Trabzon’/şehrimde bir imam Cami’de doğum günü kutluyor… Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakülteli bir Doçent Camilerde jimnastik bile yapılabilir diyor… Hatay Müftüsü ise, Medeniyetler Buluşması Sempozyumu’nun ambleminde,Yahudiliği simgeleyen Davut Yıldızı’nı, Hıristiyanlığın simgesi Haçı ve Müslümanlığın sembolü Hilali buluşturup ‘birlik’ mesajı veriyor… Sayılamayacak kadar pek çok örnek var…

Peki de, İslam dinini ‘temsil noktasında’ olan ‘bu/benzer kişilerin’ bu davranış şekilleri sizi şaşırtıyor mu?… Ya da neden bu şekilde davrandıklarını kendilerine sorarsak ne diyebilirler?..

Sözkonusu davranışların “kötü niyetle” yapılmadığını varsayarsak muhtemelen; “11 Eylül’de Amerika’da ve sonrasında İstanbul dahil başka yerlerde yaşanan patlama olaylarından sonra Müslümanlar terörist ya da İslam dini terörizm merkezi gibi algılanmaya başlandı, bunun tamamen yanlış olduğunu ortaya koymak istiyoruz.” şeklinde cevap verilebileceği bilinebiliyor…

Fakat sorun şu ki, ‘gerekçe’ olarak gösterilen patlama olaylarını, “İslam olanın” yapmadığını ya da ABD’nin (Anglosakson-Judea ortaklığının), Bin Ladin ile bir ‘derdi’ olmadığını, hatta da, 11 Eylül 2001 ‘patlatması’ için, “ABD’nin kendini vurması” şeklinde yorumlanan pek çok haber de bilebiliyoruz…

İşte, bu noktada, verilebilecek “muhtemel cevap” yeterli olmuyor, olmayınca da; ‘bu adamlara’ ne oluyor (?) diye de sorabiliyoruz…

Sorumuzu doğru bir şekilde; “devlet memuru” niteliğindeki bu kişiler, eylemlerini, ‘devlet politikasından’ habersiz olarak yapmaları mümkün mü (?)” şeklinde sorarsak da, “mümkün/bağlantısız olamayacağını” da akledebiliyoruz… Dolayısıyla da, sözkonusu ve benzeri ‘din adamları’nın davranış biçimleri bizi şaşırtıyor olmuyor… 

O zaman da, “neler oluyor (?)” sorusunun cevabının verilmesi gerekli oluyor… Bugün bunu yapacağız ama, önce bir anekdotu sizinle paylaşmak istiyorum; verilmesi gerekli cevapla da zaten ilişkili bulunuyor…

“Olmayan ‘kapalı köfteciyi’ aramak!…

Bir müddet evvel, bir arkadaş/meslektaşım; Cuma günü öğle saatlerinde, yanındaki misafirlerle gitmek istedikleri ‘köfteciyi kapalı’ bulduğunu, “kapalı” bu durumun, “AKP’nin Türkiye’yi İslamlaştırması” olarak gördüğünü ifade ediyordu… Oysa, iyi biliyorum ki Trabzon’da Cuma saatlerinde “her türlü köfte/yemek lokantası” da açık, “AKP’nin İslamlaştırması’ denilen dönemde ‘açılmamış kapı’ da zaten yok; arkadaşımızın “endişe” olarak taşıdığı şey aslında, “empoze fikirler” sebebiyle “zihnine bindirilmiş (yüklenilmiş)’ yapay sıkıntı oluyordu…  Bu “ sahte yük” sebebiyle de, arkadaşım gibi hemen bütün ‘sosyaller, çağdaşlar, demokrat’ da olanlar da, “İslam/Şeriat geliyor” diye endişeye kapılıyordu…

Oysa, hem yazılarımda, hem de yerel tv:lerde yaptığım veya katıldığım programlarda ifade ettiğim gibi de; siyasetin, dini cemaatlerle “yüklü” olduğu 2000’li yıllar, bırakın “İslam geliyor dönemi” olmasını, İslam olanın “Eyvah” olduğu, yok edildiği (Protestanlaştırıldığıdönem oluyor… Gerçek bu olmasına rağmen de, “Amerikan İslamını (Ilımlı İslam-Türk/Alevi İslam projesini)” ‘İslam olan’ zannedenler endişeleniyor; “İslam olanın” yok (reforme) edildiğinden bihaber olanlar, “İslam olan”dan çekiniyordu… Bu durum, tıpkı, 1945’lerle kurulan ‘Yeni Dünya Düzeni’nin, ülkemizdeki “yansımaları” gereği olarak ortaya çıkan ilahiyatların, imam hatiplerin, kursların “Açılımı”nın, “ ‘İslam için’ olduğunun zannedilmesi” gibi oluyor. Halbuki, 1940’lı yıllarda olan, “bugünlerde de olmakta olan” oluyor, bir farkla ki; bize daha dün, yani 1940’lı yıllarda ‘biçilen” modelimizin ‘yeni versiyonu’ oluyor. Bu “yeni modelin”, “İslam olanı” yok (reforme) ettiğinden bihaber olanlarda ortaya çıkan endişe yeşermesi hâli de, “bilgisizlikleri” oluyor…

