Allahsız ölüp münin gömülmek –neden- durumu…

Öncelikle, yaklaşık üç yıl önce yazdığım bir konuyu bir daha, ama bu defa benzer bir konuyla birleştirip neden yayınlayacağımı sizinle paylaşmak istiyorum… 01.01.2007 tarihinde, “Allahsız ölüp mümin gömülmek –neden- durumu” başlığı ile yayımladığım yazım ile; kimilerinin yaşamlarında ‘Tanrısız iken’, öldüklerinde aileleri tarafından “İslam geleneğine göre” cenaze namazı kıldırılmasının acımasızlığı ve anlamsızlığına, ama aynı zamanda; hem “ateiste”, hem de “Müslüman/İslam olana” yapılan saygısızlığı ortaya koymuştum. Bu konu ve konuma paralel yeni bir durum ortaya çıkınca, ayrı bir yazı yazmıyor, düşüncelerimi ‘eskimeyen yazımla’ birleştirerek yeni bir yazı yazıyorum, imdi…

Fakat önce, ‘yeni yazı’ konumu belirleyen olayı ortaya koymak istiyorum… İslam geleneğine bu yeni ‘müdahale’ şekli, bir Yahudi’nin; gazeteci Vivet Kanetti’nin, Müslüman olarak bilinen eşi Ömer Uluç’un, Aşiyan’daki mezarının yanına gömülme talebinin reddedilmesi sebebinin, Sabah Gazetesi’nden Sevilay Yükselir’in kendisiyle yaptığı röportaj sırasında sorduğu; Yahudi kökenlisin diye değil mi?” sorusuna verdiği cevabın, – Başka bir dini kökendenim diye.…” olması, yukarıda söz ettiğim, “Allahsız ölüp mümin gömülmek –neden- durumu”  başlıklı yazım ile, bu yeni konuyu birleştirmemin de sebebi oluyor…

Yapılan açıklamayı, Vivet Kanetti’nin röportajının yayınlanmasından 4-5 gün sonra ‘keşfeden’ Milliyet Gazetesi; “‘Yok artık bu kadar da olmaz’, dedirten uygulama”… diyordu (1)… Gazetenin haber başlığı, kışkırtıcılığının yanında, insanı, ama ‘Müslüman olanı’, enayi (akılsız) yerine de koyuyordu… Vatan Gazetesi de Milliyet gibi, üzerinden birkaç gün geçmiş röportajı o da aniden keşfediyor (!), haberin ‘tek merkezden’ çıktığı; veriliş şeklinin benzerliğinden de görülebiliyor; “Başka mezarlığa“‘Yok artık bu kadar da olmaz’, dedirten uygulama”… cümleleri ile duyuruluyordu (2). Peşinden de, ortalıkta mebzul bulunan internet siteleri, ulusal basındaki ağabeyleri, ablaları gibi, konuyu irdeleyecek durumda olmadıklarından, aynen alıp, yayınlıyordu. Verilen haber, “Bu kadarına da pes artık” cinsinden, çünkü; “öküz altında buzağı ancak bu kadar aranır” da değil, fiili “örtülü saldırı” oluyor; nereye, kime diye sormaya gerek de bulunmuyor, “İslam olana saldırmak” artık ‘IN’ oluyor…

Vivet Kanetti’nin, eşleri ressam Ömer Uluç, Ocak ayı sonunda öldü ama, haber, Nisan ayı başında, “…biz Aleviler Cumhuriyet rejimi hastası ve koşulsuz laiklik ilkesi savunucusuyuz.” diyen Sabah Gazetesi’nden Sevilay Yükselir’in (3) röportajından çok sonra ülke gündemine düşü(rülü)yordu. Röportaj’da konu ses getirmemiş olacak ki, Milliyet Gazetesi rol çalıyor: “Eşiniz müslüman ama siz başka bir dine mensupsunuz. Eşiniz sizden önce vefat etti. Çok masum bir istekleeşinizin yanına gömülmek istiyorsunuz. Fakat bir maniniz var, müslüman olmamak.. Şu halde siz başka bir mezarlığa defnedileceksiniz…Eşi Ömer Uluç’un vasiyetini yerine getirip Aşiyan Mezarlığı’nda sonsuzluğa uğurlayan Vivet Kanetti’nin söyleşide dile getirdikleri, okuyanları dehşete düşürdü: “Bu soruyu sormadan geçemeyeceğim. Ömer’in defnedildiği Aşiyan Mezarlığı’ndan bir talebin olmuş ve ne üzücü ki bu talebin reddedilmiş. Anlatmak ister misin Vivet? ..Yahudi kökenlisin diye değil mi? – Başka bir dini kökendenim diye…Akşam yazarı Nagehan Alçı da tepki gösterenler arasında yeralıyor.” diyordu (4). Okudunuz, özellikle soruluyor; cevap da özel oluyor; (dikkat ediniz, cevap) –Musevi olduğum için (şeklinde) değil, –Başka bir dini kökendenim diye denilerek, ortadaki sorunun, “İslamın dışındaki” tüm dinler (!) için” olduğu; halledilmesi gereken bu sorunun adının, “İslam anlayışı” olduğu gözümüzün taa içine sokuluyor… 

