-Hâbil hâla özgür, Kabil hâla katil-

Hatay’ın İskenderun ilçesinde görev yapan Katolik Kilisesi Anadolu Havarisel Episkoposu Vekili Luigi Padovese’ın, oturduğu sitenin bahçesinde şoförü Murat Altun tarafından öldürüldüğünü bilebiliyoruz… “Kendisine vahiy geldiği için” Padovese’yi bıçakladığını söyleyen Aytun’un, psikolojik tedavi gördüğü de ifade ediliyor. Katil zanlısının avukatı; “Cinayet siyasi değil, münferit bir olaydır. Müvekkilim çeşitli ruhsal sorunlar yaşıyor…” diyordu (x). Zanlı “Altun’un 2 ağabeyi ve 2 kardeşinin de kilisede maaşlı olarak çalıştığı, babasının kiliseden emekli olduğu, Altun’un ailesinin tamamının Hıristiyan olduğu anlaşıldı.” da deniliyordu (x). Cinayet şüphelisi Murat Altun’un, sevk edildiği nöbetçi mahkemede, Episkopos için, ’Deccaldı’ dedikten sonra 2 kez art arda yüksek sesle ezan okuması ise (x), ‘psikolojik vaka’ olduğunu gösteriyordu… Katolik Kilisesi’nin lideri Papa 16. Benediktus da zaten; “Cinayet Türkiye’ye ve Türklere mal edilemez. Bunun siyasal ya da dinsel bir cinayet olmadığından eminim.” diyordu. (x). Bu menfur hadise için; bir insanın, bir diğer insanı öldürmesini, savaş halleri –o da hastalar, çocuklar, kadınlar, yaşlılar– hariç, kabul edilebilir bir olay bulmuyor, diyor ve geçiyorum. Çünkü, yazı konumuz bu cinayet değil, cinayete kurban giden Luigi Padovese’nin şu açıklamasındaki; “Padovese 2006’da Trabzon’da öldürülen Rahip Andrea Santoro için geçen Şubat’ta Trabzon’da yapılan ayinde…Hepimizin Allah’ı aynı değil mi?” açıklamasındaki (x), “Hepimizin Allah’ı (-Tanrısı) aynı değil mi?” düşüncesi oluyor…

İşte, yanlışlayacağım konu bu, tüm insanlığın tanrısının “aynı tanrı” olup olmadığı yazı konum oluyor…

Bush ile Erdoğan’ın tanrısı ‘aynı’ tanrı mı oluyor?..

Toprağı bol olsun, Padovese’den, dolayısıyla Hıristiyanlardan gelen, “Müslümanlarla aynı tanrıya sahip olma öngörüsünü” biz, 2002 yılının Aralık ayında, ABD Başkanı oğul George W. Bush’tan da duymuş bulunuyoruz: “Müslümanlarla benim dua ettiğim Tanrı aynı.” diyordu (x). “..oğul Bush…henüz siyaset yasaklısıyken partisinin başkanı olarak Washington’da kabul ettiği (Tayyip) Erdoğan’a, ‘Senle iyi anlaşacağız çünkü ikimiz de Tanrı’ya inanıyoruz…’” diyordu (x). Bu öngörüye Tayyip Beyin de ya da ortalıktaki hacı hocaların veya ilahiyatçıların pek itirazları olmayınca, haberi okuyanlar veya bu tip öngörü duyanlar için, “Müslümanlar” ile “Hıristiyanların (veya Yahudilerin)” tanrı dediklerinin “aynı tanrı” gibi anlaşılması, algılanması da kaçınılmaz oluyordu…

Peki de, söz edilen ‘tanrı/lar’, “aynı tanrı” mı oluyor?.. Müslümanlar ile Hıristiyanlar ‘aynı tanrı’ya mı inanıyor? Bir Müslüman olan benim tanrımla, bir Hıristiyan olan ‘Bushların’ veya Musevilerin tanrısı, “aynı tanrı” mı oluyor?..