İşte, bu yazı konum, “yine İslam için olmayan” sözkonusu “yeni versiyonun”, bugünlerde gazetelerimizde ‘ballandırılarak’ sunulmuş olan bir etkinliğine ‘müdahalem’, ama aynı zamanda, ‘yanlış endişelere’ de bir cevabım oluyor…

‘İslamafobi karşıtlığı’ değil, ‘İslam olana müdahale’…

Türkiye/ülkemiz, 2000’li yıllarda kendisine biçilen ‘yeni rol model’ gereği olarak, “Dinler (!) Arası Diyalog”un geliştirilmesi için yoğun çalışmalar yürütüyor. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü ve İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin davetlisi olarak Türkiye’ye getirilen; ilki Müslüman, ikincisi ise Protestan Hıristiyan olan iki İran’lı; Prof. Seyyid Hüseyin Nasr ve Prof. Harvey Cox ile, bir diğer Müslüman, Başbakanlık Başmüşaviri Doç. Dr. İbrahim Kalın,‘Din, Modernite ve Gelecek’ adlı oturumda ‘sahne’ alıyordu. 22 Mayıs günü, Cemal Reşit Rey Konferans Salonunda gerçekleştirilen etkinliği, “bilmediklerini de bilmeyen” gazetecilerimiz/gazetelerimiz, “Müslüman ve Hıristiyan dünyasının iki büyük düşünürü İstanbul’da buluştu” veya “Prof. Seyyid Hüseyin Nasr ve Prof. Harvey Cox, İslamafobi’ye (İslam korkusuna) karşı ortak mücadele çağrısı yaptı” şeklindeki başlıkları ile haber yapıyordu… Dahası ise, oturumda (aşağıda parantez içersine cevaplarını yazacağım) cevapları aranacak sorular da bulunuyordu. Mesela:

-Dünyamız bundan sonra daha seküler mi yoksa daha dini bir nitelik mi kazanacak? (-Daha dini bir hâl zaten almış, çünkü, Üçüncü Milenyum ilk 25 yılı (!), fundemantalist Batılı Beyaz Adam’ın, İsa/Mesih’i yeryüzüne beklediği dönem oluyor; bu yüzden daha dini olarak yaşanılacak ama, olacak olan din, İSLAM HİÇ OLMAYACAK, olmuyor; sorulan soruya benim cevabım da, bu açıklamam oluyor)…

-Moderniteyi geride bıraktık mı? (-Tarihi, çağlara dayalı ya da Rönesans, reform, aydınlanma, sanayi devrimi şeklindeki ayrımlama, KOCA BİR YALAN, bilimdışılık; bu yalanı üretenlerin, modernite bitti mi veya bitmedi mi, şeklindeki soru ve ayrımlaması da, “dini/ideolojik” bir ayrımlama oluyor; çünkü, modernite denilen şey;‘sekülerleşmiş Hıristiyanlık’, yani Fransız İhtilali ile GÜC’ü Katolik Hıristiyanlıktan devralan “Protestan Hıristiyanlık-Yahudilik ortaklığı”nın, kıyamet öncesinde erişilecek barış ve huzur ortamı düşüncesi oluyor, yoksa başka bir şey olmuyor; modernite ve postmodernlik hurafeleri, varın biraz da bunlarla oyalanın emziği oluyor; sorulan soruya benim cevabım da bu açıklamam oluyor ).

-Dinlerin geleceği nasıl şekillenecek? (CEVABIM: Din olan İslam ile ‘diğer öğretiler’ Sentezleniyor; Katolik Hıristiyanlık yok edilirken, ‘İslam olan’ da Protestanlaştırılıyor; birleştirilmek üzere “lego dinler” üretilirken, peşinden gelmekte olan da, Peygamberlik Müessesinin ortadan kaldırılması, insanlığın Tanrı inancında birleştirilmesi, peşinden de gerçek amaç, “Babil Sendromu Çözümü” amacı, yani, Küresel Tek Devlet-Dil-Din geliyor olduğu görülebiliyor; sorulan soruya benim cevabım da bu açıklamam oluyor).