İslam olanı ‘acıtan’ yazılar, yazıcılar… Ne mutlu Müslümanım diyene”…

Bu sözde sorunu gazeteler haber yapıyor ama, bazı gazeteciler daha bir ‘hassaslaşıyor’, duyulması istenilen haber, köşelere taşınıyordu… “Yazar, ‘Bilgilendiren’ olmalıdırülkemizde gerçek yazar, gerçek de eser pek yok” görüşüm ve savunuşum bilinebiliyor… Kendilerini Yazar zenneden “Yazan/Yazıcı” çok bol, ama ulusal basında “Yazar” pek bulunamıyor…

Bu ölçümüzü önünüze koyduk, şimdi gelelim, ‘Vivet duygusallığı’nın gazetelerde haber olduğu gün, konuyu Akşam Gazetesi’ndeki köşesine taşıyan Nagehan Alçı’nın yazısına diyeceğim ama; televizyon reklamlarındaki gibi, o “az sonra”… öncesinde, yine Nagehan hanımın, 14.08.2009 tarihinde, yine benzer amaçlı yazdığı ve sorunu, “İslam/Müslüman olan” olarak gösteren, “Müslüman Japon’a yer var, Hıristiyan Ermeni’ye yok” yazısına… Kendileri diyorlardı ki; “Geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren Ermeni sanatçı Aram Tigran’ın nereye gömüleceği yılan hikayesine döndü. Atina’da yaşayan Tigran burada gömülmeyi vasiyet etmişti ama Türkiye’deki otoriteler buna izin vermediler…Meğer sorunsuz bir defin işlemi için anahtar ‘Müslüman olmak’mış. Şayet Müslümansanız Japonya vatandaşı bile olsanız burada hemen gömülebiliyormuşsunuz. Tek gereken yakınlarının getirdiği defin kağıdı ya da iki şahitmiş. Sahipsiz ‘gayrimüslümler’e de kolaylık tanınıyormuş. Kilyos Mezarlığı’nda bir bölüm bu cenazelere ayrılmış…Kısacası Mezarlıklar Müdürlüğü, Müslümanlar ve kimsesizlere hizmet veriyor. Peki ya geri kalanlar? Yani ‘kimseli’ ‘gayrimüslim’ler?..TC vatandaşı olan Ermeni ve Yahudiler önce Mezarlıklar Müdürlüğü’ne başvuruyorlar. Oradan kendi cemaatlerine yönlendiriliyorlar ve kendi mezarlıklarına gömülüyorlar. Ancak şayet TC vatandaşlığı düşmüş ya da Türkiye ile hiç vatandaşlık ilişkisi kurmamış Ermeni ya da Yahudi buraya gömülmek isterse (Aram Tigran gibi) o zaman Dışişleri Bakanlığı’na başvurmak zorunda. Oradan izin çıkarsa gömülebiliyor….Kısacası ortada şöyle bir tablo var: Bu ülkenin toprakları dünyanın bütün Müslümanlarına açık. İster Tanzanya’dan gelsin, ister Patagonya’dan. Din kardeşliğini beyan ettiği an ebediyen burada yatabiliyor. Öte yandan  zenginliğimizin bir parçası olan ama Müslüman olmayanlardan vatandaşlık hesabı soruluyor. İnsan hakları ve demokratikleşmeyi ‘bas bas’ tartışmaya çalıştığımız şu günlerde bunu da masaya yatırmamız gerekmez mi? Sadece ‘kendine Müslüman’ bir tavırla demokrasi olur mu?” diyordu (5)…

İşte, yukarıda okudunuz…. Gayrimüslimler, kendi mezarlıklarına gömülüyor, bunda en küçük bir sorunları da bulunmuyor ama, amaç illa da, ‘Müslüman mahallesinde salyongoz satmak’, “İslam mezarlığı” anlayışı delinmek isteniyor… Müslüman olanın, tabii ki ırkına bakılmaz, kişi eğer Müslüman ise, her ırktan Müslümanla  aynı mezarlıkta omuz omuza yatabiliyor, ama bu ‘birlik/dirlik’ şekli olan “kardeşlik”, olmasın; aralarına “gayrimüslimler” girsin isteniliyor… Bu topraklar, İslam adına fethedilmiş, üzerinde yaşayanların çok büyük ekseriyeti de, din olarak İslamı/Müslümanlığı yaşıyor; üstelik “demokrasi de” var (!), çoğunluğun dediği olmalı ama, değil; azınlıkların ve onların işbirlikçileri ‘yerli olmayan yerli’lerin istekleri hayata geçsin isteniliyor… Aram Tigran isimli Ermeni, TC vatandaşlığı düşmüş ya da Türkiye ile hiç vatandaşlık ilişkisi de yok, ama illa da (peki de neden) Türkiye’de (Bknz: Gözleriniz neden var toprağında bu vatanın, yazım) gömülmek istiyormuş!.. Sanki bu durumu engelleyen kanunları, “İslam olan” yapmış gibi, sorunun sebebi olarak “İslam anlayışı” gösteriliyor…