Mesela da… Kur’an-ı Kerim ile Tevrat ve İnciller (Kitab-ı Mukaddes) kainat ‘yaratılmıştır’ diyor… Bu öngörü ‘ortak gibi’ görünüyor diye, Kur’an-ı Kerim ile, Tevrat ve İnciller ‘ortak bağ’ mı oluşturuyor? Kur’an ve diğerleri, ‘yaratılıştan’ bahsetti diye, her birinin ‘yaratıcı’ dedikleri “aynı tanrı” mı oluyor?.. Ya da Bush ile Erdoğan’ın tanrısı ‘aynı’ tanrı mı oluyor?..

Aslında, Hıristiyanlıktaki ‘Baba’, ‘Oğul’ kelimelerinin, tanrı kelimesi gibi kullanıldığını,  Kur’an-ı Kerim’in (İslam dininin) ise, “Baba” ile “Oğul” kelimelerinin hiçbir zaman (Tanrı sadece O olan) Allah için kullanılmasına izin vermeyeceğini, dolayısıyla da sözkonusu tanrı/ların (!), “aynı tanrı” olmadıkları da zaten anlaşılabiliyor. İncillerin, aşağıda bildirdiği tanrısının özelliklerinin, “Kur’an’ın bildirdiği Tanrı”nın sıfatlarında olmayışı, “aynı tanrının” sözkonusu olamayacağını ortaya koyuyor…

Yu.5: 19 ..Baba ne yaparsa Oğul da aynı şeyi yapar.

Yu.5: 20 Çünkü Baba Oğul’u sever ve yaptıklarının hepsini O’na gösterir…

Yu.5: 22 Baba kimseyi yargılamaz, bütün yargılama işini Oğul’a vermiştir.

“Aynı (ortak) tanrı” sözkonusu olamayacağı, yukarıdaki İncil haberlerinde (Baba tanrı, Oğul İsa’dan) net bir şekilde görülebildiğine göre de, ‘Bushların’ dua ettikleri tanrı ile Müslümanların Tanrısı “aynı tanrı olmuyor”… Varsayalım ki de, ister Allah’a ‘Baba’ denmesin, isterse de Hz.İsa, İncillerin tanrısının oğlu da olmasın (mecazi anlamda, Baba anlamında baba olsun, insan anlamında oğul olsun), fakat sorun şu ki; “Oğula” yargılama ‘yetki’si ne demek? “Baba” ile “oğul” aynı işi nasıl yapabilir oluyor.? Oğul, “tanrı” olmuyor mu?..

Tabii ki de, bu anlayışı, “İslam dini açısından” kabul edilebilir olmuyor, olmayacağı kesin olduğu için de, “aynı tanrı” sözkonusu olMuyor

Hıristiyanlığı veya Museviliği din olarak seçmiş insanlar istedikleri öğretiye, istedikleri şekilde de inanabilirler, ki, bu bağlamda, onların sahip oldukları inanca en küçük bir saygısızlık düşünmem, düşünmüyorum; benim itirazım, “benim inancıma” onların “müdahaleleri”; “benim Tanrım” ile, kendi tanrılarının “aynı tanrı” olduğu iddialarına itirazım oluyor. Çünkü, bu eylem, doğrudan doğruya misyonerlik faaliyeti oluyor. Müslüman çocuklarına yaklaşılırken, –Hz.İsa senin de peygamberin, benim de, şeklindeki “tarz” gibi oluyor… Aradaki “fark” olan, Hz.İsa’nın, benim peygamberim değil, inandığım peygamberlerden biri olduğu farkı, söylenilmeyince de, tıpkı “aynı tanrıya” inanıyoruz ‘misyoner saldırısında’ olduğu gibi bir başka ‘saldırı’ da hedefin varmış oluyor…    