Niyetleri üzüm yemek değil, ‘bağcıyı dövmek’ olan Seyyid Hüseyin Nasr, Prof. Harvey Cox ve İbrahim Kalın ‘üçlüsü’nden, Nasr ve Kalın ikilisi; 2008 yılı Kasım ayında, Vatikan’da yapılan “Katolik-Müslüman Forumu”nda da ‘başrol oyuncuları’ olmuşlar; Müslüman Heyetteki tek Türk üye (heyet sözcüsü) olan İbrahim Kalın; Papa ve diğer Hıristiyan kiliselerinin liderlerine dünya barışına (!) katkı için ortak çaba sarf etme çağrısı da içeren, 13 Eylül 2006 tarihli açık mektuba imza koymuş Müslümanlar arasından seçilmiş olduğunu belirtiyordu (1). Katolikler ile Müslümanlar arasında yapılan işbirliğinin, bu “iki Din (!)” arasında yapıldığı zannediliyor ama, aslında bu oluşum, “Angolsakson-Judea ortaklığı”nın” hem Katoliklere, hem de Müslümanlara “dayatması” oluyor. Dolayısıyla da, Türkiyeli Müslümanlar, Katoliklerle “işbirliği” yapmıyor, aslında “Anglosakson-Judea ortaklığı” ile işbirliği yapıyor… Bu şekilde hem Müslümanlar “reforme” oluyor, hem de Katolik Hıristiyanlık “reforme” ediliyor. Hâl bu olunca da, Katolik ve Müslüman olanlar aralarında “Tanrı sevgisi” konuşuluyor, amaKatolik Hıristiyanların (ya da diğerlerininTanrısı ile, “İslamın Tanrısı”nın “aynı tanrı olmadığı (tanrı farkı bulunduğu)” ise, konuşulmuyor. Bu tip işbirliklerine ‘dünya barışı için’ denilmesi ile yutturulan ‘dolma’ da, iki farklı şeyin aynileştirilmesi, “sentezinin” yapılması oluyor. 

“Model ülke Türkiye” üzerinden “İslam/Coğrafyası” reforme ediliyor…

Bu yutturmacının bir diğer zemini olan “Medeniyetler İttifakı Projesi”, 2005 yılında, BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın “direktifiyle”, Türkiye ile İspanya’nın eşbaşkanlığını üstelendiği bir proje oluyordu. “BM’nin dinler arasında uzlaşmayı güçlendirmek için başlattığı ‘Medeniyetler İttifakı Projesi’nde İspanya Başbakanı Zaptero ile Müslüman ülkeler adına Başbakan Tayyip Erdoğan’ı görevlendirmesi, `Türkiye’nin dünya barışının geleceğinde söz sahibi olması` olarak değerlendirildi.” deniliyordu (3). Tabii ki, Türkiye’nin ‘dünya barışı’ sağlayacak hali yok, BM (Birleşmiş Milletler) de “Anglosakson-Judea” aktörü olarak, “işgaller/yok edişler” için kullanılıyor. Projenin amacı olan, kültürler arasında “köprüler kurma”, yani “açılamayan (İslam) zihinlerin(in) açılıp içlerine, diğer kültürler/dinlerin sokulmasının sağlanması” amacı da zaten bu ‘köprü görevi’ oluyor… Hâl bu olunca da, olmakta olan, “model ülke Türkiye” üzerinden İslam/Coğrafyası/nın “reforme edilmesi” oluyor.

İşte, Prof. Seyyid Hüseyin Nasr, Prof. Harvey Cox veDoç. Dr. İbrahim Kalın’ın birlikte ‘sahne almalarına’ müdahalem de; Müslüman olanın “açılamayan zihinlerinin açılıp, içlerine Tevrat ve İncil değerleri konulmasına; ‘ilahi olan’ Kur’an-ı Kerim ile, ‘insani olan’ diğerlerinin “aynileştirilmesinin” sağlanmasına itirazım oluyor… Bu ‘üçlü’nün ‘sözde İslamafobi karşıtlığı’ toplantısında Seyyid Hüseyin Nasr ve Harvey Cox’ın yaptıkları tespitler de özetle şunlar oluyordu: 

İslam dünyasının yaşayan efsanesi denilen, George Washington Üniversitesi’nde İslam Araştırmaları Öğretim Üyesi olan Prof. Seyyid Hüseyin Nasr18 ve 19’uncu yüzyılda aralarında Karl Marx gibi isimlerin de yer aldığı pek çok düşünürün, ‘Modernitenin gelişmesi ile beraber dinin sona ereceğini’ öngörüsü iflas etti, DİYORDU…