Hâl bu olunca da, Aram Tigran isimli Hıristiyan Ermeni’den sekiz ay sonra, Yahudi Vivet hanımın ‘duygusal iştahında’ da, yine Nagehan Alçı’yı görüyor ve imdi okuyoruz: “Geçtiğimiz pazar günü, Sabah gazetesini okuyunca kendime çok kızdım. Gazetede Sevilay Yükselir’in  Vivet Kanettti ile yaptığı  röportaj vardı. Şöyle diyordu Kanetti: ‘Eşim Ömer Uluç’un yanına, Aşiyan’a gömülmek istiyorum ama başka dindensin diye gömülemezsin diyorlar.’ Bu sözler için kendime kızdım çünkü geçtiğimiz ağustos ayında  konu üzerine bir yazı yazmıştım. Diyarbakırlı Ermeni sanatçı Aram Tigran ölmüş ve Türkiye’ye gömülememişti. Bunun üzerine ‘kim bu topraklara gömülebiliyor?’ diye araştırmış ve tüylerimi ürperten ‘gömülme şartlarını’ sizlere aktarmıştım. Sonra ne oldu? Hiçbir şey!…Oysa bu ülkede ‘açılım’ dalgası denen ‘ötekilerimizle kucaklaşma’ hadisesinin  gerçek mi yoksa plastik mi olduğunu anlamak için  Kanetti’nin örneği çok önemli. Türkiye toprakları bütün Müslümanlara açık. İsterseniz  Uruguaylı olun…Ama Müslüman değilseniz yandınız. ….Vivet Kanetti’nin durumu ikinciye giriyor. TC vatandaşı ama Müslüman değil. O nedenle kendi cemaatinin gösterdiği ayrı bir mezarlığa yönlendiriliyor. ‘Müslüman’ mezarları onun gibilere kapalı. Kocasıyla bir ömür geçirmiş. Ömür bitince ‘sen’, ‘ben’ ayrımı yapıyor devlet.Hani biz bir ümmet değil, bir millettik? Hani resmi söyleme göre ‘din, dil, ırk’ ne olursa olsun önemli olan ‘ne mutlu Türküm diyene’ demekti?  Hadi diyelim bu  ‘Türkleştirme’ kılıfını demode ilan ettik. ‘Türk’üm’ değil; ‘Türkiyeliyim’ dedik. Peki ama bu durağı geçtikten sonra vardığımız durak ‘ne mutlu Müslümanım diyene’ midir? Açılım denen şey için ‘biz’in herkesi kapsaması gerekmez mi? Milletçiliği kırarken ümmetçiliği de kırmadıkça iyiye gidiş yolu yok.” diyordu (6)… Asıl “İslam olanı” incittiği için, “kendine kızması gereken” bu ‘yazıcı’; ‘açılım’ denilen, ‘açılmadık yerimizi bırakmayan’ dalga üzerinden de ‘İslama olana saldırıyor’; çünkü, ‘açılım’ dalgası denen ‘ötekilerimizle kucaklaşma’ hadisesi dediği şey, fiilen “İslam olanın ötekileştirilmesi”; çoğunluk olmasına rağmen de azınlık durumuna düşürülmesi oluyor…  Geleneğimizde ne de güzel yer alıyor, “Cahildir (bilgisizdir) ne yapsa yeridir”; böylesine aymazlık karşısında da, “Ne mutlu Müslümanım diyene”… tabii ki de diyorum….

Bu benim “vicdani tercihim”, ama, ‘bilimsel aklımın’ da ‘tercihi’ oluyor… Buna karşın, bir başka kişi, “Ne mutlu ateistim diyene” de diyebilir, bu ‘tercih’ de onun olur, ama kimsenin benim dinim olan İslamdan ‘olana’ bulaşmaması gerekiyor… Bu durum, “Müslüman olanın”, içini, içimizi, fazlasıyla acıtıyor…

İşte, tam da bu noktada,  01.01.2007 tarihinde yayınladığım, “Allahsız ölüp mümin gömülmek –neden- durumu” başlıklı eski yazımın okunması gerekiyor…

Allahsız ölüp mümin gömülmek -neden- durumu….

Bir ağlayışla başlayan yaşamımız, ağlayışlarla son buluyor. ‘Allah’ inancı olsun olmasın; canı acıyor insanların, ölüleri olunca. Fakat sorun cenaze merasimleriAteist (-Gnostik, vb.) Ateist olarak değil, “İslam töreni” yapılıpdefnediliyor; inansın inanmasın acıtıyor insanları bu da.

Bu acıyı seslendirenlerden biri, “Zordur Allahsız ölmek mevzuuna dalıp, yazmadan edemeyeceğimi anladım” diyen Şair Orhan Alkaya’nın; Gnostik olarak neden ölemediğini ‘sorgulaması’ oluyor, konuşmaya ve yazmaya değer…

Orhan Bey, hayatını ‘Ateist’ olarak yaşayıp da ‘İslam cenaze töreni’ için ‘musalla’ya yatırılan Sıdıka Su’nun merasiminde; daha önce yine ‘musalla’ya yatırılmış bir başka Ateistin, Mina Urgan’ın merasimi aklına geldiğinde; “…biz ‘gnostik’leri bile küçümseyip, sapasağlam ateist kavrayışını üzerimize boca ediveren Mina Urgan, o miniminnacık yüksek kadın, bir cami imamının son sözler seromonisine teslim edildiğinde, içim hayli acımıştı.” diyordu (7). Cami avlusuna yatırılan Ateiste acıyan Orhan Bey’in, Nâr-ı cehennem var ise, orada yanmaktan tereddüt etmeyecek kadar sözünün arkasında duran biri olarak tanımladığı bir diğer Ateist Sıdıka Su’ya da, Teşvikiye Camii avlusunda İslam geleneğine göre merasim yapılıyor, kızıl karanfillerle örtülmüş tabutu başında kendileri Entarnasyonel’i söylüyordu (8). Dahası, Cenaze namazı kıldıracak Hocaefendinin, avludaki Müslümanlara tanıklık yaptırması; saf tutanlara, “Merhûmu/merhûmeyi nasıl bilirdiniz?” diye sorması; Cemaatin de, “İyi (Müslüman) bilirdik” diye cevaplaması; sonraki soru olan, “İyi bir Müslüman olduğuna şehadet eder misiniz(?)inölen kişi Müslüman değil, Ateist ama; cevabının “Ederiz” olması da ‘İslam olanlar’ın içini acıtıyor.