Bu noktada sözüm, -Ben Müslümanlardanım diyen, diyalog zihniyetine oluyor… Eğer “tanrı-kitap-peygamber” farkı olmazsa, “öteki” ile farkım da ortadan kalkar, kalkıyor. “Ben”, artık “ben” olmaktan çıkıyor, diğerleri ile “aynileşmiş (özdeşlemiş) oluyorum. Bu durum ise, ‘Küresel Tek Yapı’ amacı güden KüreselciNlerin amacına hizmet olur, oluyor… Misyonerlik saldırısına hedef olmamak, “kendimi korumak” için, ‘benimle’ “diğerleri (öteki)” arasındaki farkımın, mutlaka anlatılması gerekiyor… Seninle ‘Benim’ aramda fark var, denilmesi gerekiyor…

“Seninle ‘Benim’ aramda fark var”…

Eski-Yeni Ahid’in (Kitab-ı Mukaddes) bildirdiği “Tufan Kıssası” ile Kur’an-ı Kerim’in bildirdiği “Nuh Tufanı” kıssası, birbirinden “tamamen” farklıdır. Nuh Tufanının bütün dünyada yaşandığını söyleyen Tevrat ve İncillerle, Kur’an’ın, Tufan’ın “lokal olduğunu”bildiren haberleri arasında (Bknz.Nuh’un Gemisi Cudi’de isimli eserim), Tufanın gerçekleştiği haberinin dışında ortak hiçbir yön bulunamaz… Bu durumda da, karşımıza yine “tanrı-kitap-peygamber” sorunu (farkı)’ çıkıyor…

İddiamızı daha müşahhas kılmak, “esası” ortaya koyup kapatmak için de; Bush’ların, Beyaz Saray’daki kabine toplantılarında pasajlarını seçip tartıştıkları (inandıkları) Eski ve Yeni Ahit, (x), yani Kitab-ı Mukaddes (Tevrat ve İnciller)’ üzerinden bir örnek vermek istiyorum…

Bilindiği gibi, Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetinde, göklerle yer’in (Evren Sistemi’nin) ‘altı (6) gün’de yaratıldığı bildiriliyor. Bunun yanında, Kitab-ı Mukaddes’teki “Yaratılış kıssası”nda da, ‘altı (6) gün’de gerçekleştirilen Yaratılıştan söz ediliyor…

Peki de, bu durumda, “Kur’an’ın bildirdiği” ‘altı (6) gün’ ile, “Eski-Yeni Ahid”in bildirdiği ‘altı (6) gün’ aynı zaman dilimi mi oluyor?..

İşte, bu sorunun cevabı, “aynı olmadıkları”, dolayısıyla da, “Kur’an’ın Tanrısı” ile, diğerlerinin “tanrı” dediklerinin “aynı tanrı” olmadıkları da ortaya çıkıyor… Çünkü, Kitab-ı Mukaddes’te yer alan kıssada bildirilen ‘gün’ kelimesi, bildiğimiz haftagünlerinden (Pazar, Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma, Cumartesi şeklindeki günlerden) “altı gün” oluyor. Öyle olduğu için de, “Eski-Yeni Ahid”in Tanrı’sı, ‘altı (6) gün’de kainatı (evren sistemini) yarattıktan (!) sonra (yorulduğu için), “yedinci gün” olan Cumartesi gününde dinleniyor!..

Kabul edilebilir ki, ‘Tanrı olanın’, “yorgunluk duyması” sözkonusu bile olmaz, olmuyor. Ya da böyle bir öngörü, “İslam dini açısından” kabul edilebilir olmuyor. Tanrı’ya izafe edilen bu “yorgunluk” ve “dinlenme” halinin, ilahi bilgilerin insanlar eliyle değiştirilmesinin sonucu olarak ortaya çıktığı ifade ediliyor: “M.Ö.6’ıncı yüzyıl din adamları, haftanın yedinci (Cumartesi) gününü dinlenme günü olarak geçirilmesini halkı teşvik etmek için, yaratılışı bu tarzda hikaye etme yoluna gitmişlerdi(r).” deniliyor (x)…