Oysa, Marx’ın dinsiz olduğu, sosyalizmin “emperyalizm karşıtlığı” olduğu iddiaları palavra; 1789 Fransız İhtilali sonucu ‘Gücün/vahşet yapmanın’ Katolik Hıristiyanlık’tan alınması ile başlayan; Protestan Papaz Townsend, Malthus, Spencer, Darwin, Marx ile devam eden zincirdeki (dahası) kişilerin sahip olduğu anlayış/inanç, “kendinden olmayanları” az bir nüfus bulundurmaları (uygarlaştırılmaları) gereken “vahşi varlıklar” olarak görüyor. Dinin, modernitenin gelişmesiyle sona ereceği dedikleri öngörü de, “Katolikliğin/Papalığın bitirilmesi” oluyor, yoksa; ‘Batılı Beyaz Adam’ ne emperyalist ne de dinsiz değil, “her dem Fundemantalist”, tarihsel gerçek bu oluyor. Seyyid Hüseyin Nasr, ‘pek çok düşünürün günümüzde yaşandığı gibi 20’inci yüzyılın ikinci yarısında dinin etkisinin artacağını göremedi diyordu ama, göremeyen asıl Nasr oluyordu. “Din olan” İslam yükselmiyor, dinlerin “birleştirilmesini” isteyen “Fundemantalist Angolsakson-Judea ortaklığı”, ‘Babil Sendromu amacı’ için “dini model yeşertiyor”, dinin etkisinin arttığı denilen de bu oluyor…

– Müslüman Seyyid Hüseyin Nasr gibi, aslen İranlı olup, 1979 İslam Devrimi’nin ardından ABD’ye yerleşen Protestan teolojisinin önde gelen isimlerinden biri olan Harvey Cox ise, oturumda; “İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı dünyasında modernite zayıflamaya başladı. Modernizmin eleştirileri Batı tarafından koloni haline getirilen topraklardan değil, Avrupa’nın kendi içinden geliyor. Bu nedenle Müslümanlar için Batı modernizmini kopyalama dönemi bitmiştir” DİYORDU…

Bu görüş de büyük bir kandırmaca, çünkü; modernitenin zayıflaması denilen şey,İkinci Dünya Savaşı daha bitmeden kurulan ‘Yeni Dünya Düzeni’ gereği yaşananlar oluyor. Dolayısıyla da, modernizmin eleştirisi denilen şeyler de, “eski model”in bitirilip, yerine “yeni model konulması”  gereği oluyor. Bu sebeple de, “Müslümanların Batı modernizmini kopyalama dönemi bitmiştir” denilmesi doğru olmuyor, dahası, büyük bir sahtekarlık oluyor. Üstelik, günümüz Müslümanlığının, Batı’yı kopyalamasını sürdürmesinin de ötesinde, Batı inancı ile bile neredeyse “özdeşleşmiş” de bulunuyor. Çünkü, Müslümanın/İslamın dönüştürülmesine, kendilerini İslam/Müslüman olarak bildiğimiz prof.lar, hacılar, hocalar, siyasiler de katkı koyuyor. Dünyada yükselen İslamafobiliğe  de değinen Cox; “Dünyada yükselen İslam karşıtlığının iki nedeni var. İlki siyasi nedenler… İkincisi ise, İncil’in bazı bölümlerinin tümüyle yanlış yorumlanması…” da DİYORDU fakat, bu da kesinlikle yalan. Çünkü, Dünyada “İslam karşıtlığının (İslamafobi) her dönemde varolduğu” düşüncem bir tarafa, yükselen İslamafobinin sebebi, 1990’lı yıllarla, özellikle Holywood yapımı filmler üzerinden gelen, “Müslüman/İslamın terörist” olarak gösterilmesi hâli, bilahare de, 11 Eylül 2001 “vurgunları” sonrası ABD Başkanı Bush’un, “Haçlı (din) Seferi Başlattığını” açıklaması oluyor. Dolayısıyla da “İslamafobinin nedeni” siyasi değil, “din/inanç” oluyor. ABD dış politikası  da zaten tamamen dini oluyor. Cox’ın, İncil’in bazı bölümlerinin tümüyle yanlış yorumlanması… dediği şey de, Katolik Hıristiyanlık akidesine/inancına “Anglosakson-Judea ortaklığının” yaptığı saldırı oluyor… Üstelik, yanlışlık sadece İncil’lerde değil, “Eski-Yeni Ahid” hepsinde (ilahi olmadıkları, insani oldukları için) görülebiliyor … Cox, ayrıca; “Batı’nın gücü kademeli olarak azalıyor. Bu konuda hiçbir şüphe yok. Özellikle Hindistan, Çin gibi ülkeler ve İslam dünyasından pek çok ülkenin yükselişiyle beraber Batı’nın gücü azalıyor. Artık eskisi gibi Batı ne derse, Doğu onu yapar’ çağında yaşamıyoruz’. ‘Batı ne derse, o olur’ çağı bitti.” DİYORDU (4) ama, bu da koca bir yalan oluyor; çünkü, ‘Batı ne derse o olur’ çağı bitmediği gibi, Üçüncü Milenyum’u (2000’li yılları) da “Batı” şekillendiriyor. Fransız İhtilali/1789 ile yıktığı (teslim aldığı) “Fundemantalist Katolik gücü” bir tarafa koyarsak da; yaklaşık 200 yıllık hegomanik güç, “Fundemantalist Angolsakson-Judea ortaklığı” oluyor. Bu ortaklığın hedefinde “İslam/Coğrafyası/nın” yok edilmesi varken, aynı zamanda, Katolik Hıristiyanlığın da (Tanrı İsa inancının da) yok edilmesi amacı da bulunuyor… Öyle olduğu için de, ‘Batı ne derse, o olur’ çağı bitmiyor, bitmekte olan, “Katolik Hıristiyan gücü/inancı” oluyor