Cenaze namazındaki sorular İslami, fakat ne Ateist, ne de şehadet eden Müslüman samimi; ‘musalla’ zemininde bolca riya sergileniyor, Hocaefendi soruyor da, Ateist olan neye razı oluyor? Namaz kıldıran Hocaefendinin yada hakkını helal edecek olan Müslümanın, Yaradanına karşı sorumluluğu nerede/ne oluyor? Bu ‘karışık (İslam olan/olmayan) tip’ cenaze namazı uygulamalarında, eğerölümü öncesinde vasiyetinde, Müslüman cenaze namazı kılınmaması gerektiğini belirtmişse, hem ölen Ateiste saygısızlık var, hem de Müslüman olana saygısızlık; Yaradanına da terbiyesizlik işleniyor.

İslam gibi görünen bu tip cenaze merasimlerinde ‘İslamdışılık’ musalladan sonra da sürüyor, alkışlarla yola çıkan cenazenin mezarlık (defin) kısmı daha bir hoşluk, türküler de dinleniyor. Hocaefendi, “talkın” verip Ateisti kurtarmanın (!) peşinde, keyf-i alem sürüyor, Allahsız ölüp mümin gömülme durumu, asıl Müslümanları üzmesi gerekiyor.

Orhan Bey’in “Zordur ateist ölmek” feryadını (!) işitenlerden, İslamcı (!) Şair Nurettin Durman Bey, “Temelde bu bir insanlık durumudur…Hepimizin çeşit çeşit acıları var bu memlekette ne yazık ki. Bu hayati şeyler inanç sistemiyle alakalıdır ve de insan inancını yaşamalıdır ve de hayatının her safhasında tatbik etmelidir bana göre…neden insanlar acı çeksinler. Neden istediklerini yapamasınlar…Yani bir ateist imamsız, namazsız, duasız gömülmek hakkına sahip olmalı. İnsana inanmadığı bir şeyi niye yaptırsınlar ki? Hiç hoş şeyler değil bunlar.” diyorlar ama (9), sorunun, ‘insanlık sorunu’ değil, ‘inançsız/ların/lık sorunu’ olduğu; inançsızların İslam olanı kullanmaları sebebiyle “İslam değerlerinin yozlaştırılması” sorunu yaşatıldığı görülemiyordu.

Bir diğer İslamcı (!), Ahmet Taşgetiren Bey ise, “Yani cenazeler evlerden zorla alınıp, camiye getirilip, namazı kılınıp toprağa verilmiyor. Muhtemel ki geride kalanlar bir olumsuz toplum yargısı bulunmasın diye ‘dini tören’ yapılmasını istiyor…Namaza katılan cami cemaati, diğer ifadeyle mütedeyyin insanlar ise, önce cenazenin dinle ilgisini bilmedikleri için, sonra da camiye gelen bir cenazenin namazını kılmayı dini bir görev (Farz-ı kifaye) kabul ettikleri için namazı kılıyorlar.” diyorlar ama (10); Ateist ölülerin camiye getirilmelerinin, Taşgetiren’in dediği gibi geride kalanların ölen için ‘olumsuz toplum yargısı’ olmasın, düşüncelerinden değil; muhtemel ki, ölüsü ya da kendileri, yaşamlarında Ateist olsalar da, Ateist ölünmemesi” gerektiği düşüncesini taşıyor olmalarındandır. Soruna ölen Ateist açısından baktığımızda da, o (ölü), yaşamında ateist olmakla, ‘olumsuz toplum yargısı’ gibi bir düşünce içersinde hiç de olmamıştır zaten. Taşgetiren’in ‘mütedeyyin’lerine, Ateistlere Cenaze namazı kılan Müslümanlara gelince; kendilerine, tıpkı “başörtüsü” yerine “türban” ‘dolma’sını yutturmaları gibi, ‘hap’ diye yutturulan  ‘mütedeyyin’lik dolması ile tanımlansalar da, olamadıkları için; ölen kimdir, nedir sorgulaması yapmadan, görünce bir cenaze, koşuyorlar namazlarını kılmak için.

Ateistin yada Gnostiğin, “istediği gibi merasim” isteğine, diğer İslamcılar gibi hak veren Engin Noyan Bey ise, çağrısını ‘dolmacı’lara yapıyor; “…Mü’min ya da Mü’mine Müslüman’ın ‘ateist’ olduğunu bildiği bir kimse için kendiliğinden, ille de ya da zorla Müslüman muâmelesi yapmak gibi bir merâkı yoktur, olmaz/olamaz da!..gelin, biz ‘biz’ olalım ve ‘Müslümanlığı’ konusunda emîn olmadan kimsenin cenâze duâsına/namazına katılmayalım.” diyordu (11). Kendilerinin söylediği gibi de, meselenin özünde “üzüm yemek” değil, “bağcıyı dövmek” bulunuyordu.