İster değiştirilmiş olsun veyahutta ne/nasıl olmuşsa olsun, karışmayalım, karışmıyoruz. Aslolan, Kur’an-ı Kerim’in bildirdiği ‘altı (6) gün’ün, bildiğimiz hafta günlerinden “altı (6) gün” olmadığı (merhaleler=uzun devirler anlamında olduğu) gibi, Kur’an’ın, insanoğluna bildirdiği ‘Tanrı olan’ Allah’ın, “yorgunluk duyması” da sözkonusu edilemez.. Zaten bunu bildiren de, “Kur’an’ın Tanrısının”, bizatihi kendisi oluyor:

     Kaf (50) 38

Görüldüğü gibi de, Kur’an’ın “bildirdiği” Tanrının kendisi, Kitab-ı Mukaddes (Tevrat’ta ve İnciller)’de “haber verilen tanrı olmadığını” bizatihi bildiriyor, “Tanrının yorgunluk duymayacağı” bildirisi ile de, “farkını” ortaya koyuyor. Dolayısıyla da, Bushların, Şaronların ‘tanrı/ları’ ile, Müslümanların ‘Tanrısı’ olan Allah, “aynı tanrı” olmuyor…Haliyle de, kimsenin, “Hıristiyanların veya Musevilerin tanrıları ile Müslümanların tanrısı aynıdır” veya “aynı tanrıya dua ediyoruz” veya “aynı tanrıya inanıyoruz” gibi hurafeler (yalanlar) ileri sürmemesi gerekiyor… Sürülüyorsa da, bu, fiilen misyonerlik olur, oluyor

Bu noktada “izaha muhtaç” bir konuya sadece değineceğim, ayrıntıya girmeyeceğim… Tabii ki, “Kainatı (Evren Sitemi’ni/herşeyi)” Allah yaratmıştır… Tanrı da “sadece” O’dur…

      En’am (6) 102

Tanrı sadece “O” olan Allah’ın dışındaki hiçbir güç de tanrı değildir… Bu durum bahs-i diğer… Biz bu yazıda “tanrı farkı” olduğunu (gerçek tanrı ile, insan gibi yorgunluk duyan tanrı arasındaki farkı) ortaya koymaya çalıştık… aklı/bilgisi eksiklere de duyurmak için…

Aklı ‘eksikler’ çünkü, hiç kimse, “yorulan tanrı” ile “yorulMayan Tanrı” mefhumunu hiçbir zaman “aynı” tutamaz… Bu “uyuşmayınca”, Tanrı kavramında (-esas’ta) “uyuşmazlık” olunca da, başka bir şey de uyuşmaz, zaten de uyuşmuyor… Üstelik,

Çünkü, ‘Gerçek Tanrı’nın dışındaki, tanrılar, hem ‘ırkçı tanrı’ oluyor, hem de öngörülerinde diğer insanlar (Müslümanlar) da zaten ‘insan bile’ gösterilmiyor. Yeryüzünün her tarafındaki vahşetlere bakın… neler görüyorsunuz?.. Bugünler/Mavi Marmara örneği önümüzde delil olarak bulunuyor… ‘Tanrı/inanç’ farkıdır bu… “Seninle benim aramda fark var”, farkı da bu…

Tanrı/inançı “farkı” bulunuyor olmasına rağmen de, bu “esas/fark” gösterilmeyip, yok ‘insan sevgisi’ ya da bilmem ne sevgisi (vb.) ‘ortakmış’ masalı dinletiliyor… İnsanlık, bu palavralarla “tek tipleştirip (aynileştirip)” Küresel Tek Yapı, yani Küresel Tek Din-Dil-Devlet kurulmak isteniliyor… Otorite Anglosakson-Judea (ABD ve İsrail) olunca da, “Medeniyet İttifakı” palavrası ve “Diyalog” hurafesi üzerinden, Tanrı olan’ ile “diğerlerinin’ tanrı dedikleri (neyse o) aynileştiriliyor… Ki, bu da, “misyonerliğin saldırısı” yanında, “Müslüman olanın ‘İslam olanı’ reforme etmesi” de oluyor…

