “Silahsız/Kültürel (sinema, edebiyat gibiSaldırı Gücü (Kırk Satır)” üzerindensürdürdükleri bilinebiliyor…

İşte, hâlen de süren bu saldırılara, “Minare&Gökdelen kardeşliğini” sürdüren, kendilerini Müslüman olarak tanıdığımız bazı kişiler de  ‘hizmet/destek’ veriyor. Hayatının tüm döneminde İslam ile ilgisi olmayan Yalçın Küçük’ün, “Müslümanlar İslama ihanet ediyor” demesinin hemen akabinde, Rahşan Ecevit de; Müslüman bir ülke olan Türkiye’de kiliselerin arttığını, dinimizin elden gittiğini söylüyordu. Buna karşın Ben de, 06.01.2005 tarihli, “Müslümanlar (!) İslama ihanet ediyor” başlıklı yazımda, bu konudaki ´ilk açılışı´, eşi Bülent Ecevit’in, 01. Ocak 2005 tarihindeki Ceviz Kabuğu Programında, “Avrupalılar ülkemizi Hıristiyanlaştırmak istiyor” şeklinde yaptığını, Yalçın Küçük gibi her dem her telden çalan bir ‘sunucu’nun ya da diğer ‘sunucular’ın bir gerçeği dile getirmelerinin ´gerçeği´ değiştirmediğini yazıyordum (9)…

Benim kimsenin şahsıyla, topluluğuyla işim yok, yaptığım, “Yahudi sevgilin, Müslüman karın ve sen!.. Ya Başörtülü karın!..” başlıklı yazımda da ortaya koyduğum gibi, “Müslüman mahallesinde salyangoz satan cesur Müslümanlar/a” da karşı, “Özümü/dinimi/kendimi” savunmak oluyor…

Hay “Yaradılanı Yaratandan ötürü sev” hurafesini “İslam olana” kim sokmuşsa, dilini ‘earısı’ soksun!..

Allah’ım-dinim, “İslam/Müslüman olana”, “Beni ve son peygamberimi sevmeyeni sevme” diye emrettiği için, Ben bu emre uyuyor, “her türlü Müslüman olmayan” benim için “Öteki”dir diyorum. Öteki olana asla düşmanlık beslemiyorum ama, onları sevmiyor, “dostları” da olmuyorum. Sadece “Müslüman olanı” seviyor, onlara “dostum” diyorum Her kim ki de, “Müslüman/İslam olana” “Ötekileri” sevdirmek ya da “İslam” olan inancımı “Öteki/Din/lerle” özdeşleştirmek (aynileştirmek) istiyor/sa,  onu da sevmiyorum…

Şahid ol Ya’rab

Ahmet MUSAOĞLU / 09.11.2010