Üzüm yemek değil, “bağcıyı dövmek” meselesi; Ateistlerin ‘Ateistliği’nin gereğini yapmayıp, Müslümanın ‘inanç alanı’nı işgal etmeleri, ‘karışık tip’ cenaze namazı uygulaması istemeleri oluyor. Çünkü bilinir ki,Ateistler için ölümden sonraki yaşam hiç bir anlam ifade etmeyeceği için; cenaze namazı ve mezar duası boş şeyler. Bu sebeple, İslamın değerleri yada törenleri ile işleri olmamalı. Öyle olunca da, Ateistler veya her neyse/kimse onlar, “kendi değer ölçüleri” her neyse ona göre ölmeliler! Ölünce kendilerine yapılmasını istedikleri törenler veya işlemler için ölmeden beyanda bulunabilir, cenaze namazı istemediklerini vasiyet edip, ‘istedikleri yere’ gidebilirler!

Yapmaları gereken bu iken, yapmıyor, yine de cami avlusu ve defin istiyorlar. Bir tören bile üretemeyen Ateizmin bir işe yaramadığını görmelerine rağmen de, terk edemeyişleri yüzünden, İslamın değerleri ile, Ateizmin (değer olmayanın) “karıştırılması” arzusu sergileyip, “değer olan” cenaze namazı istiyorlar. İşte size bir ‘örnek’, …meseleyi bu namazın kılınmasının gerekip gerekmediği özel sorusundan ateizm ve ateistin dinsel etkilerle şekillenmiş kültürel öğelerle ilişkisi ne olmalıdır geneline sıçratmalıyız…ateizm din karşıtlığını değil, Tanrının varlığı ve yokluğunu tartışır. Yani ateist din karşıtı değil Tanrı karşıtı bir adamdır…Biz ateistler, yani din ve Tanrı bağını koparmış, ama dini reddetmeyen insanlar bu yorumlar parkurunda bir kulvar olamaz mıyız?…bizler de Müslümanlığın bir biçimi olamaz mıyız?Ben bu soruya evet diye cevap vereceğim…bu coğrafyanın ateistlerinden biri olarak cenaze namazımın kılınması taraftarıyımDahası yapılması gerektiğine inanıyorum.” deniyor (12). Vatandaş ateist ama, nedense (ille de) “Ateist ölmek (aslında olmak)” istemiyor! Tanrısız din olamayacağını, Tanrı bağını koparmış birinin din bağı da olamayacağını biliyor ya da bilmiyor; bir başka ‘Müslümanlık’ istiyor. İşte bir başka örnek: “…bizim bu ülkede, doğumda ve ölümde bir merasimsizlik meselemiz var… Merasime ihtiyaç var!…Ölüm oluyor. Ölen dindar biri değil, Tanrı’ya da inanmıyor. Ama ölüyü kaldıracak camiden başka bir yer bulamıyoruz. Mevlit okutmuyoruz ama bir araya gelip ne konuşacağımızı da tam bilemiyoruz.”deniliyor ama(13), sorunun, Ateizmin ‘kültür’ oluşturamayacağı sorunu olduğu, kültürün dinsiz oluşamayacağını, bir araya geldiklerinde konuşamamalarının sebebinin de bu ‘kültürsüzlük (Ateizmin oluşturamadığı kültür)’ olduğu görülemiyor. Ateizm kültür oluşturamadığı için de, Ateist ölüsüne ‘merasim’ yaptıramıyor, bu defa, kasti veya değil, ‘İslam alanı’na saldırıyor!..

Zordur ateist ölmek”, tartışmasını başlatan Orhan Alkaya Bey, eğer iyi niyetli iseler; “…cenaze namazımın kılınması taraftarıyım ve kılınmasında ateizmim açısından bir sorun olmadığını düşünüyorum diye yazan (Yakup) Yılmaz’a samimiyetle iştirak ediyorumsözü bağlamanın zamanıdır. Krematoryum (-yakılmak) istiyorum…Mümin arkadaşlarımdan, sözgelişi Engin’in, Dilipak’ın, Ulvi’nin, Mustafa’nın, Ocaktan’ın, arkamdan dua etmelerini de istiyorum…” şeklindeki ifadelerinde (14), İslama yaptığı saldırısını (!) ortadan kaldırması gerekiyor. Hem ‘Tek Tanrılı’ inanca inanmayacak, hem de onun ritüeli olan cenaze namazı isteyeceksin! Hem ‘yakılmak’ isteyeceksin, hem de mümin olana yapılması gereken ‘dua’ bekleyeceksin!..

İşte bu noktada, gelelim, “ne işleri var inanmayanın cami avlusunda” motto sorusuna… Gerçekten de ne işleri var orada? Nereye isterlerse oraya götürülsünler; ama, Cami mekanına gelip,  inanana ve Yaradanına saygısızlık göstermesinler. Eğer isterlerse Orhan Bey’in isteği gibi Krematoryumda yakılsınlar; kavanozlardakiküllerinden, isteyenler mek parmak alabilsinler ya da tozları boğaza dökülsün ya da isterlerse eğer kadavra da olabilsinler ama; lütfenCamileri, mezarlıkları, yani ‘İslam olanı’ kirletmesin, meşgul da etmesinler. Ateistler ya bir minicik gezegen olan dünyanın bile “Tanrısız” inşâ edilemeyeceğini görsünler ya da dindışı (seküler) bir ayin gösterisine dönüşen; alkışları, havada sol yumrukları, türküleri, Entarnasyonel’leri ile; Müslüman cenaze ritüellerinin “karışık” yaşatılması arzularını terk etsinlerAteistler, Gnostikler ya da benzerleri, her ne iseler onlar; ellerini İslamın (-Müslümanın) örfünden (kültüründen) çeksinler…