Bir “Yeni Din (reforme edilmiş İslam)” ortaya çıktığı görülebiliyor: “İftar sofrası, Mozart çalıyor. Serviste mini etekli kızlar. Schröder oturmuş, iftar topunun atılmasını bekliyor. Sağında Başbakan, aralarında saç-baş bir sarışın, öbür yanında içinden ya yabancı sermaye yatırım girdisini hesaplayan, ya da Kevser Suresi’ni okuyan huşu içinde Ali Babacan. İşte bu...” (x). Evet, işte bu… Mozart’la başlayıp ezanla devam eden iftar şöleni, en sonunda AB marşı ile noktalanıyor! Bu yeni dinin (!) bağlılarına “İslami Kalvenistler” deniliyor. Tuğçe’den Maria üretilmesi ya da ‘Hıristiyan Müslüman’ veya ‘Yahudi Müslüman’ üretilmesi de bu oluyor…

‘Tuğçe’, ‘Tuğçe’dir; Maria da Maria… ‘Maria Tuğçe’ olmaz…

Biliyorsunuz… adı Tuğçe Kazaz’dı. Bilindiği kadarıyla da Müslüman’dı. Yapar ya..yap(mış)tı. Din değiştirerek “Hıristiyan/Ortodoks” olduğunu açıkladı, Maria adını da aldı, boynuna ‘Haç’ı da taktı…

Evlendikten sonra Yunanistan’a yerleşen “Ortodoks Hıristiyan Maria (Tuğçe)”, bir defile için İstanbul’a geldiğinde, parmağındaki yüzük ve boynundaki kolye DİKKAT çekmişti. Çünkü, yüzükte Arapça Allah, kolyesinde ise, Ayet el Kürsi duası yazıyordu. Maria’nın, üzerinde Allah lafzı bulunan yüzüğü ve Ayet el Kürsi yazılı kolyesini göstermek için yoğun çaba sarf ettiği söyleniyordu (x). Ortodoks Hıristiyan kızımız (!), “İslami simgelerle” dolaşıyordu…

‘Maria Tuğçe’ düzleminde soru ve sorun şu oluyordu: Hem Hıristiyan olan, hem de İslami simgelerle dolaşan ‘Maria Tuğçe’ kızımız (!) hangi dinden oluyordu!..

Tuğçe, ‘Maria’ olunca (!), sorulan bir soruya; “Hassas bir konu. Allah ile benim aramda. Allah tek sonuçta. Her yol ona gidiyor” cevabını verdi. “Şu an çok huzurluyum. Beni yaptıklarım ve söylediklerimle tek yargılayacak olan Allah.” diyordu (x). Boynundaki Haçı da sırıtıyordu!.. Bir Ortodoks’un ya da genel ifade edersek; Yahudi ve Hıristiyanın tanrısı ile, “Kur’an’ın tanrısının”, “aynı tanrı olduğunu” zannediyordu.

Kendisi, “-Ben dinimi değiştirdim, Hıristiyan oldum derken, İslami simgelerle dolaşıyor, Allah’dan bahsediyordu. Bu durumda, ne olduğunu kim söyleyecek?..

Her kim ki İslâmdan gayrı bir din ararsa, artık ondan ihtimali yok kabul olunmaz ve Ahirette o hüsran çekenlerden olur ayeti biliniyor (İmran-85)… o zaman ne denecek?..

Parmağındaki yüzükteki Allah lafzı ve boynundaki kolyesindeki Ayetel Kürsi duası ile dolaşan ‘Maria Tuğçe’ için, “herhalde biraz kafası karışmış” yorumu yapılmıştı. Sahi de, gerçekte kafası karışık olanlar kimler? Ya da “karışık kafaları” ile İslama zarar verenler kimler?..