Bir ‘Mel Gibson’umuz bile yok…

Örnek vermek istesek de; Dan Brown’ın, Da Vinci Şifresi kitapları ile inancına (Hz.İsa’nın Tanrı olduğu şeklindeki inancına, insandır denilerek) saldırılan ünlü Katolik Hıristiyan aktör Mel Gibson, çevirdiği ‘Tutku’ filmiyle, “Tanrısının katilinin Yahudiler olduğunu” ortaya koyarken, bu durum, inancına/dinine yapılan saldırıya ‘karşı duruş’ savaşı oluyordu.

Sorun şu ki, “Protestan Hıristiyan Dan Brown” ve “Katolik Hıristiyan Mel Gibson” gibiler, ne yaptıklarını biliyor ama, “Müslüman diye bilinen” pek çok kişi, ne yaptığını hiç bilmiyor. “İslam aleminin efsanesi” denilen Seyyid Hüseyin Nasr’ın yaptığı açıklamalar, “ortalıkta köfteci doluyken” illa da “kapalı köfteci” bulan (!) “bilgisiz arkadaşımın arayışı” gibi duruyor. Hiç de iyi niyet taşınmadığı ise, yüklenilen misyondan da görülebiliyor… Esasta yaklaşık 12 bin yıllık, ama belgeli bulgulu diyebileceğimiz yaklaşık 6000 yıllık “insanlık tarihine” baktığımızda (özellikle Nuh Tufanı’ndan sonra), savaşsız (barış içinde) bir dönemin yaşanmadığı kesinken, ‘dünya barışı’ndan söz edilmesi, üstelik de, “dünya barışı isteyen” taraflardan birinin, yani hemen tüm “Fundemantalist Hıristiyanlık-Yahudi” aleminin, dünyanın hemen her tarafında insan da öldürüp, “kendilerinden olmayanları uygarlaştırırken”, Müslümanım diyenlerin, istenen ‘sözde barışa’ katkıları, kendi toplumlarının “inancını” değiştirmek, yani senteze (reforma) tabii tutmak oluyor… Yadırganacak olan şu ki, bu gerçek ortada ama; “inancının ‘reforma’ tabii tutulduğunun” farkında bile olamayan ‘sosyaller, çağdaşlar, demokrat da olanlar, “İslam/Şeriat geliyor” diye endişe duyarlarken, karşılarındaki “diğer bilgisiz katman” da, “İslam geliyor” diye seviniyor