Ömür bitmeden evvel ‘sen’, ‘ben’ ayrımı yapılmalı

Eski yazım yukarıda bitiyor, okuduğunuz gibi de, Vivet sendromuna nasıl da “cuk” diye oturuyor… Vivet duygusallığı da, tıpkı ateist olanın, “ateistliğinin gereğini yapmayıp”, Müslümanın ‘inanç alanı’nı işgal etmek istemeleri; ‘karışık tip’ cenaze namazı (sentez) uygulaması istemeleri gibi oluyor; Yahudi ve Hıristiyan olanın, “İslam inanç alanını” işgal etme arzuları, “karışık tip mezarlık” isteme iştahlarında da görülüyor. Yazılmış ve yazmakta olduğum bu yazımı, işte bu sebeple birleştirdim; eğer kasıt yoksa –mezarlıkları da varken-, Hıristiyan ve Musevilerin başka ne işleri var “İslam mezarlığında” da diyorum…

Ne işleri var, sorusunun ‘görünür’ cevabını zaten, Nagehan Alçı veriyor: “O zaman sular çekilip taşlar ortaya çıkmışken damarları yenileme operasyonu olan anayasa değişikliğine karşı durmak bile bile kalp krizine ‘evet’ demek değil midir? Yıllardır ‘paşa paşa’ bizi idare eden cunta yasasının tamamen değişmesi için önemli bir adım olan yeni paketin arkasında cesurca durmak lazım. Yargının, muhalefetin, ‘bana dokunma yandan geç’ diyenin itirazlarına karşı çıkarak. Çünkü bu ülkede ‘seçilmişten’ korkulmayacak günlerin gelmesi için bazı kovanlara çomak sokmaktan başka çare yok.” diyor (15). Tam da Anayasa değişiklikleri gündemdeyken çıkartılan bu gürültü ile, “İslam olan” delinsin isteniyor, ‘kovana çomak’ bu sebeple sokuluyor

Nagehan hanım ayrıca, “Kocasıyla bir ömür geçirmiş. Ömürbitince ‘sen’, ‘ben’ ayrımı yapıyor devlet.” diyorlar da; peki de, diyelim ki, Müslüman olarak bilinen Ömer Uluç, İslam inancında; Müslüman bir erkeğin, gayrimüslim bir hanımla evlenemeyeceği şeklinde bir ‘ölçü’ bulunduğu şeklindeki, en basit ilmihal bilgisini bile bilmiyordu!.. “Müslüman olan”, içinde bulunduğu hâl ile ilgili sorunları, zaten bilmesi de gerekiyor ki, bu da bahs-i diğer… Bu noktada Ömer beyi uykusunda rahat bırakalım, cevabı, Musevi olan Vivvet Kanetti üzerinden arayalım: Müslüman olarak tanınan Ömer Uluç ile evlenirken, öldüklerinde bu sorunun (veya yaşarlarken daha pek çok sorunun da) doğacağını bilmiyorlar mıydı!… Ya da evlilik sırasında, “kim neyi, ne kadar” taktı veya niye takmadı!…

O zamanda, sorun ve sorumuz şu: Evlilik öncesinde veya sırasında “sorun görülmeyen (iki faklı kültürden doğacak)” sorunlar, ölüm hadisesi yaşanması ile neden sorun görülüp, ceza da “İslam olana” kesiliyor!.. Ya da “İslam” neden sorun gösteriliyor?…

Ne dersiniz…. Hadisenin görünmeyen yüzü ne?..

Vivet Kanetti’nin, Sevilay Yükselir röportajında değinilen bir husus daha var:“Gazeteci-yazar Vivet Kanetti, Asala döneminde yaptığı Paris temsilciliği yıllarını anlatırken, “Kanımca Paris’e MİT’ten onaylı gittim ve MİT biz Yahudi gazetecileri Asala’nın önüne yem olarak attı!” dedi ya! Kıyamet koptu! O dönem Vivet’in temsilcisi olduğu Güneş gazetesinde Yazı İşleri Müdürlüğü yapan Selahattin Sadıkoğluaradı evvela…“Güneri Civaoğlu çok sinirlendi! Vivet saçmalamış adeta. O dönem kendisi istedi gitmeyi, Güneri Bey de kırmadı onun hatırını. Ne MİT’i, ne yemi? Çok anlamsız bu söyledikleri” dedi. Güneri Bey’den henüz bir açıklama filan gelmedi ama doğrusu ben de çok merak ettim. “Neden sinirlendi? Neye sinirlendi?”diye. Ayrıca diyelim ki Vivet çıldırmış ve ne dediğini bilmiyor! Eee peki yalan mı ortaya koyduğu tüm argümanlar. Ne yani, Yahudi kökenli olan Sabetay Varol, Michel Perlmanve Vivet’in aynı dönem gazetecilik yapmaları sadece bir tesadüf mü? Hadi diyelim bu üç Yahudi Türk gazeteci işlerinde çok çok başarılıydı da, ondan bir araya geldiler tesadüfen. Eee peki Asala meselesi kapanır kapanmaz niye çil yavrusu gibi dağıtıldılar? Bu da mı tesadüftü?” deniliyordu (16). Bu açıklamada adı geçen tarafların cevabı mutlaka vardır da, okuduğunuz gibi de, Vivet ve Sevilay ‘ortaklığı’, hem “MİT sorgusu” getiriyor (!), hem de Yahudiliğe “İslam mezarlığı” istetiyor!..  Hadisenin, ‘duygusal olmayan’ yönü de bu oluyor… Ama asla masum durmuyor…