Müslümanlar içersindeki ‘Mesih-İsa damarı’ndan, ‘Akıllı Tasarım’ hurafecisi Mustafa Akyol; “De ki: “Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim...” ayetinden (İmran-64) hareketle, “Bu ayetten çıkması gereken mesaj, İslam’ın terk edilebilirliği değil, Yahudi veya Hıristiyan olarak yetişmiş insanların dinlerini terk etmeksizin tevhide çağrılabilirliğidir.” diyordu (x).

Şu kafa karışıklığına bakın ki, din (ilahi) olmayana “din” diyen, ayrıca da, “tanrımız Allah” ile, tanrıları arasında en küçük bir bağ olmayan insanlarla (Allah’ımıza inanmayanlarla) ‘tevhitte birlik’ten söz ediliyordu. Onların, “dinlerini terk etmeden” tevhide çağrılabileceği hurafesi öngörülüyorbir insanın Yahudi ve Hıristiyan kalıp da “kendini Müslüman hissedebilir” olması ileri sürülüyordu.

Bu tür örnekler için, her şey gerçekten de “film gibi” başladı deniliyor. Ama bunlar bir film değil, “yeni (karma) din” icadı (din olan İslamın, başka öğretilerle karıştırılması, reforme edilmesi) oluyor. İstenen, farklı kültürlerin karışımı, kültürü belirleyen şey ‘din’ olduğu için de, din/lerin “karışımı/sentezi” amacı oluyor. Hem din değiştirip hem deİslami simgelerle dolaşan (bugünlerde, Batılı meslektaşlarıyla tek farkının ‘Türk -Müslüman- farkı’ olduğunu söyleyen dünkü) Tuğçe’ prototipi de, böyle bir örnek oluyordu.Biz bunun ilk prototipini ‘Sürmeneli Uzaylı Meyveş Ana’ yalanında görmüştük. Öldüğünde 130 yaşında idi, hiç hastalanmadı yalanı ile de ortaya koyulan ‘Yahudi Türk/ Müslüman’ ‘Meyveş Marçol’u kucağımızda bulmuştuk! Peşinden de‘Hıristiyan Müslüman’ üretimi örnekleri geliyor, ürüyordu!…

‘Hıristiyan Müslüman’ ya da ‘Yahudi Müslüman-Türk’ tiplemesi (bir başka şekilde söylersek, Müslümanın Tanrısı ile diğer tanrı/ların özdeşleştirilmesi) Yahudi asıllı Amerikalı ideolog, Samuel P. Huntington’ın öngörüsü oluyor. Huntington, “Bir insan yarı Fransız veya yarı Arap ve aynı anda iki ülkenin vatandaşı bile olabilir. Bundan daha zor olan şey, yarı Katolik veya yarı Müslüman olmaktır.” diyordu (x). İnsanın, kendini Yarı Türk, Yarı Yunan ya da Yarı Hıristiyan Yarı Müslüman hissetmesi de işte bu oluyor. Tanrı olan ile “diğerlerinin” farkının ortadan kaldırılması isteği de, Huntington’un öngörülerinin hayata geçmiş şekli oluyor… 

Fakat, ‘Huntingtonlar’ da unutmasın ki, ‘Tuğçe, Tuğçe’dir; ‘Maria da, Maria’; yoksa “Maria Tuğçe” olmaz, olamaz

 Sanırım söylemenin tam da sırası: “Seninle benim aramda fark var”, Hâbil hâla ‘özgür’, Kabil hâla da ‘kâtil’… O günden beri

Ahmet MUSAOĞLU / 07.06.2010

“İşte Rabbiniz Allah O’dur. O’ndan başka tanrı yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır…”  

“..biz gökleri yeri ve aralarındakileri altı günde yarattık; bize bir yorgunluk da dokunmadı.”