Oysa, “İslam olan” reforme edildiği için ortada ne “sevinilecek”, ne de ‘olmayan kapalı köfteci arayıcısı’arkadaşım gibi düşünenlerin de “endişeleneceği” bir durum bulunmuyor… Nasr ve Kalın beylerin, Hıristiyan Fox’larla yaptıkları, “İslamafobi karşıtlığı” denilen palavra ya da “Medeniyet/kültürler İttifakı” denilen hurafe veyahut da “Dinler Arası Diyalog” kandırmacasının, “Ben/Biz/Müslüman olanı” getirdiği nokta, insanlık için bir zenginlik olan “çeşitliliği” öldürmesi, aralarındaki “farklılığı (ötekileşmeyi)” ortadan kaldırması; bu şekilde “İslam olanın” reforme edilmesi oluyor… İster ilahiyatçı, isterse de hacı hoca ya da gazeteci, yazar ve bilim adamı denilenler arasında, “Katolik Hıristiyan Mel Gibson” gibi inancı için mücadele eden ‘bilinçli Müslüman’ ortalıkta pek görünmüyor. Çünkü, ‘ötekimiz’ elimizde alınmış bulunuyor… ‘Öteki’ ortadan kaldırılınca, zaten “Ben/Biz/de” yokoluyoru(z)m…

Öteki olmalı…. ‘Öteki’ yoksa “Ben” de yokum…

Ülkemizde son zamanlarda söylenilmesi ‘tu-ka’ olarak gösterilen bir tanım var: ÖTEKİ… Oluşturulan ‘Mahalle Baskısı’, yani MahalleSİZLİĞİN GÖRGÜSÜZLÜĞÜ üzerinden (Bknz: “Mahalle Baskısı Değil, Mahallesizliğin Görgüsüzlüğü” başlıklı yazım) gelen BEN/BİZ yasağıyla ‘öldürülmek istenen’ ÖBÜRÜ var… TDK’nın, DİĞERİ de dediği; benzer iki nesneden önem ve konum bakımından uzakta olana, yani ÖTEKİ’ne karşın Ben/Biz/im; ‘BEN/Biz BENİM/Biziz’ diyebilmeme/mize ‘saldırı’ var… “Ben/Biz Benim/Biziz” dediğinizde hemen, “kendinden olmayana tahammülsüzlüğün sahibi” olarak damgalanıyorsunuz!… Müslüman olan ‘bilgi sahibi’dir ama, günümüz Müslümanları “bilgi sahibi olmadıkları” ve üzerlerine gönderilen ‘Mahallesizlik Baskısı’yla da BEN/Biz diyemiyor; diyemediği için de KENDİ OLMAKTAN ÇIKIYOR, yokoluyor ama, bunun farkında bile olamıyor… BEN/Biz olarak tanımladığımız “KENDİMİZ” ile, ÖTEKİ/ler arasına ‘tahammülsüzlük sınırı’ çekmiyor, aksine; onlarla birlikte “Çeşitlilik” olarak yaşamak istiyor, “TEK (aynı) TİP” olmak İSTEMİYORUZ… Bu sebeple de zaten, “ötekini” tehdit unsuru olarak görmüyor, mahkûM/inkar da etmiyor/um/uz. Öyle olduğu için de, sorun; “ötekine” tahammülsüzlük veya “diğeri”nin var olması değil, aksine; BEN/Biz’e gelen ‘saldırılar’ karşısında BEN/Biz olarak ‘kalabilmenin’ zorluğu sorun oluyor.” diyordum (Bknz: “Evcilleşmiş Müslüman-Öteki/sizleştirmek” başlıklı yazım)…

İnancı/amacı gereği, “Ben/Biz/İslam olanı (ötekileri)”  “uygarlaştırma (yoketme)” misyonu bulunan ABD’li (Eski Başkan) Clinton; ‘ötekiler’ kavramının ortadan kaldırılmasını isteyip, ‘onlar’ yerine, sadece ‘biz’in gereğine işaret ediyor (7). Sadece bu durum bile, kimlerin, kimlerden ne istediğini veya niye istediğini, ama aynı zamanda, kimlere ne yaptırıldığını da gösteriyor…

Kişiyi belirleyen “kimliğin” çıkartılıp yerine, “özüne/kendine” ait olmayan bir “başka kimliğin” giyilmesi hâli, “kimliksizlik (mahallesizlik)” oluyor. “Ben/Biz” olmayanlarla “farkımızı” ortaya koyan “ötekimizin” ortadan kalkmasını isteyenler KüreselciNler ama, onların ‘mahallesi (amacı)’ adına konuşanlar ise, “Yerli Olmayan Yerliler/reformcular/sentezciler (Anglosakson-Judea ortaklığı ile işbirliği yapanlar)” oluyor… Haliyle de, “Amerikan solcuları” olduğunu bile bilmeyen sosyal demokratlarımızın da ‘endişelenmelerine’ gerek (hiç) yok, “gelen İslam değil”, İsmet İnönü’lü (1940’lı) yıllarda (daha sonra da DP döneminde) olduğu gibi, “Amerikan İslamı” oluyor… Arkadaşım gibi düşünen “tüm sosyaller”, “olmayan kapalı köfteciyi” bulacaklarına (!), bu bilgiyi ‘bulabilseler’ boşuna endişe de duymazlar, ama bilgisizlik kimilerine, “siyasetli-tarikatlı” bu dönemde “ortalıkta pek olmayan İslamı da” buldurabiliyor!.. Ama tabii ki de bulamazlar,  çünkü ortalıkta asıl olan, “sentez modeller” oluyor…