Yorgo’da gömülmek istiyordu…

Yahudiliğe “İslam mezarlığı” isteğinin öncel versiyonunu, Yorgo Andreadis üzerinden de yaşamıştık… Babası Kyriakos, Osmanlı döneminde Batum’da kurulan ‘Pontus Ulusal Meclisi’nin üyesi, kendisi ise, babasının oğlu, “Yeni Pontus Rum Devleti” özlemcisi oluyor… İşte, bu Hıristiyan da bu topraklarda gömülme istiyor; öldüğünde bu topraklara gömülmesi için (tıpkı bugünlerdeki Yazıcılar gibi) 2004 yılında, Türk aydınlar ‘denilenler’ imza kampanyası başlatıyordu “…Yorgo’nun Türkiye’deki dostları bir metni Başbakanlığa, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na iletmek üzere imzaya açtı. Bu anlamsız yasağın (-1998, Türkiye’ye giriş yasağının) kaldırılmasını istiyorlar..Ayrıca, “Öldüğünde bu topraklara gömülmeyi vasiyet edecek kadar bu coğrafyaya bağlı biri. Bu yasak nedeniyle Türkçe isim taşıyan torunları da acı çekmekte” deniliyor. Yaşar Kemal, Vedat Türkali, Adalet Ağaoğlu ve Gülten Akın gibi yüzlerce yazar ve yayıncı imza atmış bu metne.” deniliyordu (17). Yorgo’nun, gerçek dışı kitapçıkları, tarihte hiç yaşamamış olan Pontus Devleti kurma amacı yüzünden biz de ‘acı çekiyoruz’ ama, azınlığın sesi çoğunluğa galebe çaldığı için, ‘bozuk sesleri’ şehrim  Trabzon’a da uzanıyordu. Mili olandan ‘sıkıldığını’ bilebildiğimiz Hasan Kurt, sahibi olduğu gazetedeki köşesinde; Yunanlı şair- yazar Yorgo Andreadis, Mayıs ayının son haftasında Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a bir mektup yazmış ve öldüğünde Trabzon’a gömülmek istediğini belirtmiş…Olayı masumane bir istek olarak değerlendirdiğimizde,  buna istisnalar dışında kimsenin karşı çıkacağını sanmıyorum. Ama! İşte, bu ‘ama!’ kelimesi çok önemli! Yorgo Andreadis’in Trabzon’a gömülme isteğine Trabzon’da yaşayan ve eli kalem tutan bir vatandaş olarak olumlu veya olumsuz baktığımı söyleyemem. Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal misali! En iyisi bu işi biz büyüklerimize bırakalım! diyordu (18)… Ulusaldaki ağabeyleri gibi, “bilmediğini bilmeyenlerden” Hasan Kurt, ‘büyüklere bırakalım’ diyordu ya, işte, “tam yerine rast geldi”, buradayız, ‘manzara’ koyuyorum’ şimdi bu araya…

Hasan Kurt’a, “1924 Paris- 2011 Trabzon” başlıklı yazısında yaptığı hatayı telefonda kendisine bildirmem sonrası; konuştuklarımızı benden izin almadan, ama olmadığı bir şekilde de, yazıya dökerek, “Ahmet Musaoğlu bize gönderdiği alıntıları bile doğru dürüst aktaramamış (da).” diyor (19), olabildiği aklınca, güya beni incitiyordu. Ben onu incitmeyeceğim, kendisine sadece, ‘ev ödevi’ veriyorum; Trabzonlu Yazar-Edebiyatçı  Nihat Malkoç Bey tarafından ifade edilen; Trabzon’un iyiki Ahmet Musaoğlu’su var, Türkiye’de başka Ahmet Musaoğlu yok” şeklindeki önermesini, gün boyunca her dem yazıp okumasını söylüyorum; onun fesatlıktan doğan haksızlık ve saygısızlığı cevabını almış oldu, şimdi dönüyorum konuma; ona da, ulusal basındaki “yazıcılara” da “ders notlarımı” okutmayı sürdürüyorum… Hıristiyan veya Musevi olsun, bu topraklarda “gömülmek isteyen” insanlar için, topraklarımız ‘kutsal alan’, yani onlar için bu istek “inanç’ oluyor… Buna karşın, mesela, bir Trabzon’lu Müslümanın, Almanya’da öldüğünü varsaydığımızda, ölmeden evvelki vasiyeti, “o topraklara gömülmek olmaz”, olmuyor; kendi topraklarına gömülmek “son isteği” olur, oluyor; çünkü, o topraklar Müslüman olan için hiçbir anlam ifade etmez, etmiyor. Hıristiyan ve Musevilerin topraklarımızda ‘gömülme istekleri’ ise, “inanç bağları” sebebiyle oluyor, asla da masum durmuyor…

İstenen ‘karma din’ anlayışı oluyor…

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın ‘duyarlılığı’ ile, eşi Ömer Uluç’a Aşiyan Mezarlığını ayarlayan Vivet Kanetti; “Çok şükür ki Aşiyan meselesini hallettik Sevilaycım. Ömer tıpkı bu evde olduğu gibi Boğaz’a karşı uyuyacak rahat rahat. Ben de vakti gelince onun yanına gideceğim. Birlikte seyredeceğiz Boğaz’dan geçiş yapan tankerleri” demişti de, olmayınca, “İslam olana” saldırma sergisi açılıyordu… Vivet Kanetti’nin, Macar kemancı Carl Berger’ın, Büyükada’da eşi Aliye Berger’le yan yana yattığını bizzat söylemesi, “duygusal olmadığını” gösteriyor … Demek ki de, amaç “üzüm yemek” değil, “demokrasi şartı” olan çoğunluğu (İslam olan çoğunluk nüfusu) “dövmek” oluyor… Ya da şöyle diyelim: Kanetti’nin isteği ‘masum’ ise, “din/ler” hakkında fazla bilgisi olmayanlar ya da bilhassa gençler; Müslüman ile, Hıristiyan ve Musevi’nin, “koyun koyuna yatırıldığı” mezarlıkları gördüğünde, “Madem dinler arasında ayrı noktalar yokmuş; öyleyse hangi dini kabul etsem olur. Müslüman olmak şart mı?” diye soracak olması ne oluyor!…

Kendi dini değerleri ile, diğer din denilenler “özdeşleştirilince (aynileştirilince)” savrulma yaşanacağına göre de, ‘Vivetlerin isteği’, “Ben/Biz” olanı (milli bütünlüğümüzü de) “kırmaya” sebep verebilir oluyor, başka bir şey olmuyor… Vivet Kanetti’nin; “Küreselleşme çağında, bunca karma çiftin mevcut olduğu, bu denli çeşidi bol bir coğrafyada, ortak yaşam alanları yaratıldığı gibi, ortak son durak alanları da yaratılacaktır mutlaka.” açıklaması da zaten (20), amaçlananın, Yahudi kökenli Amerikalı ideolojist Samuel Huntington’un, “dinlerin birleştirilmesi (karma din anlayışı)” amacınıçağrıştırdığını gösteriyor. Eşi Ömer Uluç’un amca oğlu Doğan Uluç’un; “”Benden çok genç.” diyerek gecikmeli evlilik yaptığı zarif eşi Vivet, Ömer’in şöhret basamaklarını tırmanışını hızlandırdı.” açıklaması (21), Vivet Kanetti’nin ne istediğini bilebilen biri olduğunu gösteriyor… Eşi için düzenlediği anma gecesinde, “Selma adlı sanatçı bir kadın Mevludu,  ezbere soprano dilinde yorumluyor, bu eylem için, “Ömer Uluç’un ardından aryalı mevlut çok özeldi” deniliyordu ki (22), bu tercihi de ‘karma din’ anlayışını gösteriyor. Kanetti’nin özel tercihi tabii ki ‘farklı’ ama, farklı tercihi (İslam olanı) ‘karıştırmayı (sentezlemeyi)’ tercih ettiği de görülebiliyor… Mevludu “aryalı” yapan, Mezarlığı da “karma (bozmak)” istiyor…

 Ömer Uluç : Göğe uzanmayacaksın!…

Ömer Uluç, “Heves Kuşu Durmaz Döner” adlı, monologlarını toplayan kitapta; “Şunu söyleyeyim, bence dini düşünebilmek için gerçekten belki çok dindar olmamak gerekir. Dışarıdan daha açık düşünebilmek için. Kuran’da bir cin suresi var. Cin çoğulu. Cin aşağı yukarı tanınmayan, bilinmeyen, o zamana kadar görülmemiş, tanınmamış varlıklar tayfası. Şimdi kim bunlar? Nasıl, nereden ortaya çıkıyorlar? Bunlar göğe uzanmak isteyenler. Göğe uzanmak istiyorlar ve göğe uzanmak istedikleri zaman çok güçlü muhafızlarla ve alevlerle karşılaşıyorlar, yanabilirler. Onun için cezalandırılacak bir olay göğe uzanmak. Kabaca göğe uzanmak, insanın kendi kaderine hakimiyeti, kendi kendisine yeterliliği gibi. Şimdi bunları yapanlar aslında kimler? Bunlar, cinler yahut cinlerin rehberliğiyle hareket edenler. Onlara sığınanlar, onlardan yardım isteyenler, onlardan himaye isteyenler, fiziksel, ruhsal ihtiyaçlarını o şekilde tatmin edenler. Bunlar bir nevi ebedi başkaldıranlar. Yani göğe uzanmak o kadar büyük bir başkaldırmaDine göre cezaya müstahak. Benim resmimdeki cinlere gelince, bunların göğe uzandıklarını ya da uzaya rehberlik ettiklerini sanmıyorum.” diyordu (23). Eserlerinde cinlerle ‘içli dışlı’ olan Ömer Uluç’un bu açıklaması, bana;  “göğe/İslam olana” uzanmak isteyen “KüreselciNleri” hatırlatıyor… Onun resimleri dışındaki cinler yahut da o cinlerin rehberliğiyle hareket edenler, yani cinlerin ve insanların “şeytanları” için,Nas Suresi iyi gelir, geliyor… Haydin hep birlikte…

“De ki: Sığınırım insanların Rabbine… o sinsi vesvesecinin şerrinden, ki, insanların sinelerine vesvese verir durur. Gerek cinlerden, gerekse insanlardan (olsun).”

Ahmet MUSAOĞLU / 10.04.2010