Hıristiyan Alman Eva’nın, “Müslüman mezarlığına” gömülmesinden 9 ay sonrasında yanına gömülen kocası Wulf da, vasiyeti üzerine İslami usullere göre yıkanıyor, İmamız (!) kendisine Fatiha’sını okuyor, Türk/Müslüman arkadaşları da kabir duaları ve Kur’an okuyarak onu son yolculuğuna uğurluyordu (5). Bu/benzer örnekler,  Hilal” ve “Haç”ın “aynileştirilmesi (özdeşleştirilmesi)”, İslam olanın “Protestanlaştırılması” sonucu yaşanıyor. Haliyle de, endişeduyması gerekenler, –Ben Müslümanım diyenler olması gerekiyor… “İslamafobi karşıtlığı” denilen “sözde” toplantıda, Cox’ın; ‘Bizim burada gerçekleştirmeye çalıştığımız “dinlerarası dialog” sadece alimlerin yürüttüğü bir proje değil, sıradan insanların günlük yaşamlarında tecrübe ettiği bir durum’, farklı dinlere mensup kişilerin ‘ortak nokta arayışı’ içinde olduklarını söylemesi de zaten, ortadaki vehâmeti, ama kaybedeni ve kaybettireni de gösteriyor… Sadece Cox’lar değil, Müslüman olan da, “öteki”ni ortadan kaldırıp, BEN/Biz/i ÖTEKİ ile ÖZDEŞLEŞTİRİYOR… ‘Kontrol altında tutulması gereken İslam olma hâli’ de bu oluyor… İslam efsanesi olarak tanımlanan Seyyid Hüseyin Nasr ve onun gibiler de bu yüzden ‘sentezciler’den oluyor…

‘Yaşayan efsane’ de denilse fark etmez, ‘Beni/İslamı öldürüyor’…

“İslam dünyasının yaşayan efsanesi” denilen Seyyid Hüseyin Nasr ismi/eserini ilk olarak, 1989 baskılı, “İslam ve İlim” isimli kitabını aldığımda tanıştım… Belki tercümesi yüzünden ya da ruh bulamadığımdan olacak, istifade edemediğim tek kitap; ‘bilim-din ilişkisini’ araştırdığım için de, büyük bir iştahla aldığım halde de, hâlâ da ofisimdeki kitaplığımda, okuyup da bitirmediğim tek kitap olarak da duruyor… Keşke bir zeminde karşılaşabilsek de “efsane olamayacağını”, yaptıkları işin, İslam olan ile olmayanları “aynileştirmek (reforma tabii tuttuğunu)” olduğunu kendilerine de anlatabilsek…  

Nasr ve Fox’un oturum başkanı (kendileri de Nasr ve Fox gibi, ABD ile irtibatlı; Holly Cross Üniversitesi-Seta Vakfı Koordinatörlüğünde bulunanİbrahim Kalın’ın, Zaman Gazetesi’ne  yazdığı, 28.11.2006 tarihli, “Papa Katoliklerle Ortodoksları birleştirebilir mi?” başlıklı yazısındaki, “ötekine katlanmanın ötesine geçmek” öngörüsü; “Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 16’ncı Benedict’in…Türkiye ziyareti, Katolik ve Ortodoks dünyalarını birleştirme yönünde atılmış tarihî bir adım olabilir mi?…Papa 16’ncı Benedict, Ortodoks yahut Müslüman, Katolik olmayanlarla sahici bir diyaloğa hazır mı? Eğer diyalog ve tolerans ‘ötekine katlanmak’ tavrının ötesine gidecekse, Papa’nın bu ziyareti bir fırsat bilmesi ve yapıcı bir diyaloğun temellerini atması gerekir…Tavsiye olunur.” şeklindeki öngörüsü (6), bizim, Nasr ve Kalın beye (de) tavsiye edeceğimiz bir öngörü olmuyor. Çünkü, “ötekine katlanmanın ötesine geçmek” denilen şey, “Ben/Biz/İslam/Milli” olanı “kaybettirmek”, “gayri milli yapmak”, “küreselleştirmek” oluyor… Bu sebeple, ben şahsen; Müslüman olarak bildiğimiz Seyyid Hüseyin Nasr’a ve İbrahim Kalın Bey(ler)’e; “Fox’lar”la olan “farklarını” korumalarını, onları ‘öteki’ kabul ederek kalmalarını ya da onların kendilerini öteki/farklı görmelerini sağlamlarını şiddetle tavsiye ediyorum…

Farkını “korumak” diyebileceğimiz ya da “öteki” denilen şey, ‘öteki’ olana “düşmanlık demek değil”, “varlığımı (Ben/Biz/i) korumak”, bitki ve hayvanlar arasında da bulunan “çeşitliliğin (farklılığın)” insan toplumları arasında da “yaşatılması” isteği demek oluyor. Hakim “tek kültür/İslam” olması hasebiyle, çeşitliliği (azınlık kültürleri) yaşatan imparatorluğumu, “uyduruk kültürler/milletler (uyduruk çeşitlilik)” üreterek yıkanlar; şimdilerde ise, ürettikleri sahteleri (sahte milletler/Tarihler) ve gerçekleri ile tüm çeşitliliği (kültürleri), “İslamafobi karşıtlığı, Medeniyet İttifakı, Dinlerarası Diyalog (vb.) köprüleri” kurarak “birleştiriyor (tek tipleştiriyor)”, çünkü, ‘bu birleştirme’; arka plandaki amaç olan Babil Sendromu çözümü, yani “Küresel Tek Devlet-Dil-Din” kurabilmek için gerekiyor… ‘Müslüman olana’ da duyurulu Yeryüzünde kalabilmişse eğer!…

Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir!..

Ben, Karadeniz’in doğu ucuna yakın sayılırım, uğrayamam da; web sitemiz Antalya’dan, sizler uğrarsınız veya kimlerin yolu Antalya’ya düşerse, Belek beldesindeki, 3 (!) semavi dinin ibadet yerlerini aynı bahçede toplayan “Dinlerin Buluşması-Hoşgörü Merkezi”ndeki “İslamafobi olmayış durumunu” iyi okusunlar!.. “Üç (!) Semavi din’ için aynileştirilen ‘ibadet odası’nın bünyesinde bulunan Dinler Bahçesi’ne (!), 2004’te Başbakan tarafından açılan merkezin Camisine bazı Müslümanlar uğrarlarken, Kilise ve Sinegogu’nun ise, pek işlemediği ifade ediliyor (8).Amaç da zaten Kilise ve Sinogog’un işlemesi değil,  “Müslüman olan” ile “olmayanların” aynileştirilmesi (birleştirilmesi) oluyordu… “Üç Semavi Din (!) birarada” ya da Hıristiyan ve Müslüman olarak tanınan kişilerin “İslamafobi Karşıtlığı” denilen şey de zaten bu, “İslam olan” ile yapılan “mücadele” oluyor…

Bu sebeple, eğer Nasr, Fox ve Kalın ‘üçlüsü’nden veya benzerlerinden, “İslamafobi’ye karşı çağrı” veyahutta “Medeniyetler İttifakına çağrı” ya da “Dinler/Kültürler Arası Diyalog çağrısı” aldığınızda ya da piyasada “Helel Gıda ürünleri” buluyor ya da İngiltere’de bile “faizsiz bankacılık” yeşeriyorsa ya da ABD kökenli “sigara yasağını” ülkemizde bulduktan sonra, yine ABD kökenli “içki yasağını” da (kamusal alanda, muhtemelen) yaşayacak olsanız da, bu ve buna benzer örnekler sizi, ‘olmayan kapalı köfteci arayıcısı’ arkadaşım gibi, “İslam/Şeriat geliyor” gibi bir “yanlış endişe” içersine sokmasın… Çünkü, Mehmet Akif Ersoy rahmetlinin dediği gibi Müslümanlar, “göklerde olduğu için!” göremediğiniz,kaybedenin “İslam olan” olduğu,gelenin de,‘dün’ olduğu gibi, “Amerikan İslamı” olduğu oluyor…

Bir düşünün… ülkemizde, BİLİMİN “ALLAH’IN İLMİ” olduğunu (ilahiyatın yanında genel bilim dallarını)bilebilen (konuşup yazabilen) tek bir ilahiyatçı niye yok?..

Ya da şöyle diyelim… Ortalıkta pek çok “hoca-cemaat/Müslüman” var da, birbirleriyle ‘diyalog’ yapan neden yok!..

Bana itiraz etmeyiniz.. düşününüz dedim!..

Ben ne dediğimi biliyorum…

Ahmet MUSAOĞLU / 28.05.2010